Sayfalar

12 Mart 2015 Perşembe

AKPKK’LI ÇERKESLERE KISA TARİHLERİ VE AÇIK ÇAĞRI


Çerkeslerin göç nedenlerini, soykırımdan kurutarılışlarını Türklere borçlu olduklarını bilmeyen bu tarihi kıssayı okusun ve yerini ona göre alsın.

Osmanlı’nın başlangıçta Kafkasya siyaseti olmamıştır. Osmanlı, Balkanlardan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Moldavya, Kırım üzerinden Karadeniz’in üst bölgesine geçmiştir.

Çünkü, Kafkaslarda Gürcüler her ne kadar Hristiyan olsalar da Süryani İncili temelli bir Hristiyanlığa sahip olduklarından İslam’a geçişleri zor olmamış ve Osmanlı idaresine girmişti. Diğer yandan Azeriler, Kafkasları idare ediyorlardı.
Çerkesler ve diğerleri de Cengiz Han’ın ölümünden sonra dört oğlu arasında bölünen imparatorluğundan Kafkaslar dahil Kırım ve yıkarısının öldüğü bölgeler Sibirya’ya kadar  Cengiz’in ilk oğlu oğlu Çoçi’nin payına düşen Altın Orda/Altın Ordu Devletinin idaresindeydiler. Kıpçak Türkleri de bölgeye hakimdiler. Çoçi’nin Yahudiliği din olarak seçmesiyle bölgede Musevilik yaygındı.
Bu durum Osmanlı için tehdit oluşturmuyordu.

Kanuni’nin ölümünden sonra Hürrem Sultan’ın oğlu II.Selim’den başka sağ kalan çocuk kalmadığından II.Selim devletin başına getirilmiş, kardeşlerinin akibetlerinden kafayı yeyip kendini içkiye veren bu padişah zamanında Hürrem’in devlet içine soktuğu Sırp kökenli sadrazamlar ve vezirlerin sinsi işbirlikçilikleriyle Osmanlı hazinesi ve toprakları Ruslara geçmeye başlamıştı.
 
Sürekli gelişen Rus Çarlığının Kafkaslarda oynadığı oyunların artması üzerine Osmanlı ilk kez 1680’lerde Kafkas seferine çıkmış ve bölgeyi Osmanlı topraklarına bağlamıştı.

Keşifler çağının bu dönemlerde büyük ölçüde tamamlanmasıyla yüzünü Osmanlı’ya çeviren batılı açlı koalisyonu (Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu 1815’e kadar sürmüştür) da Rusları desteklemekten geri kalmıyor, Rus çarları İngiliz sarayından evlenmeye de başlıyordu.
 
Bu Haçlı ve Osmanlı devşirme Sırp devlet adamları işbirlikçiliğinin sonunda 1768’de başlayan Osmanlı Rus harbi altı yıl sonunda 1774 Küçük Kaynarca Antalşmasıyla sonuçlanmış, Osmanlı ilk kez kendi ülkesindeki “gayrimüslümlerin/Müslüman olmayan azınlıkların” üzerinde Rusları söz sahibi etmeyi kabul etmişti.


Bütün haçlı ülkeleri arasında yapılan müttefiklik anlaşması gereğince, “bir Hristiyan devletin Hristiyan olmayan bir devlet üzerinde elde ettiği hakka otomatikman diğerleri de sahip olmaları ilkesi" gereğince, Osmanlı azınlıkları batılı sömürgeci, kolonist devletlerin ellerinde oyuncak haline gelmişti.
 
Hristiyan misyoner papazlarının ki çoğu rahip ajan olan bu şahısların “İslam’ın elinde ızdırap çeken din kardeşlerimize yardım edin” aldatmacalarıyla kiliselerden toplayıp getirdikleri bağışlarla birden zenginleştirilen azınlıkların feodal önderleri, silahlanmaya girişmiş ve ardı arkası gelmeyen isyanları başlatmışlardı.

İçeriden zayıflayan Osmanlı artık her cephede toprak ve asker kaybından başka bir şey yapamıyordu.
Bu şartların sayesinde II.Katerine döneminde 1783’te Ruslar Kırım’ı işgal etmişler, Kafkaslara doğru ilerlemeye başlamışlardı. Kırım’dan Ukraynaklıları Kafkaslara yerleştirerek Hristiyan nüfusunu arttırma girişimlerini de eksik etmemişlerdi.
Siyasi sınırları, demografik (nüfus) yapısı sürekli değişen Kafkaslar 1800’lerin başında Rusların eline geçmişti.

 Rusların Kafkaslar üzerinden sıcak denizlere inmesinden çekinen İngiltere’nin desteğiyle İran’ın ani bir çıkışı sonucu Kafkaslar 1813 Gülistan Antlaşmasıyla iran ve Ruslar arasına paylaşılmıştı.
Günümüz Azerbaycan’ı, Gürcistan Ruslara, Güney Azerbaycan olan günümüz İran sınırımız da İran’a kalmıştı. Ama Ruslar durdurulmuştu.

Bölgeyi tekrar eline geçirmek isteyen Osmanlı, Musevi, Zerdüşt Kafkas halklarını Sünni İslam’a çekebilmek için hocalar gönderirken İngilizler de boş durmuyordu.
Kafkasların Irk haritası

Onlar da, İstanbul’a gelerek Karslı bir imam sayesinde Müslüman olup Ahmet adını alan dah sonra İslam’da bütün mezhep ve tarikat bölünmelerini yürüten, Sabi /Arami kökenli sözde Müslüman Basra ulemalarının yaşadığı Irak Basra’ya geçmiş, kendisini kabul ettirmişti.
 
Yemen sınırında bulunan Necd çölü Bedevilerinden Sünni Müslüman bir aşiret çocuğu olan ve ailesince dini eğitim almaya gönderilmiş bulunan Abdülvehhab Mehmet’i etkilemiş, ilk Mason İslam’ı olan Vehhabilik dinini aşılamıştı. 1739’lara gelindiğinde Necd çölü Arapları Vehhabi olmuşlar, İngilizlerden aldıkları destekle “Bağımsız Arap İslam devleti kurmak için isyanlara başlamışlardı. Bu yüzden hiç bir Osmanlı Halifesi ve şeyhülislam’ı Vehhabileri Müslüman saymamıştır.

İşte Kafkasların Rus- Osmanlı-İran-İngiliz+Kutsal Roma Cermen İmparatorluğunun din ve Mezhep misyonerlikleri kumpanyasında Çerkesler de Sünni Müslüman, Vehhabi Müslüman(!) olarak İslam’ın tarafında yerlerini almışlardı. Hristiyan olanları, Müslüman Yahudiliği olarak bilindiğinden Yahudi Mezhebi sayılmayan Sabetay Sevi dinine (Kızılbaş Alevilik olarak da bilinir. Oysa Kızılbaşlık daha eskidir.) girenlerine kadar da yok değildi.
 
Ama Çerkeslerin çoğunluğuna İngiliz parası tatlı gelmiş,Vehhabi dininde karar kılmıştı.
 
İngilizlerden aldıkları para, silah ve siyasi yardımlarla Ruslara karşı ciddi savaşlar vermişler, Rus ilerletmesini yavaşlatmışlardı.

Bu uzun sürmedi ve Ruslar Abdülmecir döneminde 14 Eylül 1829 Edirne Antlaşmasıyla Ahıska, Kars, Çıldır bölgelerini de Ruslara terk edince Ruslar bölgeye hakim olmuştu. O zamanlar Irak, Arap yarımadası Osmanlı topraklarına ait olduğundan, Çerkesler de kendilerine Müslüman dediklerinden dolayı Osmanlı’dan başka sığınacak yerleri yoktu.
 
Ama Ruslar işi sıkı tutuyor, Çerkes göçlerini kabul etmemesi için baskı yapıyorlardı. Zira artık Osmanlı, “hakim” değil, “güdülen” bir devlet olmuştu.

Rusların ilerlemesinden endişelenen İngilizler Fransızları da yanlarına alarak 1853-1856 Kırım savaşlarını başlatmışlar, ilk çıkışta yenildilerse sonradan başarıya ulaşarak Rusları geriletmeişlerdi.
Ruslar da Balkanları bırakıp, Asya’daki Mason İngiliz-Fransız koalisyonunu destekleyen Müslüman, Musevi Türk azınlıklara karşı soykırıma başlamışlardı. Bu da Osmanlı’ya göçleri arttırmış hatta Moğollara kadar uzanmıştı. Çok az gelen Moğolların bir Kısmı İstanbul’a yerleştirilmiş, Dolmabahçe, Çırağan saraylarını ısıtmakta kullanılan “Külhan” denilen mangalların yakılmasında çalıştırılıyorlardı. Bunların başındakilere de “Külhanbeyi” denildiğinden, sarayda çalışmanın avantajını kullanarak kabadayılık da yapan bu mangal ameleleri sayesinde dilimize “kabadayılığın” adı olarak “Külhan beyi” de yerleşmiş oluyordu.

Bu zayıflamayı iyi değerlendiren Rus Çarlığı tekrar Kafkaslara yönelmiş, 1862’de günümüzün Dağıstan’ı olan Çerkes ülkesini fethetmiş, amansız bir soykırım yapmıştı.
 
Batılılaşarak devletini toparlamaya çalışan Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecit Çerkeslerin İngilizlerle işbirliğinde olmalarından ziyade, Sünni-Alevi ayrımcılığı yüzünden dışlanan Alevi Türklerin bile aralarına katıldığı Kızılbaş isyanları (Sabetayist ve Gregoryen Ermenilerin, Ortodoks Hristiyan Süryanilerin, Karadeniz’li Ortodoks Rumların ve Yezidi Kürtlerin başını çektikleri isyanlar yüzünden Ankara’dan öteye gidemiyordu zaten. Balkanlar da ise durum daha kötüydü, isyancıları yakalayan subaylar Rus konsoloslarının baskılarıyla cezalandırılır hale gelmişti. Batılılaşarak üzerindeki baskıyı kıracağını düşünen Abdülmecit’in bütün çabalarına rağmen, azınlık isyanları durdurulamıyordu.
19. yy. Yezidi Kürt isyancılar

Bu azınlıklar aldıkları her türlü desteklerle şımarmışlar, devlete ne vergi ne asker vermedikleri gibi açıktan devlete de başkaldırmışlar, resmen Türk ve Müslüman soykırımları yapıyorlardı. Abdülmecit’in tüberkülozdan ölümü sonucu 1823’ten beri süren mücadelelerle dolu 38 yıllık padişahlık yaşamı, 1861’de ölümüyle yerini kardeşi Sultan Abdülaziz’e bırakmıştı.

Zeki bir padişah olan Abdülaziz, kardeşinin bıraktığı yerden batılılarıla ilişkilerini kuvvetlendirmiş, Fransızları, İngilizleri etkilemeyi başarmış ve sağladığı destekle içerideki isyanların Sırbistan, Bulgaristan ve Anadolu’da olanlarını kısmen bastırmıştı. Ama büyük devletlerin korumaları altında olduklarından ilk fırsatta gene isyanlar beliriyordu.

Bunları bastırmada da uzun zamandır Rusların baskısıyla göçlerine izin verilmeyen, Karadeniz’de gemilerde ölümü bekleyen, ölülerini denize atarak hastalıklardan kurtulmaya çalışanlarından kara yoluyla gelenlerine kadar Çerkezlerin göçüne izin vermiş, onlara yer verdikten sonra da orduda görevlendirmiştir.
 
Çerkezler, Marmara bölgesi (Balıkesir, Çanakkale, Bursa, Sakarya, İzmit, Bolu, İzmir, Samsun, Trabzon, Sıvas, Amasya, Elazığ, Erzurum, Malatya, Maraş, Diyarbakır, Behramköy, ağırlıklı, Ermeni isyancılarından boşalan Kayseri-Pınarbaşı, Balkanlarda Niş, Berkofça, Tırnova, Suriye Mısır’a kadar değişik yerlerde uygun arazi bulunan her yerde istihdam edilmişlerdir:
 
Rus soykırımından dolayı kinli olan Çerkesler bulundukları her cephede başarılar kazanılmasında etkili olmuşlarsa da, ço güçlenmiş Hristiyan koalisyonu karşısında Osmanlı’nın gerilemesini ve çöküşünü Türklerle birlikte olmalarına rağmen engelleyememişlerdi.
1878-93 Balkan Muhacirleri Karaköy'de

1860’larda başlayan ilk Çerkes göçünü, Abdülaziz’in uluslararası komployla tahttan indirilişi, Feriye Sarayında öldürülüşünün ardından tahta geçen Sultan II. Abdülhamit’in acemiliğinden istifade ederek, devleti İngiliz sömürgesi yapmak isteyen sahte Msülüman devşirme sadrazam ve vezirlerin çıkarttıkları Rusya seferi ile başlayan 1876-1878 Osmanlı Rus harbi yenilgisi takip etmiş, Kafkas göçleri ile Balkan göçlerine sebep olan korkunç bir Müslüman soykırımı da başlamıştı.
 
İşte bu dönemde gelen Çerkesler, Rus idaresinde olan, İngilizlerin kışkırtmalarıyla isyan Ruslara eden Dağıstan’dan gelen Vehhabilerdi. Aşırı Rus baskıları yüzünden Şeyh Şamil ile Karadeniz’de gemilerde perişan olarak bekletilen, hastalıklarla boğuşan Çerkezler kabul edilemiyorlardı. Sultan II.Abdülhamit sonunda bir yolunu bulup Çerkesleri kabul etmiş, Balkan göçmenleriyle birlikte 1882’ye kadar bekletilrerek, uygun yerler belirlendikçe yerleştirilmeleri sağlanmıştır.

Çerkeslerin gelişleri zaten uzun yıllardır aralıksız süren savaşların getirdiği kıtlık, yokluk, erkek azlığı yüzünden sıkıntı çeken yerli halkları pek memnun etmemiş, bazı saldırılar olmuş, sonunda saldırganlar cezalandırılarak iş tatlıya bağlanmışsa da Çerkezler de rahat durmamışlar, onlar da gelip geçtikleri yerlerde yerleşik halka saldırmışlar, evlerini, hayvanlarını, birikmiş paralarını yapmalamışlar canlar almışlardır. Hırsızlığa meyilli olmaları da bu geçimsizliklerin başını çekiyordu. Olayların geneline bakıldığında Çerkezlerin Ankara’dan itibaren Kürtlere, Hristiyan ahaliye karşı daha fazla yara verdiğini görmekteyiz.

30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla teslim olan Osmanlı devleti, çökmüş, halkın isyan etmesini önlemek ve işgalin sükunet içinde gerçekleştirilebilmesi için, ordudan küçük bir miktar asayiş işleri için bırakılmış, işgal güçleri konutanlarının kukla durumuna düşmüş padişaha verdikleri emirleri uygulamakla görevliydi. Diğer orduların tümü silahlarını teslim edip askerleri terhis edilmişti.

Emperyalist devletlerin kesin galibiyetine son anda savaşa girerek büyük emek vermiş Amerika Birleşik Devletleri’nin Yunan/Grek hayranlığı, Anadolu’ya uzanan bir Grek devleti kurma aruzusu yüzünden, 1919’da İzmir’e Yunan ordusunun çıkartılması da Kurtuluş savaşının ateşini yakmıştı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gelişen Kurtuluş Savaşına Çerkesler de katılmış, diğer yandan Kurtuluş savaşına karşı işgal devletlerinin güdümünde hareket eden İnzibatiye ordusundan istihbaratına kadar padişah yanında kalanları da vardı.
Her iki tarafta oynayan Çerkesler, sonunda Anadolu’da bir Çerkes devleti kurma fikrine kapılarak işgal devletleriyle işbirliğine girmişler, Mustafa Kemal Atatürk-Çerkes Ethem kapışmasında davayı kaybetmişlerdi.
AKP ile kadının hak ettiği yer budur;

Oysa, anavatanları olan Dağıstan için mücadele etmek, devletlerini orada kurmak yerine, Sünnilik yerine Mason İngiliz İslam’ı Vehhabiliği tercih ettikleri, Osmanlı’ya değil İngilizlere hizmet ettikleri için anavatanlarından sürüldükleri halde kendilerine kucak açan Türklerin yurdunda, onların zayıf hallerinden istifade ederek bunu yapmaları dürüst bir davranış değildi.
Ama, fırsatı değerlendirip, fıtratı değiştirme arzusu hem kendilerine hem de Türklere zarar vermiş, ikisinin kapışmasından her zaman emperyalizm kazançlı çıkmıştır.
 
Atatürk ile kavgalı olan Çerkesler, daha Osmanlı zamanında doğuda ayrılıkçı Yezidi Kürtler, Ermeniler, Süryaniler yanında yer almaktan da çekinmemişlerdir. Hatta Kürt İslam’ı olan Nurculuk tarikatına girerek kader birliği de yapmışlardı.

Bu gün, Balıkesir, Manisa, Çanakkale’den ülkenin her yerine, “görevi Ortadoğu’daki Müslüman devletleri ve Trükiye’yi, işgal-terör, iç çatışma-anarşi ile bölmek, rejimlerini İran’daki Yahudi-Şii rejimi ya da Suudi Arabistan’daki Yahudi-Vehhabi rejimine geçirmek, yüz yıllığına bölgede emperyalizmin bekçiliğini yapmak olan, sözde Müslüman görünen Yezidi Kürt, Orotodoks Gregoryen, Süryani, Lev Tahor, Yakubi, Şemsi Yahudileri koalisyonu olan AKP’de aktif olarak çalışmaktadırlar.

Çarşaf-peçe,Haremlik-selamlık otobüsler, Müslüman gibi namaz kılan Sabiliğe geçmiş
 Lev Tahor-Beyt-Ül Şems (Güneş Evi "Kâbe") Yahudilerinin aruzusudur.

Bu gün bir yakınımın Facebook paylaşımında gördüğüm, AKP Bandırma ilçe kadın örgütünün halkla diyaloglarını işleyen bir haberde, Bandırma AKP Kadın Kolları Başkanı Zeynep Sığırcı’nın da 1903’te yerleşen Kabartey Çerkes köyü olan, Bandırma Sığırcı köyünden olması da dikkatimi çekmiştir.

AKPKK Bandırma Kadın Kolları Başkanı Çerkez Zeynep Sığırcı

Daha geçtiğimiz hafta içinde TBMM’de kısmen özür diletilen AKP Balıkesir milletvekili Tülay Babuşçu’nun “600 yıllık imparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi” diyerek Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti aşağılaması akıllardan çıkmamışken, AKP’nin sözde imamlarının her gün kiminin anasının dizinden, kiminin dizine oturttuğu kızından, kimsinin, altı yaşında çocukla evliliği dine uygun bulmasından, kiminin, ölen eşiyle altı gün ilişki yaşamanın dinen uygun olduğunu açıklamasından, bir çok ilde AKP’li kadınların siyasetten el çektirilmesine uzanan, “kadının yeri evininin içidir, asli görevi ve en büyük rütbesi anneliktir” diyen, şimdiden çarşaf-peçe ile örtünmeyi, erkeklerde Sabi ve Keldani putperestliğinin kutsal kıyafeti olan Sarık, cübbe, şalvar kıyafetlerinden Rum Ege balıkçılarının kıyafeti olan fese kadar kıyafetlerin teşvik edilmesine ve okullarda Osmanlıca adı altında Kürtçe eğitime başlanılması gibi gelişmeler sanki hiç yokmuş gibi, Bandırma’lı AKABE/AKP İlçe Kadın Kolları Başkanı Çerkes Zeynep Sığırcı’nın “Atatürk’ün modern Türkiye ile yücelttiği kadınlar, 1934’te başlayan kazanımlarla dünyaya örnek oldular. Emekleriyle hep var olan fakat karar alma mekanizmalarında hak ettiği yeri bulamayan kadınlar 14 Ağustos 2001 tarihinde AK Parti’nin kurulmasıyla Türk kadını için yeni bir dönem başladı.” İfadesi, sanki, AKP zamanında kadınlar eve kapatma siyasetlerine maruz kalmamışlarcasına, ikiyüzlü siyasetlerini gözler önüne sermektedir.

AKP'ye göre kadının hak ettiği yer budur.
Tarikat fahişeliği

Genellikle halkı aydın, devlet bağlı, Atatürk’ü seven insanlar olan Bandırma halkına yaptıkları bu aldatmacanın iki yüz yıllık Haçlı İşbirlikçisi Çerkeslere yakışır ancak.

Bandırma’lı biri olarak Çerkeslerin tümünün AKP’li olmadıklarını bilmeme rağmen, bazılarının geçmişe dayalı hala geçmemiş yaraları yüzünden Çerkesler hakkında bu yazıyı yazmayı da gerekli bulmasaydım yazmayı düşünmüyordum.

Ama böyle işbirlikçilikleri gözler önüne sermeden insanları nasıl kazanacağız? Sorusunun da cevabı “aydınlatmak” olduğuna göre, eğer biz aydınlatamıyorsak, halkı aydınlatan birileri bulunur ve istedikleri gibi de kullanır.
 
Bu yazının da yazılma gerekçesi, Çerklesler de dahil olmak üzere, bu topraklara ayak basan herkesin bastığı toprağa sahip çıkmaları, sömürgeci Haçlı devletlerinin ayaklarını bu topraklardan uzak tutma çabalarında birleşmeleridir.
 
Takdir okuyanlarındır.


Alaeddin Yavuz/

Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.