Çerkeslerin göç nedenlerini, soykırımdan kurutarılışlarını Türklere borçlu olduklarını bilmeyen bu tarihi kıssayı okusun ve yerini ona göre alsın.
Osmanlı’nın başlangıçta Kafkasya siyaseti olmamıştır.
Osmanlı, Balkanlardan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Moldavya, Kırım
üzerinden Karadeniz’in üst bölgesine geçmiştir.
Çünkü, Kafkaslarda Gürcüler her ne kadar Hristiyan olsalar da Süryani İncili temelli bir Hristiyanlığa sahip olduklarından İslam’a geçişleri zor olmamış ve Osmanlı idaresine girmişti. Diğer yandan Azeriler, Kafkasları idare ediyorlardı.
Çerkesler ve diğerleri de Cengiz Han’ın ölümünden sonra dört oğlu arasında bölünen imparatorluğundan Kafkaslar dahil Kırım ve yıkarısının öldüğü bölgeler Sibirya’ya kadar Cengiz’in ilk oğlu oğlu Çoçi’nin payına düşen Altın Orda/Altın Ordu Devletinin idaresindeydiler. Kıpçak Türkleri de bölgeye hakimdiler. Çoçi’nin Yahudiliği din olarak seçmesiyle bölgede Musevilik yaygındı.
Çünkü, Kafkaslarda Gürcüler her ne kadar Hristiyan olsalar da Süryani İncili temelli bir Hristiyanlığa sahip olduklarından İslam’a geçişleri zor olmamış ve Osmanlı idaresine girmişti. Diğer yandan Azeriler, Kafkasları idare ediyorlardı.
Çerkesler ve diğerleri de Cengiz Han’ın ölümünden sonra dört oğlu arasında bölünen imparatorluğundan Kafkaslar dahil Kırım ve yıkarısının öldüğü bölgeler Sibirya’ya kadar Cengiz’in ilk oğlu oğlu Çoçi’nin payına düşen Altın Orda/Altın Ordu Devletinin idaresindeydiler. Kıpçak Türkleri de bölgeye hakimdiler. Çoçi’nin Yahudiliği din olarak seçmesiyle bölgede Musevilik yaygındı.
Bu durum Osmanlı için tehdit oluşturmuyordu.
Kanuni’nin ölümünden sonra Hürrem Sultan’ın oğlu
II.Selim’den başka sağ kalan çocuk kalmadığından II.Selim devletin başına
getirilmiş, kardeşlerinin akibetlerinden kafayı yeyip kendini içkiye veren bu
padişah zamanında Hürrem’in devlet içine soktuğu Sırp kökenli sadrazamlar ve
vezirlerin sinsi işbirlikçilikleriyle Osmanlı hazinesi ve toprakları Ruslara
geçmeye başlamıştı.
Sürekli gelişen Rus Çarlığının Kafkaslarda oynadığı
oyunların artması üzerine Osmanlı ilk kez 1680’lerde Kafkas seferine çıkmış ve
bölgeyi Osmanlı topraklarına bağlamıştı.
Keşifler çağının bu dönemlerde büyük ölçüde tamamlanmasıyla
yüzünü Osmanlı’ya çeviren batılı açlı koalisyonu (Kutsal Roma Cermen
İmparatorluğu 1815’e kadar sürmüştür) da Rusları desteklemekten geri kalmıyor,
Rus çarları İngiliz sarayından evlenmeye de başlıyordu.
Bu Haçlı ve Osmanlı devşirme Sırp devlet adamları işbirlikçiliğinin
sonunda 1768’de başlayan Osmanlı Rus harbi altı yıl sonunda 1774 Küçük Kaynarca
Antalşmasıyla sonuçlanmış, Osmanlı ilk kez kendi ülkesindeki
“gayrimüslümlerin/Müslüman olmayan azınlıkların” üzerinde Rusları söz sahibi
etmeyi kabul etmişti.
Bütün haçlı ülkeleri arasında yapılan müttefiklik anlaşması
gereğince, “bir Hristiyan devletin Hristiyan olmayan bir devlet üzerinde elde
ettiği hakka otomatikman diğerleri de sahip olmaları ilkesi" gereğince, Osmanlı
azınlıkları batılı sömürgeci, kolonist devletlerin ellerinde oyuncak haline
gelmişti.
Hristiyan misyoner papazlarının ki çoğu rahip ajan olan bu
şahısların “İslam’ın elinde ızdırap çeken din kardeşlerimize yardım edin”
aldatmacalarıyla kiliselerden toplayıp getirdikleri bağışlarla birden
zenginleştirilen azınlıkların feodal önderleri, silahlanmaya girişmiş ve ardı arkası
gelmeyen isyanları başlatmışlardı.
İçeriden zayıflayan Osmanlı artık her cephede toprak ve
asker kaybından başka bir şey yapamıyordu.
Bu şartların sayesinde II.Katerine döneminde 1783’te Ruslar
Kırım’ı işgal etmişler, Kafkaslara doğru ilerlemeye başlamışlardı. Kırım’dan
Ukraynaklıları Kafkaslara yerleştirerek Hristiyan nüfusunu arttırma
girişimlerini de eksik etmemişlerdi.
Siyasi sınırları, demografik (nüfus) yapısı sürekli değişen
Kafkaslar 1800’lerin başında Rusların eline geçmişti.
Rusların Kafkaslar
üzerinden sıcak denizlere inmesinden çekinen İngiltere’nin desteğiyle İran’ın
ani bir çıkışı sonucu Kafkaslar 1813 Gülistan Antlaşmasıyla iran ve Ruslar
arasına paylaşılmıştı.
Günümüz Azerbaycan’ı, Gürcistan Ruslara, Güney Azerbaycan
olan günümüz İran sınırımız da İran’a kalmıştı. Ama Ruslar durdurulmuştu.
Bölgeyi tekrar eline geçirmek isteyen Osmanlı, Musevi,
Zerdüşt Kafkas halklarını Sünni İslam’a çekebilmek için hocalar gönderirken
İngilizler de boş durmuyordu.
Kafkasların Irk haritası |
Onlar da, İstanbul’a gelerek Karslı bir imam sayesinde
Müslüman olup Ahmet adını alan dah sonra İslam’da bütün mezhep ve tarikat
bölünmelerini yürüten, Sabi /Arami kökenli sözde Müslüman Basra ulemalarının
yaşadığı Irak Basra’ya geçmiş, kendisini kabul ettirmişti.
Yemen sınırında bulunan Necd çölü Bedevilerinden Sünni
Müslüman bir aşiret çocuğu olan ve ailesince dini eğitim almaya gönderilmiş
bulunan Abdülvehhab Mehmet’i etkilemiş, ilk Mason İslam’ı olan Vehhabilik
dinini aşılamıştı. 1739’lara gelindiğinde Necd çölü Arapları Vehhabi olmuşlar,
İngilizlerden aldıkları destekle “Bağımsız Arap İslam devleti kurmak için
isyanlara başlamışlardı. Bu yüzden hiç bir Osmanlı Halifesi ve şeyhülislam’ı
Vehhabileri Müslüman saymamıştır.
İşte Kafkasların Rus- Osmanlı-İran-İngiliz+Kutsal Roma
Cermen İmparatorluğunun din ve Mezhep misyonerlikleri kumpanyasında Çerkesler
de Sünni Müslüman, Vehhabi Müslüman(!) olarak İslam’ın tarafında yerlerini
almışlardı. Hristiyan olanları, Müslüman Yahudiliği olarak bilindiğinden Yahudi
Mezhebi sayılmayan Sabetay Sevi dinine (Kızılbaş Alevilik olarak da bilinir.
Oysa Kızılbaşlık daha eskidir.) girenlerine kadar da yok değildi.
Ama Çerkeslerin çoğunluğuna İngiliz parası tatlı
gelmiş,Vehhabi dininde karar kılmıştı.
İngilizlerden aldıkları para, silah ve siyasi yardımlarla
Ruslara karşı ciddi savaşlar vermişler, Rus ilerletmesini yavaşlatmışlardı.
Bu uzun sürmedi ve Ruslar Abdülmecir döneminde 14 Eylül 1829
Edirne Antlaşmasıyla Ahıska, Kars, Çıldır bölgelerini de Ruslara terk edince
Ruslar bölgeye hakim olmuştu. O zamanlar Irak, Arap yarımadası Osmanlı
topraklarına ait olduğundan, Çerkesler de kendilerine Müslüman dediklerinden
dolayı Osmanlı’dan başka sığınacak yerleri yoktu.
Ama Ruslar işi sıkı tutuyor, Çerkes göçlerini kabul etmemesi
için baskı yapıyorlardı. Zira artık Osmanlı, “hakim” değil, “güdülen” bir
devlet olmuştu.
Rusların ilerlemesinden endişelenen İngilizler Fransızları
da yanlarına alarak 1853-1856 Kırım savaşlarını başlatmışlar, ilk çıkışta
yenildilerse sonradan başarıya ulaşarak Rusları geriletmeişlerdi.
Ruslar da Balkanları bırakıp, Asya’daki Mason
İngiliz-Fransız koalisyonunu destekleyen Müslüman, Musevi Türk azınlıklara
karşı soykırıma başlamışlardı. Bu da Osmanlı’ya göçleri arttırmış hatta
Moğollara kadar uzanmıştı. Çok az gelen Moğolların bir Kısmı İstanbul’a
yerleştirilmiş, Dolmabahçe, Çırağan saraylarını ısıtmakta kullanılan “Külhan”
denilen mangalların yakılmasında çalıştırılıyorlardı. Bunların başındakilere de
“Külhanbeyi” denildiğinden, sarayda çalışmanın avantajını kullanarak
kabadayılık da yapan bu mangal ameleleri sayesinde dilimize “kabadayılığın” adı
olarak “Külhan beyi” de yerleşmiş oluyordu.
Bu zayıflamayı iyi değerlendiren Rus Çarlığı tekrar
Kafkaslara yönelmiş, 1862’de günümüzün Dağıstan’ı olan Çerkes ülkesini
fethetmiş, amansız bir soykırım yapmıştı.
Batılılaşarak devletini toparlamaya çalışan Osmanlı padişahı
Sultan Abdülmecit Çerkeslerin İngilizlerle işbirliğinde olmalarından ziyade,
Sünni-Alevi ayrımcılığı yüzünden dışlanan Alevi Türklerin bile aralarına
katıldığı Kızılbaş isyanları (Sabetayist ve Gregoryen Ermenilerin, Ortodoks
Hristiyan Süryanilerin, Karadeniz’li Ortodoks Rumların ve Yezidi Kürtlerin
başını çektikleri isyanlar yüzünden Ankara’dan öteye gidemiyordu zaten.
Balkanlar da ise durum daha kötüydü, isyancıları yakalayan subaylar Rus
konsoloslarının baskılarıyla cezalandırılır hale gelmişti. Batılılaşarak
üzerindeki baskıyı kıracağını düşünen Abdülmecit’in bütün çabalarına rağmen,
azınlık isyanları durdurulamıyordu.
19. yy. Yezidi Kürt isyancılar |
Bu azınlıklar aldıkları her türlü desteklerle şımarmışlar,
devlete ne vergi ne asker vermedikleri gibi açıktan devlete de başkaldırmışlar,
resmen Türk ve Müslüman soykırımları yapıyorlardı. Abdülmecit’in tüberkülozdan
ölümü sonucu 1823’ten beri süren mücadelelerle dolu 38 yıllık padişahlık
yaşamı, 1861’de ölümüyle yerini kardeşi Sultan Abdülaziz’e bırakmıştı.
Zeki bir padişah olan Abdülaziz, kardeşinin bıraktığı yerden batılılarıla ilişkilerini kuvvetlendirmiş, Fransızları, İngilizleri etkilemeyi başarmış ve sağladığı destekle içerideki isyanların Sırbistan, Bulgaristan ve Anadolu’da olanlarını kısmen bastırmıştı. Ama büyük devletlerin korumaları altında olduklarından ilk fırsatta gene isyanlar beliriyordu.
Zeki bir padişah olan Abdülaziz, kardeşinin bıraktığı yerden batılılarıla ilişkilerini kuvvetlendirmiş, Fransızları, İngilizleri etkilemeyi başarmış ve sağladığı destekle içerideki isyanların Sırbistan, Bulgaristan ve Anadolu’da olanlarını kısmen bastırmıştı. Ama büyük devletlerin korumaları altında olduklarından ilk fırsatta gene isyanlar beliriyordu.
Bunları bastırmada da uzun zamandır Rusların baskısıyla
göçlerine izin verilmeyen, Karadeniz’de gemilerde ölümü bekleyen, ölülerini
denize atarak hastalıklardan kurtulmaya çalışanlarından kara yoluyla
gelenlerine kadar Çerkezlerin göçüne izin vermiş, onlara yer verdikten sonra da
orduda görevlendirmiştir.
Çerkezler, Marmara bölgesi (Balıkesir, Çanakkale, Bursa,
Sakarya, İzmit, Bolu, İzmir, Samsun, Trabzon, Sıvas, Amasya, Elazığ, Erzurum,
Malatya, Maraş, Diyarbakır, Behramköy, ağırlıklı, Ermeni isyancılarından
boşalan Kayseri-Pınarbaşı, Balkanlarda Niş, Berkofça, Tırnova, Suriye Mısır’a
kadar değişik yerlerde uygun arazi bulunan her yerde istihdam edilmişlerdir:
Rus soykırımından dolayı kinli olan Çerkesler bulundukları
her cephede başarılar kazanılmasında etkili olmuşlarsa da, ço güçlenmiş
Hristiyan koalisyonu karşısında Osmanlı’nın gerilemesini ve çöküşünü Türklerle
birlikte olmalarına rağmen engelleyememişlerdi.
1878-93 Balkan Muhacirleri Karaköy'de |
1860’larda başlayan ilk Çerkes göçünü, Abdülaziz’in
uluslararası komployla tahttan indirilişi, Feriye Sarayında öldürülüşünün
ardından tahta geçen Sultan II. Abdülhamit’in acemiliğinden istifade ederek,
devleti İngiliz sömürgesi yapmak isteyen sahte Msülüman devşirme sadrazam ve
vezirlerin çıkarttıkları Rusya seferi ile başlayan 1876-1878 Osmanlı Rus harbi
yenilgisi takip etmiş, Kafkas göçleri ile Balkan göçlerine sebep olan korkunç
bir Müslüman soykırımı da başlamıştı.
İşte bu dönemde gelen Çerkesler, Rus idaresinde olan,
İngilizlerin kışkırtmalarıyla isyan Ruslara eden Dağıstan’dan gelen
Vehhabilerdi. Aşırı Rus baskıları yüzünden Şeyh Şamil ile Karadeniz’de gemilerde
perişan olarak bekletilen, hastalıklarla boğuşan Çerkezler kabul
edilemiyorlardı. Sultan II.Abdülhamit sonunda bir yolunu bulup Çerkesleri kabul
etmiş, Balkan göçmenleriyle birlikte 1882’ye kadar bekletilrerek, uygun yerler
belirlendikçe yerleştirilmeleri sağlanmıştır.
Çerkeslerin gelişleri zaten uzun yıllardır aralıksız süren
savaşların getirdiği kıtlık, yokluk, erkek azlığı yüzünden sıkıntı çeken yerli
halkları pek memnun etmemiş, bazı saldırılar olmuş, sonunda saldırganlar
cezalandırılarak iş tatlıya bağlanmışsa da Çerkezler de rahat durmamışlar,
onlar da gelip geçtikleri yerlerde yerleşik halka saldırmışlar, evlerini,
hayvanlarını, birikmiş paralarını yapmalamışlar canlar almışlardır. Hırsızlığa
meyilli olmaları da bu geçimsizliklerin başını çekiyordu. Olayların geneline
bakıldığında Çerkezlerin Ankara’dan itibaren Kürtlere, Hristiyan ahaliye karşı
daha fazla yara verdiğini görmekteyiz.
30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla teslim olan
Osmanlı devleti, çökmüş, halkın isyan etmesini önlemek ve işgalin sükunet
içinde gerçekleştirilebilmesi için, ordudan küçük bir miktar asayiş işleri için
bırakılmış, işgal güçleri konutanlarının kukla durumuna düşmüş padişaha
verdikleri emirleri uygulamakla görevliydi. Diğer orduların tümü silahlarını
teslim edip askerleri terhis edilmişti.
Emperyalist devletlerin kesin galibiyetine son anda savaşa
girerek büyük emek vermiş Amerika Birleşik Devletleri’nin Yunan/Grek
hayranlığı, Anadolu’ya uzanan bir Grek devleti kurma aruzusu yüzünden, 1919’da
İzmir’e Yunan ordusunun çıkartılması da Kurtuluş savaşının ateşini yakmıştı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gelişen Kurtuluş
Savaşına Çerkesler de katılmış, diğer yandan Kurtuluş savaşına karşı işgal
devletlerinin güdümünde hareket eden İnzibatiye ordusundan istihbaratına kadar
padişah yanında kalanları da vardı.
Her iki tarafta oynayan Çerkesler, sonunda Anadolu’da bir
Çerkes devleti kurma fikrine kapılarak işgal devletleriyle işbirliğine
girmişler, Mustafa Kemal Atatürk-Çerkes Ethem kapışmasında davayı
kaybetmişlerdi.
AKP ile kadının hak ettiği yer budur; |
Oysa, anavatanları olan Dağıstan için mücadele etmek,
devletlerini orada kurmak yerine, Sünnilik yerine Mason İngiliz İslam’ı
Vehhabiliği tercih ettikleri, Osmanlı’ya değil İngilizlere hizmet ettikleri
için anavatanlarından sürüldükleri halde kendilerine kucak açan Türklerin
yurdunda, onların zayıf hallerinden istifade ederek bunu yapmaları dürüst bir
davranış değildi.
Ama, fırsatı değerlendirip, fıtratı değiştirme arzusu hem
kendilerine hem de Türklere zarar vermiş, ikisinin kapışmasından her zaman
emperyalizm kazançlı çıkmıştır.
Atatürk ile kavgalı olan Çerkesler, daha Osmanlı zamanında
doğuda ayrılıkçı Yezidi Kürtler, Ermeniler, Süryaniler yanında yer almaktan da
çekinmemişlerdir. Hatta Kürt İslam’ı olan Nurculuk tarikatına girerek kader
birliği de yapmışlardı.
Bu gün, Balıkesir, Manisa, Çanakkale’den ülkenin her yerine,
“görevi Ortadoğu’daki Müslüman devletleri ve Trükiye’yi, işgal-terör, iç
çatışma-anarşi ile bölmek, rejimlerini İran’daki Yahudi-Şii rejimi ya da Suudi
Arabistan’daki Yahudi-Vehhabi rejimine geçirmek, yüz yıllığına bölgede
emperyalizmin bekçiliğini yapmak olan, sözde Müslüman görünen Yezidi Kürt, Orotodoks
Gregoryen, Süryani, Lev Tahor, Yakubi, Şemsi Yahudileri koalisyonu olan AKP’de
aktif olarak çalışmaktadırlar.
Çarşaf-peçe,Haremlik-selamlık otobüsler, Müslüman gibi namaz kılan Sabiliğe geçmiş Lev Tahor-Beyt-Ül Şems (Güneş Evi "Kâbe") Yahudilerinin aruzusudur. |
Bu gün bir yakınımın Facebook paylaşımında gördüğüm, AKP Bandırma
ilçe kadın örgütünün halkla diyaloglarını işleyen bir haberde, Bandırma AKP
Kadın Kolları Başkanı Zeynep Sığırcı’nın da 1903’te yerleşen Kabartey Çerkes
köyü olan, Bandırma Sığırcı köyünden olması da dikkatimi çekmiştir.
AKPKK Bandırma Kadın Kolları Başkanı Çerkez Zeynep Sığırcı |
Daha geçtiğimiz hafta içinde TBMM’de kısmen özür diletilen AKP
Balıkesir milletvekili Tülay Babuşçu’nun “600 yıllık imparatorluğun 90 yıllık
reklam arası sona erdi” diyerek Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti
aşağılaması akıllardan çıkmamışken, AKP’nin sözde imamlarının her gün kiminin
anasının dizinden, kiminin dizine oturttuğu kızından, kimsinin, altı yaşında
çocukla evliliği dine uygun bulmasından, kiminin, ölen eşiyle altı gün ilişki
yaşamanın dinen uygun olduğunu açıklamasından, bir çok ilde AKP’li kadınların
siyasetten el çektirilmesine uzanan, “kadının yeri evininin içidir, asli görevi
ve en büyük rütbesi anneliktir” diyen, şimdiden çarşaf-peçe ile örtünmeyi,
erkeklerde Sabi ve Keldani putperestliğinin kutsal kıyafeti olan Sarık, cübbe,
şalvar kıyafetlerinden Rum Ege balıkçılarının kıyafeti olan fese kadar
kıyafetlerin teşvik edilmesine ve okullarda Osmanlıca adı altında Kürtçe
eğitime başlanılması gibi gelişmeler sanki hiç yokmuş gibi, Bandırma’lı
AKABE/AKP İlçe Kadın Kolları Başkanı Çerkes Zeynep Sığırcı’nın “Atatürk’ün modern Türkiye ile yücelttiği kadınlar, 1934’te başlayan kazanımlarla dünyaya örnek oldular. Emekleriyle hep var olan fakat karar alma mekanizmalarında hak ettiği yeri bulamayan kadınlar 14 Ağustos 2001 tarihinde AK Parti’nin kurulmasıyla Türk kadını için yeni bir dönem başladı.” İfadesi, sanki, AKP zamanında kadınlar eve kapatma siyasetlerine maruz kalmamışlarcasına, ikiyüzlü siyasetlerini gözler önüne sermektedir.
AKP'ye göre kadının hak ettiği yer budur. Tarikat fahişeliği |
Genellikle halkı aydın, devlet bağlı, Atatürk’ü seven
insanlar olan Bandırma halkına yaptıkları bu aldatmacanın iki yüz yıllık Haçlı İşbirlikçisi
Çerkeslere yakışır ancak.
Bandırma’lı biri olarak Çerkeslerin tümünün AKP’li
olmadıklarını bilmeme rağmen, bazılarının geçmişe dayalı hala geçmemiş yaraları
yüzünden Çerkesler hakkında bu yazıyı yazmayı da gerekli bulmasaydım yazmayı
düşünmüyordum.
Ama böyle işbirlikçilikleri gözler önüne sermeden insanları
nasıl kazanacağız? Sorusunun da cevabı “aydınlatmak” olduğuna göre, eğer biz
aydınlatamıyorsak, halkı aydınlatan birileri bulunur ve istedikleri gibi de
kullanır.
Bu yazının da yazılma gerekçesi, Çerklesler de dahil olmak
üzere, bu topraklara ayak basan herkesin bastığı toprağa sahip çıkmaları,
sömürgeci Haçlı devletlerinin ayaklarını bu topraklardan uzak tutma çabalarında
birleşmeleridir.
Takdir okuyanlarındır.
Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.