Sayfalar

16 Mayıs 2013 Perşembe

MUTLU BİR EVLİLİĞİN ANAYASASI


MUTLU BİR EVLİLİĞİN ANAYASASI

Ben, biri beş yıl diğeri 20 yıl süren iki evlilik, 25 yıllık deneyim süresince bile evliliğin istediğim gibisini kuramadım. Mutlu bir yuvayı bari birileri kursun veya bizim tecrübelerimizi de değerlendirerek bir yerlerden başlasın diye düşüncelerimi, tespitlerimi yazayım dedim ve yazdım. 

Bu yüzden ilk cümleden itibaren bana “salak” diyenlerin olabileceğini düşünüyorum.

Bu gibi konuları biz dâhil, doğulu toplumlar paylaşmadıkları için aile hekimlerimiz bu paylaşımı yapabilen batılı toplumlarda yapılmış paylaşım sonuçlarını alarak bize bu bilgileri verdiklerinde bizim bünyemize uymadığından ilgi görmemektedir. Sorulduğunda hepimiz kendi toplumumuzun mazideki gibi yeryüzünde sözü geçen toplum olmasını isteriz. 


Her tarafımızdan muhtelif milliyetçilikler, vatanseverlik, yardımseverlik akmaktaysa da toplumu toplum yapan kültür paylaşımını ihmal ettiğimiz için yabancıların elbiseleri de bize uymadığından sömürge toplum olmaktan da kurtulamıyoruz.  Toplumumuzda birilerine derdinizi açtığınızda sadece sizi “enayi” terine koyarlar. Çünkü onlar “saklarlar!”. Bizde buna “kurnazlık” denilir. Bu salaklığı kimseye bırakmayan bir kurnazlıktır.
Oysa batılılar, bu salaklığı çok yaparlar, yazarlar, çizerler, ölçerler, tartışırlar ve paylaşırlar. Böylece daha az hata yapan insanların oluşturduğu toplumu kurmuş olurlar. Söylediklerine, ürettiklerine güvenilen toplum olmalarının arkasında bu paylaşımları vardır.

Toplumumuzu bir basamak yukarı taşıyabilmek için böyle ailevi konuların da halkımızın eli kalem tutanlarınca tespit edilerek bilim insanlarımıza katkıda bulunmaları gerekmektedir. Bu nedenle başkalarına olumlu örnek olabilmek için bu yazımın önemi olduğunu düşünüyorum.
Hem şahsımın, hem polisliğimin verdiği tecrübeleri de ekleyerek, sosyalden özele doğru maddeleri sıraladım. Bence olsa olsa bu kadar olur. :))

Meraklısı buyursun;

TEMEL İLKELER;
 
A-MUTLU BİR YUVA, İLK KEZ EVLENİRKEN KURULUR. ÇİFTLER BİRBİRLERİNİN ARTILARINI VE EKSİLERİNİ AÇIKÇA ORTAYA KOYMALI, TARTIŞMALI VE ÖYLE KABUL ETMELİDİRLER. EVLİLİKLERİ BOYUNCA DA BUNA SADIK KALMALIDIRLAR. EKSİLERİNİ SORUN ETMEKTEN KAÇINMALIDIRLAR.
İLK EVLİLİKTE YAPILAN YANLIŞ ÖMÜR BOYU SÜRER. BOŞANMADAN SONRA GERÇEKLEŞECEK EVLİLİKLER DE İLK EVLİLİĞİN YANLIŞLARI ÜZERİNE KURULACAĞINDAN MUTLULUK ASLA YAŞANAMAYACAKTIR. EN İYİ OLASILIKLA “EH BUNUNLA İDARE EDELİM” TARZINA RAZI OLUNABİLİR.

B-EVLİLİKTE AMAÇ, AZA KANAAT EDEN, KARŞILIKLI SEVGİ VE HOŞ GÖRÜYÜ HEDEFLEYEN MUTLU BİRLİKTELİK OLMALIDIR. AKSİ HALDE İSTANBUL’DAN BURSA’YA GİTMEK İSTEYEN BİRİSİNİN İZMİT’E KADAR DOĞRU GİDİP YANLIŞLIKLA ADAPAZARI, ESKİŞEHİR, BİLECİK, ANKARA YOLLARINA SAPARAK KAYBOLMASINA BENZER BİR YAŞAM ÖMÜR BOYU SİZİ YAKACAKTIR. YA DA BURSA’YI BULUNCAYA KADAR EPEY BİR YOL KAT ETMENİZ GEREKECEKTİR.

C-EVLİLİK ADAYLARININ BAĞIMSIZ KARAR VEREBİLME YETENEKLERİNE SAHİP OLMALARI VE KENDİ EKONOMİK BAĞIMSIZLIKLARINI KAZANMIŞ OLMALARI ESASTIR. PARAYLA SAADET OLMAZ AMA PARASIZ DA OLMAZ!

D-KİMSE KENDİSİNİ OLDUĞUNDAN FARKLI GÖSTEREREK DİĞERİNE KAKALAMA DERDİNE DÜŞMEMELİDİR. BU YANLIŞ TAVIR KURULACAK YUVAYI YIKACAK KADAR TEHLİKELİDİR. ÇOCUKLARIN KESİN RUHSAL SORUNLU OLMASINA SEBEP OLUR. KARŞILIKLI AÇIKLIK, GÜVENİ SAĞLAR VE MUTLU BİR BİRLİKTELİĞİN DE TEMELİDİR.

E-SİNSİ HESAPLAR, YALAN DOLAN, HİLE ÜZERİNE EVLİLİK KURMAK EN AŞAĞILIK İŞTİR. KİMSEYE YARAR GETİRMEZ. SADECE EVLİLİK KURUMUNA GÜVENEN MASUM TARAFIN YAŞAMINI, DOĞACAK ÇOCUĞU VE AİLESİNİ PERİŞAN EDER. İNSANLARA GÜVENİNİ SARSAR. BUNU YAPMAYA KİMSENİN HAKKI YOKTUR. DOĞRU SÖYLE DOĞRU ÇIKSIN CANIN İLKESİNDEN ŞAŞMAYINIZ! YAPANIN DA YANINA BIRAKMAZLAR. 

Şimdi diğer yaşamsal ilkeler;
Bir yastıkta kocamak herkesin harcı değildir.

1-Ülkemizde özellikle doğu ve güneydoğu bölgesinde çok, orta ve batı Anadolu’da daha az yaygın olan yakın akraba evlilikleri sakat doğumlara yol açtığından kesinlikle tercih edilmemelidir. Hatta kan uyumu varsa bu evlilikler de aynı gerekçe ile tercih edilmemelidir. Zira sakatlık en ağır yıkımı doğan çocukta sonra anne ve babasında ve sırasıyla aile yakınlarında yıkım yapar. Devlet açısından da istihdam sorununa sebep olur. Bu evliliklerin yaygın olması yüzünden devlet siyasi hesapları uğruna çok çocuk yapmayı teşvik etmemelidir.

2-Cahil, kişiliği gelişmemiş, kendisine güveni olmayan, işsiz, sefil, sakat, alil ve aciz insanlar ve çocuklar evliliğe teşvik edilmemelidir. Çocuklar ne şekilde olursa olsun engellenmelidir. Topluma kendileri yük olan bu insanların yeni yükler üretmeleri engellenmelidir.

3-Görücü usulü, etnik veya dini kökenlerden doğan töre evliliklerinin engellenmeleri her ne kadar zor olsa da yasaklanmalıdır. İnsanlar bunları tercih etmeyerek devlete ve en başta kendilerine yardımcı olmalıdırlar.

4-Çiftlerin işleri, gelirleri arasında uyum olmalıdır. Farklı iş ve gelir düzeylerindeki evlilikler beklenmedik nedenlerle sonu ölüme varan kötü olaylarla sonuçlanabilmektedir.

5-Mümkünse evlenecek çiftlerin en az altı ay birbirlerini tanıyabilmeleri sağlanmalıdır. Karşılıklı istek oluşmamışsa evliliğin hüsranla biteceği bilinmelidir. Zorla güzellik olmaz.

6-İlk evlilikte her ne kadar karşılıklı hoşgörüye dayalı kabuller yaşanmaktaysa da bekâret şarttır. Cinsel yaşam da kadın için de bir ihtiyaç olduğundan bekâretin erkeğin başına kakılması gereken bir özelliği yoktur. Kadının bakire olması onun eşinden doğacak çocuğa analık etmek üzerine kurulacak olan evliliğe uygun olduğunu göstermekten başka işe yaramaz. Bu toplumda kural budur.

7-Kadın evlenirken başkasından hamile kalarak erkeği aldatarak eve hediyeli (!) gelmemelidir. Hiçbir erkek başkasından olmuş çocuğa “evladım” demek zorunda bırakılarak cezalandırılmayı hak etmez. Sonradan boşanmaya veya cinayete sebep olabilecek böyle sinsiliklerle bir erkeğin hayatı perişan edilemez.

8-Evlilik törenleri ve sonrası yaşam, ailelerin gösteriş arenası değildir. Çiftlerin veya ailelerinin gereksiz borçlanmasına sebep olur. Bu da kurulan yeni ailenin erken çökmesiyle, karşılıklı düşmanlıkların doğmasıyla sonuçlanabilir. Âlemin evine eşya alınmaz, kiralık eve pahalı eşya almak sadece salaklıktır. Genç evlilerin kendi tecrübeleri ile kendi kişiliklerini kurmalarına fırsat tanınmalıdır. Aksi halde o aileden bir hayır gelmez.

9-Çalışan çiftler iş yaşamının getireceği zorlukların bilincinde olmalıdır ve bu zorlukları taşıyabileceklerine emin olduktan sonra evlenmelidirler. Aileleri de zorlamada bulunmamalıdır.

10-Evlilik öncesi çiftler birbirlerine açık olarak geçmişlerini anlatmalıdırlar. Sonradan ortaya çıkacak gerçeklerin yaratacağı yıkıma böylece engel olunabilir. Evlilik, özellikle kadının kirli mazisini örtmek için kullanacağı bir örtü değildir. Ortaya çıktığında çok ağır şiddetin sebebi olabilir. Kadın veya erkek kirli mazilerini evlilikle örtmeyi asla düşünmemelidirler. Aksi halde kendilerinden başka doğacak çocuklarına da bu pislikleri bulaşacağından mutsuz, intihara veya suça meyilli yeni sorunlu insanlar üretmiş olurlar.

11-Uzaktan kumandalı evlilikler engellenmelidir. Kadın veya erkek veya ikisinde de “kendine güvensizlik yoğunluğu” varsa, kararsız, aile içi, çevresi ya da başkalarının destekleri olmadan karar alamıyorlarsa, bedenen sağlıklı olsalar da “evden bir boğaz eksilsin, ne yaparlarsa yapsınlar” ya da “evlenince düzelirler” mantığıyla evlenmeleri engellenmelidir. Bu evlilikler hem kendileri, aileleri ve toplum için de büyük sorunlara gebe olacaktır. Aksi halde ülke psikopatlar ülkesine dönecektir.

12-Evlilik, mal, şöhret, kariyer gibi hırslara kurban edilemeyecek kadar kutsaldır. Bu değerler için evlenenler kendilerini değerleri için kurban etmiş olacaklardır.

13-Başkasında gönlü olduğu halde çaresizlik karşısında evlenerek mutsuz aile kurmayı garantileyen taraf, bu durumu ortaya çıktığında hukuken de ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Böyle birini evliliğe zorlamak ta aynı şekilde cezalandırılmalıdır. Aksi halde bu evlilik kendisi sorun olmakla kalmayıp büyük sorunlara gebe olacaktır.

14- En büyük aşk evliliklerinin on beş gün ile altı ayda bittiğine toplum her gün tanık olmaktadır. Dışarıdan birbirine çekici gelen çift âşık olup evlendiklerinde, evliliğin getirdiği birliktelik, çiftlerin bilmedikleri yönlerini ortaya çıkardığında bu aşkların nefrete dönüştüğünden aşk kısa sürede bitebilmektedir. Çiftlerin arasındaki uyum yerleştiğinde, aralarındaki olası şüphelerden kurtulduktan sonra çiftlerin çocuk yapmaya karar vermeleri ve bunun gününü dahi kendilerinin kararlaştırılmasına önem verilmelidir. Aksi halde evlilikleri en fazla üç-beş yıl içinde boşanmayla sonuçlanacaktır. En iyi halde çocuğa dayalı bir mantık evliliğine dönüşerek ebedi işkence halini alacaktır.

15-Koca ve çocuk, kadının hayat sigortası değildir. Ülkemizde dini kökenli gelenekler yüzünden ev kadınlığı teşvik edildiğinden, “bekâretini verdiği adamdan boşanma halinde mal ve nafaka alabilmek” amacıyla “ilk geceden hamilelik” kız tarafınca teşvik edilmektedir. Yaygın olan bu gelenek parçalanmış aile çocuklarının sayılarının artmasına yaramaktadır. En büyük acıyı da çocuk yaşamaktadır. Çocuk olmadan boşanma halinde olayın tek mağduru kadın iken buna günahsız bir çocuğu eklemek o çocuğa yapılabilecek en büyük kötülüktür. Erkeğin de baba olmaya karar verme hakkı vardır. Bu hak hiçbir şekilde elinden alınamaz. Alınan erkeğin kadına her türlü şiddet vs. uygulaması doğaldır.

16-Çiftlerden birisi çoğunlukla kadının gizlice evin parasını ailesine, yakınlarına veya gizli sevgililerine aktarma olayı çok sık yaşanan bir haldir. Erkeklerin de evinin ihtiyaçlarını ihmal edip dışarıda harcamasına da sıklıkla rastlanılmaktadır. Böyle aşağılık davranışları yapan bir kadın veya erkek bağışlanamaz. Böyle hallerde ortaya çıkacak şiddetten kimse şikâyet etmemelidir.

17-Eşler, birbirlerinden emin olduktan, kendi başlarına borçlarını düzene soktuktan sonra çocuk yapmaya karar verilmelidir. Aileler çocuklarının evliliklerinde aldıkları kararlarda onlara saygılı olmalı, kişiliklerinin gelişimlerinin böyle olacağını anlamalıdırlar.

18-Eşler arasında sır olmamalı, “ben konuşmayı sevmiyorum” gibi bahanelerle içine kapanarak eşini yalnız bırakan taraf kesinlikle kötüdür. Eşler birbirleri ile daima açık olmalıdır. Sonu boşanma olacaksa da eşler gizlerini paylaşarak çözüm üretmelidirler. Aile içinde eşten ayrı gizlilik, kendi aile fertleri, arkadaşları ile bir odaya kapanıp gizli kapaklı konuşmalar güveni sarsar, yuvayı çökertir.

19-Birbirlerine rahatsız edici şekilde hitap kesinlikle olmamalıdır. Saygılı hitabet her güzelliğin başıdır. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkartır. Buraya kadar sayılanlara aklıyla çözüm bulmuş bir çiftin de başka şekilde davranması zaten beklenemez.

20-Çiftler toplumun temelinin aile olduğunu bu yüzden en kutsal kurumu kurduklarının bilincinde olmalıdırlar. Kendilerine en azından bu nedenle saygı duyabilmelidirler.

21-Çiftlerin evlerine geliş gidiş saatleri olmalıdır. Eşin biri diğerinin ne zaman gelip gideceği hakkında kesin bilgi sahibi olmalıdır. Buna uyulmalıdır.

22-İleride doğacak huzursuzluklar yüzünden “nikâh altındayken ihanete” teşebbüs edilmemelidir. Geçimsizlik varsa çözülmelidir. Çözülemiyorsa boşanılmalıdır. Ancak bunlar çocuk olmadan önce kararlaştırılmalıdır. Ebeveynin salaklıklarını masum bir çocuğun taşıması akli değildir. Hiçbir çocuk anne babasına doğmak için dilekçe yazmamıştır. Çocuk varsa, mümkünse evlilik sürdürülmelidir.

23-Her ne kadar iğrenç bir durum olsa da yaşamın gerçeklerinden biri olan tecavüz gibi olaylardan doğan hamileliklerde doğum beklenmemelidir. Çocuk bir şekilde aldırılmalı veya düşürülmelidir. Ülkemizdeki mevcut yasalar nedeniyle buna engel olunamamış, çocuk doğurulmuşsa, posta ücretinin “teslimde ödemeli ve iadesiz taahhütlü” olarak başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a postalanması cihetine gidilmelidir. Çünkü bu yasayı siyasi çıkarları uğruna çıkartan onlardır.

24-Evlilikten sonra hilesi, hurdası meydana çıkan taraf medenice hiçbir hak talep etmeden çekip gitmelidir.

25-Herkes ağzından çıkan lafın nereye gideceğini hesap ederek söylemelidir. Davranışları ve sözleri ile eşinin lafını esirgemeden sarf etmesine neden olunduğunda bunun arkası gelmez. O aileden de hayır gelmez. Erkek gibi “kahvehane kültürü” de denilen toplum terbiyesi alması, geleneklerimiz gereği mümkün olmayan kadınlarımızın kendilerine güvensizlikleri, aile fertlerine bağlılıkları yüzünden uzaktan kumandalı olmaları, evin içini dışarı açmaları, şüphecilikleri, yukarıda sayılan eksiklikleri yapmaları ve bunu yalanlamaları yüzünden sayısız yuvaların içinde gece gündüz ateşler yanmakta, kendileri, çocukları ruh hastaları haline dönüşmektedir.

26-Kadınların en çok şikâyet ettikleri “aile içi şiddetin” temelinde bu olaylar yatmaktadır. Bu yüzden yetişmesinden kaynaklanan kusurlarından ekonomik bağımsızlığının olmamasına kadar birçok neden de dâhil olmak üzere, şiddete maruz kalan kadınlara da toplum hoş bakmamaktadır.

27- Bu yazıda daha çok “kadın kusurlu” olarak gösterilmişse de ne yazık ki bu toplumsal bir gerçektir. Yeryüzünde her toplumda da yaşanmaktadır. Çocukların ilk öğretmeni annelerdir. Annelerini yani kadınlarını eğitmeyen, iş hayatına katmayan bir toplumun erkekleri de beyinlerini annelerinin beyinlerine göre geliştirebildiklerinden bizim “aile modellerimiz” böyle “arızalı tipler” olmaktadır.

Bu yazımı, yazının başında açıkladığım gibi özleyip de kuramadığım, ama mutlu bir aile kurmak isteyen birilerine faydalı olacağını umarak yazdım. 

Çünkü kim;
- “Ben gerçekten kusursuz, mükemmel, huzurlu bir aileye sahibim, çok mutluyum!” diyorsa biliniz ki yalancıdır. Her ailenin gizli saklı sırları muhakkak vardır. Büyük çoğunluğu evlerindeki hasırlarının altında nelerin gizli olduğunu kendileri bile hatırlamak istememektedirler.

Barlar, pavyonlar ve sokaklarda satılan genç kız, erkek ve kadınlar, madde bağımlılarının tedavi edildiği sağlık kurumlarında şifa umanlar, ceza ve tutukevlerinde gün dolduran kendilerine “kader mahkûmları” diyenler, hırsızlar, gaspçılar, ırz düşmanları, devleti milleti satanlar, soyanlar, katiller, din bezirgânları, dolandırıcılar, sekreterlerinin kocalarına avanta vermemek için zinayı suç olmaktan çıkartan hükumet üyeleri ve milletvekilleri, tefeciler, savaş ve terör tüccarları kimlerin evlatlarıdır?

Karakollar, adliye koridorları, avukatlık büroları, gazete manşetleri, televizyonların haber başlıkları, hep bu “sahte mükemmellerle” doludur.

Çünkü toplumumuzda henüz bu “mutlu, huzurlu model insan” yetişmemiştir. Yeryüzünde de öyledir.
Sokağa çıktığınızda insanların yüzlerine bakınız. Kaç kişi gülümsüyor, karşılıksız, gözleri parlayarak, insan sevgisiyle size yaklaşıp selam veriyor?

Hiç kimse!

Bu yüzden suratına bakıp insan sandığınız ama ne olduklarını bilmediğiniz insanların sözleri, görünümleri, yaşamları karşısında kendinizi aşağılamaktan uzak durunuz. Kendinize saygı duyunuz, başarılarınızla pekiştiriniz. Atatürk’ün, “Başarı başaracağım diyenindir!” ve “Türk, öğün çalış, güven” dediği gibi başarılarınızla övününüz. Kendinize saygınız oldukça başarmak, başardıkça mutlu olmak için ümidiniz var demektir.

Herkesin hakkı olan mutlu bir yuva kurması ve ömür boyu sürdürmesini dilerim. Belki biri kurar mı kurar da bu yazı da sebep olursa benden mutlusu olamaz. 

Takdir okuyanındır.

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc



Bu yazımda öne çıkardığım konular, bir hafta önce (13-14 Haz.2013) Yusuf Kavaklı Hoca'nın malum kanalında da aynı mantıkla işlenmiştir. Diğer din adamlarının da bu konulara vurgu yapmalarında yarar vardır. Takdir okuyanındır.