Sayfalar

15 Eylül 2010 Çarşamba

HALK OYLAMASINDA SIKECILER ISBIRLIKCILER



HALK OYLAMASINDA ŞİKECİLER İŞBİRLİKÇİLER
12 Eylül halk oylamasının %58 evet ile sonuçlanması “EVET”çi AKP’yi ve yandaşlarını mutlu ederken “HAYIR”cı grupların da beklentilerini kırmıştır.Bu sonucun elde edilmesinde hükümetin deniz aşırı ve kara Avrupa’sındaki güçlerden aldığı desteğin yanında hükümet olmanın getirdiği avantajlarla birlikte devletin bütün olanaklarının kullanılması da göz ardı edilemez.

Sonuçların kesinleştiği saatlerde başbakanın yaptığı konuşmada deniz aşırı güçlere teşekkürü yanında evet ve hayır oyu kullanan herkese olduğu kadar da kırıcılığından dolayı da özür dilemesi kendisine yakışan bir davranış olmuştur.

“Evet” oranının %58’leri bulmasında yukarıda saydığım şartlara ek olarak hükümete yandaş olan Ufuk Uras gibi sahte solcuların,AKP’nin menşei olan Saadet Partisinin,müteveffa Recep Yazıcıoğlu’nun partisinin desteklerine ilaveten halk oylamasına “BOYKOT” kararı alarak katılmayarak dolaylı olarak AKP’ye destek çıkan BDP’nin etkisi görülmeyecek gibi değildir.
Gerek halk oylaması gerek olağan yerel ve genel seçimlerde “sandığa atılan oyun sayılması” kuralının işlediğine BDP’nin boykot uyguladığı illerde alenen tartışma götürmez bir şekilde tanık olunmuştur.
Doğu Anadolunun 13 ilinde etkili olan boykot nedeniyle oylamaya katılımın %2 ve %5 gibi olduğu illerde bile,AKP’nin Kürt milletvekilleri olan feodal toprak ağaları ile şıhların çağdaş köleleri olan Maraba ve müritlerden oluşan bu %2 ve %5’lik kesimin kullandığı oy,AKP’ye %98,%95’lik oranlarda bir “ZAFER” görüntüsü getirmiştir.

Bu haksız ve şikeye dayalı yüzdeliklerle elde edilen zafer,illüzyonistin sahnede el çabukluğu ile halkı aldatmasına benzemektedir,gerçek değil, aldatıcıdır.
Aslında bu sonuçlar,AKP’nin Doğu Anadolu’daki gerçek oy oranını da ortaya sermiştir.Artık AKP’nin doğu Anadolu’da bir alternatif olmadığını da kanıtlamıştır.Artık “AKP her yerde ya siz nerelerdesiniz” gibi yakıştırmalar yapmaktan kaçınmak durumundadır.

Halk oylaması öncesi BDP ve temsil ettiği terör örgütü kanadından yapılan AKP-PKK-BDP işbirliği kendisini bu oylamada göstermiştir.Hem AKP,bazı yerlerde %5’in bazı yerlerde de %30’un altında olan katılıma rağmen “çok düşük oyla çok yüksek oy yüzde oranları” alarak göz boyarken,işbirliği yapan BDP-PKK kanadı da boykot kararlarında aldıkları başarıyla kendilerini kanıtlamışlardır.

Yani her iki işbirlikçi kanat da bu işten bir şekilde “kazançlı” çıkmıştır.
Yeşil bölge BDP'nin boykot bölgesi.
Ülke genelinde çıkan sonuçlar açısından halk oylamasını değerlendirdiğimizde önümüzde iki ilginç sorun olduğunu görmekteyiz;

Birinci sorun,MHP’nin sözde AKP ve diğer dinci kesimi önlemek bahanesi ile Alpaslan Türkeş döneminde, 20.Ekim 1991'de Fethullah Gülen’in Üç buçuk Milyar TL’yi,o zamanki MÇP’ye bağışladığı,12 Eylül sonrasından başlayan “Türbanlı Ülkücülük” siyasetinin iflas ettiği ve MHP’nin alt yapısının AKP ve diğer gerici partilere kaymasının ortaya çıktığına herkes tanık olmuştur.

MHP’nin yayın organı Bengütürk Kanalında da oylamanın ardından yoğun olarak Atatürk belgeselleri yayınlanması da bu konuda bir “uyanış” olarak yorumlanabilir mi bilmem.Bunu zaman içinde göreceğiz.

12 Eylül 1980 öncesi MHP,kesinlikle Said-i Kürdi (Nursi) yandaşlığına ve bunun türevleri olan İslami tarikat anlayışlarına karşı iken,cunta lideri Kenan Evren,ANAP’ın ABD ile anlaşarak, Fethullah GÜLEN’i önce ABD’ye sonra da bütün dünyaya tanıtmaları ile başlayan “gericiliğin baş tacı edilmesi” siyasetine MHP’de yukarıdaki yazdığım olayla katılmıştı.

Şimdi gelinen nokta ise MHP’nin tabanının önemli kısmını köktendinci yapılanmaya teslim ettiğine işaret etmektedir.

1960 darbesinin ardından CKMP (Cumhuriyetçi,Köylü Millet Partisi) olan adını MHP olarak değiştirerek sadece “solcu avlamak” üzere “tetikçi” bir parti olarak ABD’nin yeni Türkiye yapılanması olan “Demokrasinin Beş Parmağı ilkesine göre oluşturulan beş parçalı yeni Türk Siyasi Partileri içinde “sol” kesimin,MHP gençlik kolları olan ülkücülerin komando eğitimleri almalarının ardından yaptıkları silahlı saldırıları sonucu Türk Sol’u mecburen “silahlı mücadele” kavramını geliştirmek zorunda bırakılmış ve 12 Eylül 1980 “Bizim Çocuklar Darbesine” kadar sürecek olan yaklaşık 20 yıllık bir “gençlik kıyımında” MHP’nin tahrikçiliğinin etkisi kesinlikle göz ardı edilemez.

12 Eylül 1980 sonrası MHP=Ülkücü hareket “Biz ülkemizi Komünistlerden koruduk ama devlet bize yardım etmiyor,içerideki Ülkücülere yardım topluyoruz” bahaneleri ile giriştiği “çek senet mafyacılığı” ile halkın gözünde yer etmiştir.Diğer yandan da koalisyon hükümetlerinde daima bir “yama parti” olarak bu günlere gelmiştir.

Halen de bu “yama parti” özelliğini korumakta ve Amerikan projelerinde işbirliğini sürdürmektedir.

Halk oylaması kampanyalarında halkı etkileyici bir rol oynayamamış,bazı mitingleri de boş geçtiğinden “yemekli toplantılar” ile gündemi götürmeye çalışmıştır.Çünkü tabanı kaymıştır.
Parti genel merkezinin bu basiretsiz siyaseti merkez ve taşradaki ülkücülerin bütün gayretlerine rağmen kısırlığa uğramıştır.MHP adeta gizli-açık bir “muvazaa partisi” olmuştur.
Oylama sonuçları bunun en açık delilidir.

İkinci sorun ise,önceki yazılarımda da belirttiğim gibi CHP,1946 Celal BAYAR-İsmet İnönü’nün Pembe Köşk’te başlattıkları Muvazaa (şike) bu güne kadar kesintisiz sürmüştür,kendisini bu oylamada da göstermiştir.
Halk oylaması tartışmalarının öncesinde CHP’nin AKP’yi suçlayarak başlattığı Deniz BAYKAL’ın kaset rezaletinin altından CHP’nin çıkması,Kemal Kılıçdaroğlu’nun önce “aday olmayacağını” açıklayıp ardından Baykal’ın yerine aday olması ve seçilmesi CHP’ye olan güveni sarsmıştır.

Halk oylaması kampanyasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendi memleketi olan Tunceli’de “Genel Af” sözü vermesi,PKK ile işbirliği yapmakla suçladıkları AKP’nin ekmeğine öyle bir yağ sürmüştür ki AKP bu yağla daha birkaç seçim gitmeyi garantilemiştir.

Ardından gelen bir afiş rezaletinin ardından da gene CHP çıkmış ve rezil olmuştur.Aslında bu rezaletin konusu basit bir slogandı ve “Türban’ın rahibe kıyafeti olduğu” iddiasına dayanmaktaydı.
CHP’nin,köktendinciliğe karşı kampanya yapmayı bırakın,din hakkında hiçbir bilgisi olmadığı ortadadır.Bu yüzden aslında gerçek olan bu sloganın çok önceden halka CHP tarafından ispatlanması gerekirdi ama CHP bu konuda daima “çaresiz” kalmayı sürdürmektedir ve doğru olan bu sloganı halka anlatmayı bile bu güne kadar asla denememiş,deneyememiştir ve cesareti de yoktur.(“Değişik Dinlerden Baş Örtüsü” başlıklı yazıma bakınız)

Köktendincilik karşısında “sus pus” olan bir CHP’nin,İngiliz destekli Kürt Vehhabiliği olan Nurculuk (İlluminaticilik) tarikatının Sünni mezheplere uymadığını veya gerçek “Kuran Dini kavramına” oturtabilecek çalışmalar yapabilme yeteneğini,Yaşar Nuri Öztürk hoca gibi adamları da dışladığından dolayı kaybetmiştir.
Zaten böyle bir siyaseti de hiç olmadı.

Bundan bir yıl kadar önce “CHP Alevi Partisi mi” diye yazmamdan bir buçuk ay sonra türbanlıları partiye doldurarak köktendinciliğe çanak tuttular. Oysa,Türbanlı (Nurcu) olmayan,gerçek Sünniler halk içinde halen var olmalarına rağmen, CHP muvazaa içinde bulunduğu akıma yanaşarak bu siyasette ciddiyetsizliğini,bilinçsizliğini veya işbirlikçiliğini göstermiştir.

12.Eylül 2010 gününde,oy kullanmanın en yoğun olduğu öğle saatlerinde,iki buçuk aydır “HAYIR” kampanyasını sürdüren ana muhalefet partisinin önderinin “oy kullanamayacağının” haber bültenlerine girmesi de “EVET” oylarının düşük çıkmasında etkili olmuş,CHP’nin bir “muvazaa-şike” partisi olduğunu kesin kes ortaya dökmüştür.

Birkaç yolsuzluk dosyasını açıklayarak kamu oyu gündemine sokulmasının ardından kaset rezaleti ile CHP’nin başına gelmiş Kemal Kılıçdaroğlu’nun kampanya sırasında hiçbir yolsuzluk dosyası çıkaramaması,her gittiği şehirde beyanlarını otomatiğe alıp hep aynı sözlerle halkın karşısına çıkması mitinglerin sönük geçmesine,AKP’ye karşı kamuoyunda oluşan tepkinin karşılık bulamayarak yetim kalması ile sonuçlanmıştır.

CHP,iddia ettiğim gibi İsmet İnönü’den beri devam eden ABD projelerinin “asıl ortağı” olduğunu,bu pis ihanet projelerinin de halka “din maskesi “ giymiş partilerce yutturulması siyasetinin parçası olmayı sürdürmekte olduğunu bu kampanyada da böylece görmüş olduk.

Mevcut mecliste bulunan veya bulunmayan bütün partilerin şike yaptıkları apaçık ortadadır. Türk milleti kandırılmış,”Biz üstümüze düşeni yaptık ama siz evet diyerek memleketin felaketine çanak tuttunuz,izin verdiniz.” Diyerek halkı da işbirlikçiliklerine ortak eden bir siyasetin parçası olmuşlardır.

CHP’de merkez ve taşra teşkilatlarının can siperane gayretlerini yetim bırakmakla kendi kadrolarını şaşkınlığa,umutsuzluğa sevk etmiştir.
Bütün bunlar,Osmanlı’yı tarihe gömen Rum,Kürt,Ermeni,Grek işbirliğinin devlete hakim olduğunu,iki yıl önce yazdığım “Kürt-Rum İşbirliği” başlıklı yazımdaki iddialarımı kanıtlamaktadır.

Bu arada da,işbirlikçi siyasetçilere kanarak kullanılan “evet”lere baktığımızda,halkımızdaki “salak ve işbirlikçi oranını” görmekteyiz.Yani %58 oranında “salak ve işbirlikçi” vatandaşımız olduğu bu halk oylamasında belgelenmiştir.

Şimdi de meclisteki siyasi partiler utanmadan çıkmışlar “%42 benimdir” kavgası yapmakta-dırlar. Bu salaklıkları da yukarıdaki cümleden bağımsız yorumlanmamalıdır. Meclistekilerin de salaklıkları ve işbirlikçiliklerinin oranlarının da halkın oranı ile orantılı olduğu bu kavga sayesinde netleşmektedir.

Hiç birisi,daha halk oylarının sayıldığı saatlerde Al Jazeera (El Cezire) televizyonu Ankara muhabiri Anita McNaught’a 10 dakika kadar beyanat veren başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın baş danışmanlığına,M.Barzani’ye “abi” diyen Ahmet Davutoğlu tarafından getirilen,Amerika’lı Kürt mü Ermeni mi olduğu belli olmayan profesör İbrahim KALIN’ın “Yerel yönetimlerin yerel hükümetlere dönüştürülmesinin önü açılmıştır”açıklamasını,Doğu Perinçek’in ceza evinden halk oylaması öncesinde yaptığı “Türkiye imzaladığı AB kriterlerindeki,yerel yönetimlere özerklik verilmesi maddesini iptal etmelidir” uyarısını konuşmamaktadır.

Oysa,İbrahim KALIN’ın El Cezire televizyonu Ankara muhabiri Anita McNaught’a verdiği mülakatın ardından,aynı televizyona mülakat veren AB genişlemeden sorumlu komisyon üyesi Stefan Fuele’nin,El Cezire internet sitesine düşen aşağıdaki açıklaması da bu yöndedir,işte o açıklama;
Stefan Fuele, the EU's enlargement commissioner, said that the "reforms are a step in the right direction" to complying with accession criteria.”
Bu açıklamanı Türkçesi şöyledir;
“Avrupa Birliği genişlemeden sorumlu komisyon üyesi Stefan FUELE,reformlar,criterlerin kabulüne boyun eğilmesi istikametinde doğru bir adımdır” demektedir.

Diğer yandan Kandil dağından açıklama yapan malum terör örgütünün elebaşısı Karayılan;“Eğer Katalonya otonomisini elde edersek, silahları bırakacağız ve Birleşmiş Milletler’e teslim edeceğiz.İlan edilen ateşkesin 20 Eylül’e kadar sürecektir” Şeklinde yaptığı açıklama,AKP’nin dağdaki örgütle ne kadar işbirliği içinde olduğunu göstermektedir.
http://www.gazeteoku.org/ulusal-gazeteler/Birgun-Gazetesi.php

Bütün bu gelişmeler,MHP önderi Devlet Bahçeli’nin oy sayımlarının sonuçlarının kesinleştiği saatlerde yaptığı “Türkiye sonu belli olmayan karanlık bir ortama girmektedir” çağrısını doğrulamaktadır.

Ancak bu açıklamanın devamında ”erken seçim” talebi ise gülünçtür.

Çünkü,sayın Bahçeli kampanya süresince,”AKP’nin siyasetleri ile ülkenin bölüneceği” vurgusunu yaparken,Dersim’li Kemal’in bütün kanallarda bunu ret etmesi ile,Bahçeli'nin iddiası halka inandırıcı gelmemiştir.

CHP’nin yaptığı bir diğer muvazaa (şike) da budur.

CHP her ne kadar bütün kadrolarının üstün çabaları ile bir “hayır” kampanyası yürütmüşse de şikesini,işbirlikçiliğini ortaya koymuş,kendisine güvenen kitleleri yetim bırakmıştır.

MHP ise iddialarında samimi bulunmadıysa bunun nedenlerini yıllardır işbirliği yaptığı,asıl amaçları “İslam Kürdistanı,Pontus Rum devletleri kurmak” olan Erbakan’ından Erdoğan’ına köktendincilerle kol kola olmasında aramalıdır.Acilen bu işbirliğinden çıkmalıdır yoksa eriyip gideceği,tabanını Fethullahçı yapılanmaya kaptırdığı,haklı olduğu davasını anlatmakta bile inandırıcı bulunmadığı ortaya serilmiştir.

Bundan en fazla da millet ve devlet kaybetmektedir.
Devletin tasfiyesinin yaşandığı bu günlerde,”Milliyetçi” olmakla övünen,milliyetçiliği bir “görev, imanının parçası” sayan MHP,işbirlikçiliği yüzünden bu gerçeği kitlelere ulaştıramıyorsa, onları inandıramıyorsa,sorumlusunun kendisi olduğunu görmelidir.

MHP’ye Fethullahçılık yakışmamaktadır.İslam-Türk sentezi çökmüştür.Artık Fethullahçılık vardır.
Biraz Nihal ATSIZ okumalarını tavsiye ediyorum.Başka türlü bağımsızlık mücadelesine önderlik etme olanakları kalmamıştır.Aksi halde yaptıkları “Amerikan projelerine ortaklık ve günah savma” olarak yorumlanmaktan öteye gidemeyecektir.
Buna da hem akıl,bilgi hem de cesaret lazımdır.
MHP’de bu olgu henüz görülmemektedir.

Neyse MHP'liler fazla takmasın,ben zaten MHP'li değilim:))

Bir NATO ordusu olan TSK’nın komutanının, NATO orduları komutanı olan ABD Genel Kurmay Başkanı olduğu,Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana Atatürk’e düzenlenen suikastların bile arkasında ABD-İngiltere ve işbirlikçileri AB devletleri olması gerçeğinden hareketle,”Ordu ile bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin verilemeyeceği ortadadır”.

Tümgeneral Atilla GÜRDERE Ağlama duvarında.
İsmet paşa döneminden bu yana ordu içinde çöreklendirilmiş Alevi maskeli dönme Ermeni, Kudüs’ün ağlama duvarlarında gözyaşları döken Sabetayist Yahudi ve diğer Yahudi yapılanması,ve Said-i Kürdi okulundan yetişmiş “İlluminatör-Nurcuların” oluşturduğu sağ partilere yandaş medya üzerinden veya re’sen danışmanlık yapan emekli-çalışan, darbe senaryoları teslim eden İslam Kürdistancılarının içinden seçilmiş komuta kademesine sahip bir TSK komuta kademesinden herkes umudu kesmelidir.

28 Şubat 1997 Refah-yol hükümetini,erbakan'ın ve Çillerin gizli ilişkileri bahanesi ile düşüren ve mitinge katılan bir kadının baş örtüsünü açarak,şiir davasını açıp Recep Tayyip Erdoğan'ı cezaevine tıktırıp mağdur ederek,ordunun DİN DÜŞMANI" olarak görülmesini sağlayan kişi Çevik BİR paşa bakın ne iş yapıyor?

ŞOK,ŞOK,ŞOK!!!
Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığını yapıyor!!!!
"Seni kazığa oturturum" dediği eski İç işleri bakanı Meral AKŞENER hanım açıklıyor;

Sonra buyurun bu "Vatan Kurtaran Ordu,10 Kasım 1938'deki darbede,27 Mayıs'ta,12 Mart'ta,12 Eylül'de,28 Şubat'ta ve 28 Nisanda neyi kurtardı" diye, nasıl sormadan bekleyebilir, yazıyı böylelerine yakışır şekilde pembeye boyamadan ve böyle yazı yazmadan durabilirsiniz?

Yani adamlar devleti, çiftlikleri yapmış malı götürüyorlar bizler de vatan millet ayağına telef ediliyoruz. Bundan başka ne sonuç çıkarılabilir ki?

Neye hizmet ettiği belli olmayan Kore’den Kıbrıs’a,subayından Er’ine hiçbir çıkarımız olmayan yerlerde yok yere kıyılan fedakâr şehit askerlerimizden, sağ-sol çatışmalarından Türk-Kürt çatışmalarına her birisi Türk milletinin çiçeklerini toplamaya, kıydırmaya yönelik senaryoların işbirlikçisi olan,ordu-siyaset ve iş dünyasını ele geçirmiş bu ihanet çemberinin kırılması için halkımız yeni bir kurtuluş savaşı vermek zorundadır.

Bu işbirlikçilerle, ne milletin birliğinin ne de devletin bütünlüğünün korunamayacağı ortadadır.
Halk yeni arayışlara itilmiştir.

Tek çare “Türk Sol’u” olan sosyalist ve ırkçı olmayan değerleri savunan yapılanmalar olarak görülmektedir.

Saygılarımla;

Keykubat
http://keykubat.blogcu.com/gitti-gidiyor-turkiye-gidiyor/2088857
Yukarıdaki linki tıklayarak üç yıl önce bu günleri yazdığımı okuyabilirsiniz.
Seçim'de Hilenin KANITI;
http://www.odatv.com/n.php?n=iste-secim-hilesinin-acik-kaniti-1509101200
İŞTE OYUNA SAHİP ÇIKAMAYAN CHP Örneği;
Ordu'da Depo'dan çıkan 222 HAYIR oyunu içeren seçim sandığı rezaleti için;
Yazım desteksiz kalmadı.Sekiz gün sonra Aslan Bulut geniş bir yazı hazırlamış;TIKLA