Korkut Özal’ın aşağıda yazılı açıklamaları ile İsmet İnönü’nün de Adnan Menderes’in de bu sinsi projenin parçaları olduğunu tarih bize öğretmektedir.
Bu haftaki Siyaset Meydanı programına katılan merhum C.Başkanı Turgut ÖZAL’ın kardeşi Korkut ÖZAL’ın görevde iken, Türkiye’nin adının “Anadolu Cumhuriyeti” olarak değiştirilmesinden söz ettiğini,kendisinin de Malatya’nın %40’ının Ermeni nüfusa sahip olduğunu,geçmiş Cumhurbaşkanlarının Kürt kökenlerini açıklaması,Can Dündar’ın Mustafa belgeselinin arkasından bu güne kadar devlet içinde örgütlenmiş sinsiliği de gün ışığına çıkarmıştır.
1828-29 Osmanlı Rus Harbi ile elden çıkan Balkanların ve Kafkasların,İngiliz-Fransız ve Osmanlı kuvvetlerinden oluşan ordularla 1854-56 II.Kırım Savaşının ardından geri kazanılmıştır.
1876-78 Osmanlı-Rus savaşı ile aynı toprakları tamamen eline geçiren Çarlık Rusyası, Brüksel’se satın aldığı Le Nord gazetesini Avrupa’da Rusya’nın tehlike değil Balkanlardan,Helenpont’tan Türklerin kovulması, Osmanlı sınırları içindeki,Balkanlar-Anadolu ve Kafkaslarda yaşayan Hıristiyan halklarının koruyucusu olduğunu anlatarak kendi yayılmacı siyasetine haklılık kazandırma yolunu seçmişti.
12 Nisan ve 7 Mayıs 1876 yılında çıkan Le Nord gazetesi “Asya’da İslam fanatizmi yükseliyor, bu ortak düşmana karşı İngiltere ile Rusya uygarlık görevi gereği işbirliği yapmalıdır” diyordu.
18 Nisan 1876’da yine aynı gazete “Rus yayılması emperyalist değildir.Kafkasya’yı Hıristiyan,Ermeni ve Gürcüleri kurtarmak için alıyoruz.” diyordu.(Orhan Koloğlu-Avrupa’nın kıskacında Abdülhamit S.16)
Buna ek olarak Londra (İngiltere) Cleridge oteline yerleştirdiği,güzelliği ile ünlü Rus hanımefendisi Madam Olga Novikov ile de İngiliz Parlamenterlerini etkilemeye çalışmaktaydı.
Onun bu siyasetleri sonucu Rus Ordusunun 1877’de İstanbul surlarına dayanmasını duyduğunda,İngiltere’nin çıkarlarını korumak için Rusya’ya müdahale etmesi olayında bile bu Madam O.Novikov’un etkisinde olan İngiliz Başbakanı Gladstone Rus savunmacılığını bırakmış ama Türkleri yermekten kaçınmaz.
Bu bağlamda Hıristiyanı kurtarma Türk’ü Avrupa’dan kovma fikri bile onu beş yıllığına tekrar iktidara getirir.
Rusların Kafkaslar ve Osmanlı’daki Hıristiyan halkların haklarını koruma siyaseti ile elde ettiği sempati daha sonra Hıristiyan dünyasının sempatisine ihtiyaç duyan İngiltere,Amerika,Fransa,Almanya ve diğer Avrupa devletlerine sıçrayan bir hastalık olacaktır.
Bunların kışkırttıkları Ermeniler sonunda başlarına dert açıp 1915 olaylarına sebep olacaklar ve günümüzün “Ermeni Soykırımı,yeni çıkarılan 1938 Dersim Kürt Soykırımı” sorunlarının doğmalarına sebep olacaktır.Korkut ÖZAL’ın “Malatya’nın %40’ı Ermenidir” sözünü açtığımızda,Osmanlı’nın Dersim Vilayeti sınırlarına göz atmak gerekecektir.Bu sınırlar,Giresun, şebinkarahisar,Sıvas,Erzincan,Tunceli,Malatya ve Elazığ illerini içine alan geniş bir bölgedir.
1915’de Ermenilerin Suriye’ye ve Hatay bölgelerine sürüldükleri tehcir olayından kurtulmak için “Müslüman olduk” dedikleri için tehcirden kurtulan bu dönme Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları yerler içinde Adıyaman ilini ve Menzil tarikatını da saymak gerekir.
Said Nursi’ni kurduğu Nurculuk akımı içinde de,Fethullah Gülen’in bu zihniyete dayalı Bahailik açılımı da İslam’ın Hıristiyanlığa uygun yeni bir yorumudur.
Lozan Antlaşmasındaki OTİ (Osmanlı-Türk –İslam siyaseti ) yasağı ve Rusya-Batı dengesini koruma gayreti yüzünden devlet içinde “Saltanatçı ve Dinci” yapılanmayı önlemek,Laik devleti korumak için devlet dairelerine doldurulan bu dönme Aleviler ne yazık ki ülkenin kalkınması için değil,sürekli yıkıcı bölücü unsurların yaratılması için her türlü dış güçlerle birlikte çalışmışlardır.
1961’den itibaren başta Almanya ve diğer Avrupa ülkelerine gönderilen işçilerimiz ,Ermeni kökenli Alevi-Kürt etiketli Dersimlilerden ve İslam Kürdistanı fikrini savunan Nurcu Şeyh Sait isyanına katılan Kürt kökenli vatandaşlarımızdan seçilmişlerdir.(Bunların arasında Kürtleşmiş Alevi Türkmenler daha çoktur.)
Bu gün Avrupa destekli “Alevi Dernekleri” (Türk Alevileri hariç ama içlerinde onlardan da var.) içinde örgütlenerek her türlü anarşi,bölücü eylemin içinde yer almışlar,13 Kasım 2008’de de Avrupa Parlamentosunda ilk kez Kürt Soykırımı Tasarısının” görüşülmesini sağlamışlardır.
Diğer yandan Nurcu kesimin de Deniz Feneri,Yimpaş türü örgütlenmeler ile yıllarca Menderes’in Demokrat Partisi,Demirel’in Adalet Partisi,Erbakan’ın MSP,FP,SP gibi partileri ve d e AKP içinde 03.Kasım 2002 ‘deiktidara getirildiğini biliyoruz.
Bu partinin başına da,halkımızın, sünni,dindar Rize’lilere olan sempatisi kullanılarak da asla “Ben Türk’üm” demeyen,kendisinin Gürcü, eşinin Siirt’li Kürt olduğunu söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’ın öne çıkardığı bu kimliğinin de yukarıda açıkladığım Rusya’nın Osmanlı’yı işgal gerekçeleri ışığında düşünüldüğünde Rum-Kürt işbirliğine bir sembol olduğunu görmeme lüksümüzün de olamayacağını düşünüyorum.
Şehide kelle,işçiye torba edebiyatının ardında da başka nasıl bir zihniyet yatabilir?
Son işbirlikçi dümenlerle çıkarılan Kürt isyanları ile başbakanımızın avanak Türkleri “vatansever olduğuna” inandırma,ve sinsi projeyi gerçekleştirmek için güç toplama siyaseti olduğunu görmemize ne engel olabilir ki?
Hükümeti oluşturan bakanların ve başbakanın danışmanlarının ağırlığının da Kürt ve Rize kökenli oluşlarını da söylemeye gerek var mı bilmiyorum.
Cumhuriyetimizin Kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün,kurtuluş savaşında,SSCB topraklarında yaşayan Müslümanlardan oluşturduğu Yeşil Ordu yanında silah,para,cephane ve siyasi destekleri karşılığında Türkiye’de “Sosyalist rejimi” hem halkın kültürel yapısı hem de ABD ve İngiltere’nin savaş ilanı tehditleri nedeniyle gerçekleştiremeyeceğini belirtmesinden sonra çıkarılan Dersim İsyanlarının arkasında Rusya bağlantısını da düşünmekte içine düştüğümüz çukurun nasıl bir şey olduğunu kavramamıza yardımcı olacaktır.
Aynı korku ile de ABD,İngiltere ve diğer batılı devletlerin de Şeyh Sait ve diğer gerici isyanları kışkırttıklarını düşünmemiz gerekir.
Atatürk’ün 1938’de aramızdan ayrılması sonucu,TBMM ve ülke genelinde “Tam Bağımsızlıkçı” siyaset izleyecek devlet adamı kalmadığından,tüm meclis erkanının “ABD-İngiliz Mandası” (Mandate) yandaşı olması sonucu da İsmet Paşa da genel eğilime ve kendi itikadına da uyarak ülkemizi batıya bağlamaktan çekinmemiştir.
1943 Adana Yenice’de İsmet İnönü ile İngiltere Başbakanı Winston Churchill arasında yapılan bu toplantıda da bu bağlantının resmileştiğini biliyoruz.
İşte bu buluşmada çok partili siyasi sistemin oluşturulmasının kararlaştırıldığını,”Serbest Fırka” şartını bu toplantıda Churchill’in istediğini,
Celal Bayar,Adnan Menderes,Fatin Rüştü Zorlu ve Tansu Polatkan dörtlüsünün 1945-46 da İsmet paşa ile aralarında yapılan gizli toplantılarla belirlendiğini,
Sanıldığı gibi Menderes’in kendi sivriliği ile bir yere gelmediğini,
İnönü’nün toprak reformuna karşı bu dört ismin “takrir” adı ile anılan bir itiraz belgesi düzenlemeleri ve bu olayın belgeyi düzenleyen kişi sayısı ile anlamlandırıldığı “Dörtlü Takrir” adı ile tarihe geçirilmesinin ardındanCHP’den kovularak cumhuriyet tarihimizin ilk mağdur edebiyatının yaratıldığını,1950 seçimlerine CHP’nin bu proje nedeni ile asılmadığını,seçimlerden sonra da yeni hükümetin İsmet Paşanın bilgisi dahilinde yeni oluşturulan BM,NATO gibi kurumlara üye edilirken,1925 Şeyh Sait isyanı ile aynı anda çıkarılmış gerici isyanlarının ve 1937-38 Dersim İsyanlarının hapislerde ve sürgünde bulunan önderlerinin aflarının sağlandığını,toprak ağalarının geri döndürüldüklerini biliyoruz.Atatürk Araştırma Merkezi’nin yaptığı çalışmalarda da bu bilgileri okumak mümkündür.
Bu gün nasıl Kürt devleti kurma çabaları AKP iktidarı ile zirveye tırmandırıldıysa o zaman da yine, ABD ve AB’nin Ortadoğu’da güçlenmesini önlemek için,Irak’taki Kasım rejimini idaresi altında tutmak isteyen SSCB Molla Mustafa BARZANİ’yi kendi istihbarat daireleri olan KGB’nin bir ajanı haline getirerek,güçlendirmesi,batı dünyasının da hem bizde hem de komşularımızda izledikleri siyasi planlarının sonucu olarak da günümüzde yaşadığımız Kürt Sorunu’nun kanlı-canlı güçlendirilmiş olarak sürmesine tanık olmaktayız.
Bu bağlamda biraz Rus-Kürt ilişkileri hakkında derlediğim bazı bilgileri sizinle paylaşayım;
Molla Mustafa Barzani,(Bu günkü Mesut Barzani’nin babası) Moskova Harp Akademisinde 1952’de silahlı eğitim aldığı sırada Rus Dış Güvenlik bölümünde görevli olan ve daha sonra SMERSH adlı bu örgütün başına geçecek olan General Sudoplatov’a Kürt-Rus bağlarının 100 yılı geçtiğini anlattığını Sudoplatov’un da I.Dünya Savaşı öncesinden sonuna kadar olan Rus-Kürt ilişkilerini iyi bildiğiniMolla Barzani’ye anlattığını Sudoplatov anılarında bahsetmektedir.Sudoplatov 1947-58 yılları arasındaki Kürt-Rus ilişkileri ise saklamıştır.
Mitrokhin’in arşivlerinde Molla M.Barzani’ye KGB tarafından “RAIS” kod adının verildiğini,KGB Merkez Komitesi CPSU’nun arşivlerinden de1961 Irak Kürt Devriminin gerçek bir devrim olmadığını,sadece ABD ve AB ülkelerinin Ortadoğu’daki çıkarlarını bozmak için yapılan “örtülü bir operasyon” olduğunu öğrenmekteyiz.
1960’taki KGB şefi olan Aleksandre Shelepin’in, SSCB Devlet Başkanı Nikita Kruşçev’e gönderdiği bir muhtıranın içerdiği plana göre de SSCB’nin yakın ve Ortadoğu’da ABD-İngiltere,Turkiye ve İran’dan oluşan ABD çemberinin istikrarsızlaştırılması için Irak’taki Kürdistan Demokratik Partisi başkanı olan Molla M.Barzani’ninpara,silah ve siyasi desteklerle güçlendirilerek İran,Irak ve Türkiye’deki Kürt nüfusunun adı geçen ülkelerde “Bağımsız Kürdistan” kurmak için harekete geçirilmesi için yapılması gerekenler sıralanmıştır.
Shelepin’in bu plana dayanarak açıkladığı ön görüsüne göre “bu hareket uygun şartların sağlanması halinde Kürt-Rus halklarının akla uygun bir dayanışması olabilecektir.”
Shelepin’in yine bu plana dayanarak yaptığı kehanete göre de “Bu plan,Amerika’nın Türkiye’deki askeri üslerine,İngiltere’nin İran ve Irak petrollerine ulaşmalarında ve bütün batı dünyası üzerinde ciddi endişeler ortaya çıkaracaktır.”
Amerika’nın bu yapılanmayı görmemesini düşünmek eblehlik olacağına göre, Türkiye’de meydana gelen 1961 ihtilalinin arkasında bu endişeler ışığında Amerika’yı aramak hiç de mantıksız görünmemektedir.
İşte gizli tarihimizin bir boyutu da bu bilgiler ışığında anlaşılabilir hale gelmektedir.
1991 yılındaki rejimin çökmesinden sonra gün ışığına çıkarılan SSCB Komünist Partisi Merkez Komitesi ve çöküş sonrası Batıya kaçırılan KGB elemanı Vasili Mitrokhin’in arşivlerinde Molla Barzani’nin “RAIS” kod adı ile KGB’nin bir üyesi yapıldığını ve 11.Eylül 1961’de silahlı Kürt isyanını başlattığı,bu dostluğun 1975 yılı sonrasında bozulduğunu,Barzani ailesinin CIA-MOSSAD ekseninde yer aldığı yazılmaktadır.
Bu gün de ABD-AB ve İsrail ve hatta Rusya da ve yerli işbirlikçileri de yine aynı Kürt aşiretini,aynı adamın soyunu kullanmayı sürdürmektedir.
Irak devlet idaresinin de çıkarılan Kürt isyanlarını önlemek ,birliğini korumak için bir batıya bir Rusya’ya yamanması ise Rusya’nın beklenmedik çöküşüile doğan boşlukta iptal edilmesine sebep olmuştur.Yıkılan Irak’tan tek kârlı çıkan ise her iki tarafı Türkiye’nin başında bulunan Kürt ve devşirme-işbirlikçi devlet adamlarının desteği ile Kürtlerden başkası değildir.
İşte ,kuzeyden,güneyden ve Atlantik ötesinden,Batıdan dış güçlerce oluşturulan bu projelerin artık son aşamasına 12 Eylül 1980 askeri ihtilali ile geçildiğini,bu dönemde Kenan Evren ve Turgut ÖZAL’ın birlikte oluşturdukları malum PKK terör örgütü ile 24 yıllık bir geçiş sürecinden sonra bu günlere geldiğimizi hep tekrarlamaya gayret ettim.Her gün bazı ağızların yeni açıklamaları ile de benim naçizane teorilerimin doğruluğu ne yazık ki kanıtlanmaktadır.Oysa saçmalamış olmayı ne kadar da çok arzu ederdim.
Turgut ÖZAL’ın babasının Tunceli Çemişkezek’li olduğunu,Kenan EVREN’in de Manisa’ya sürülmüş Dersim İsyanına katılan Kürt’lerden olabileceğini anlatmaya çalıştım.
Geçenlerde Tunceli’li Kemal Kılıçdaroğlu ile Şeyh Sait’in yeğeni olan Dengir Mir Mehmet Fırat’ın tartışmaları konusunda yaptığı bir açıklamada ,Dengir bey kendisinin “Mir” olduğunu,Kürtler arasında olan bu rütbenin de Tunceli Kürtlerinde de bulunduğunu ifade etmişti.
Kenan Evren’in de kızının adının “MİRAY” olması bu konu ile bağlantılı olarak düşünülürse varacağımız nokta gayet açıktır.Dersim isyanı sonrasında isyan lideri olan Seyit Rıza’nın Dersimli ağalara ettirdiğiyeminin (Dersim Yemini ve Ata’nın Ölümü başlıklı yazım) tutulduğunu,ABD-AB desteği ile 1950’de Menderes’in çıkardığı affın ardından bu cemaatlerin örgütlenme ile devlet için de yapılanan zamanın isyancıları Atatürk’ün kurduğu devleti yıkma planını kusursuz uyguladıklarına tanık olmaktayız.
Bu güne kadar sadece Sünnilerin (Kürtler hariç) ve Türklerin bilmesinin engellendiği bu yemin artık açıkça ifade edilir hale gelmiştir. Meydan okumanın doruğuna çıkılmıştır.
Türk milleti ise dağınık,perişan ve şaşkın bir haldedir.Gelişen olaylara sanki “bu gün olmuşçasına” şaşkınlıklar içinde,öküzün soğana baktığı gibi bakar haldedir.
Sonuç olarak mevcut tüm siyasal kurumlar bu projeye yani devletin bölünüp parçalanmasına ve ardından gelecek sinsi soykırımlara hizmet etmektedirler.Yeni bir yapılanma gerekmektedir. Devlet parçalanmak üzeredir.
Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı, türban takılmasını öneren kişinin 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren olduğunu söyledi. Doğramacı, Habertürk'te katıldığı bir programda şunları kaydetti: "Evren bana bir gün, 'Kabine üyelerinin birisinin hanımı (Mehmet Keçeciler'in eşi) ne güzel, gayet çağdaş şapka gibi bir şey giyiyor, ne kadar medenice, bari başını örtmek isteyen başını bu şekilde örtse ne iyi olur' dedi. Lügat kitaplarına baktık. Fransa'da 'türban' diyorlar. Bone gibi bir şey. Başını kapatmak isteyenler için bu önerildi. Şu an başörtüsü unutuldu, türban gündeme geldi. Birisi saçının görünmemesini istiyorsa ve bunu medeni olarak yapıyorsa bence ona yasak yok. İkinci gerçekse, yürürlükte olan bir kanun varsa, beğenmeyebilirsiniz, değiştirilmesi için çalışırsınız ama beğenmediniz diye karşı da çıkamazsanız. Böyle bir kanun varsa düzenlenmeli."
KENAN EVREN'İN DTP'NİN MECLİSE GİRMESİ VE EYALET DÜZENİ HAKKINDA SÖYLEDİKLERİ EN ÇOK KARADENİZ BÖLGESİNDE TEPKİ ÇEKTİ...
Kenan Evren hakkında suç duyurusunda bulunuldu, İlköğretim Okulu' nun isminin değiştirilmesi başvuru yapıldı
EVREN'E KARADENİZ'DEN SERT TEPKİ
Türkiye Kamu Sen Giresun Temsilcisi Ali Karadeniz, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren hakkında, ¨milletin birliğini bozmak ve anayasanın ilk 4 maddesini ihlal¨ suçlamasıyla savcılığa suç duyurusunda bulundu, Kenan Evren İlköğretim Okulu'nun isminin değiştirilmesi için valiliğe dilekçe verdi.
Karadeniz, Teyyaredüzü Mahallesi' nde bulunan Kenan Evren İlköğretim Okulu' nun bahçesinde sendika üyeleri ile birlikte yaptığı basın açıklamasında, ¨Senin adın bu okula yakışmıyor. Atatürk ismi ile değiştirilmesini istiyoruz¨ dedi.
“http://www.nethaber.com/Toplum/15041/Karadenizde-Kenan-Evrene-tepkimizi-nasil-gostersek-arayislari” Fethullah Gülen, Kenan Evren için 'cennetlik' dedi mi?
Kitabında Atatürk'ün ölümünden sonra iktidarların "dincilere ödün verdiğini" savunan Arcayürek DP'nin dini inançları kullanmasına ilk olarak İnönü'nün "göz yumduğunu" öne sürdü. Arcayürek ayrıca, Fethullah Gülen'in din derslerini zorunlu kılan 12 Eylül generali için "Kenan Evren bu hareketiyle cennetliktir" dediğini anlattı.
İşte Arcayürek'in son kitabını anlattığı o röportaj..
* Demirel'i izleyen dönemler... 12 Eylül ve ülkeye tam on yıl egemen olan Kenan Evren dönemi? - Ayrıntılara girmeden 1982'yi anımsayalım. Yeni bir anayasa yapılıyor. Son karar, 5 orgeneralden kurulu Milli Güvenlik Konseyi'nin. Orada Kenan Evren aldığı mektuplarda halkın, çocuklarının din konusunda bilgi sahibi olmadıklarından şikâyet ettiğini söyledi ve anayasaya din derslerinin zorunlu olduğu hükmünün girmesini sağladı. Bu hareketini Fethullah Gülen nasıl karşıladı biliyor musunuz? "Kenan Evren bu hareketiyle cennetliktir" dedi. Üstelik, halka yaptığı konuşmalarda, yeri var ya da yok düşünmeden Kuran'dan ayet okumayı da âdet edindi.
http://www.nethaber.com/Toplum/56211/Fethullah-Gulen-Kenan-Evren-icin-cennetlik-dedi KENAN EVREN: 'Kürtçeye ağır yasak koyduk ama hataydı'
Kenan Evren: "Güneydoğu'da hizmet verecek memurun Kürtçe de bilmesi lazım. Katı tutumla olmaz bu iş. Ama, tedrisat Türkçe olmalı. Zaten serbest, kurslar var. Resmi eğitim bizde biraz zor." Evren: "'Asmayalım da besleyelim mi?' demiştim. Özal, 'Yapmayın Paşam. AB'ye giremiyoruz' dedi. Ben de dedim ki, 'O halde kaldırın bunu.' 20 kişiyi öldürmüş, ben onu ömür boyu yaşatacağım. Bu felsefe bana göre değil."
Neden yasakladım? Kürtçeyi neden yasakladınız? - 12 Eylül'de bir hatamız da oydu. Kürtçe konuşmayı yasakladık. Şöyle yasakladık: Konuşmalarda, mitinglerde, şurada burada Kürtçe konuşulmayacak. Okulda filan Kürtçe tedrisat yapılamaz dedik. Neden dedik? Ben Devlet Başkanı'yken, bir köyde ilkokula gittim. Üçüncü sınıfa mı, dördüncü sınıfa mı girdim, hatırlamıyorum. Açtım kitabı, oku şunu dedim çocuğa. Kem küm, çocuk okuyamıyor. Dördüncü sınıfa gelmiş, Türkçeyi okuyamıyor. Kızdım. Orada söyledim. Öğretmene döndüm, 'Dördüncü sınıfa gelmiş, Türkçeyi okuyamıyor, bu nasıl iş?' dedim. Sonradan anlaşıldı ki, öğretmen de Kürt. Kürtçe yapıyor tedrisatı. Döndüm ve Kürtçe yasağını koyduk. Kürtçe tedrisat yapılamaz dedik. Ama, biraz ağır yasak koyduk. Sonra bu yasak kaldırıldı, ama hataydı. Hata olduğunu sonradan anladım. 'Amerika bizi kullandı' Evren, Özal'ın Musul'a girme düşüncesini, destek bulamadığı için hayata geçiremediğini söyledikten sonra sordum: Özal, Musul'a giremedi ama 1. Körfez Savaşı'nda ABD Başkanı, baba Bush'a çok yardımcı oldu. Örneğin, Adana'daki İncirlik üssünü kullandırdı. ABD, Saddam'a 36. paralelin kuzeyini yasakladı ve Kuzey Irak'ı İncirlik'te üslenen Çekiç Güç'ün kontrolüne verdi. PKK da bundan yararlandı, Kuzey Irak'a yerleşti ve güçlendi. Terör de yine bu dönemde zirveye çıktı. Bunlara ne diyorsunuz? Şunu söyleyeyim: PKK, 1984 Ağustos'unda Eruh'a saldırdı, biliyorsunuz. Ben, baktım Başbakan'dan ses yok. Özal, Marmaris'te tatildeydi galiba. O zaman ben atladım gittim bölgeye. Baktım durum vahim. Hemen Silahlı Kuvvetler'e talimat verdim, bu işe TSK baksın dedim. Olaydan sonraki dönemde de birkaç kez Kuzey Irak'a sınır ötesi harekât yaptırdım. İran hududuna kadar gittik, bölgeyi PKK'dan temizledik. Bu harekâtları o zaman Saddam'la anlaşarak yapmıştık. Saddam'ın başı İran'la dertteydi. Bize mecburdu. Bir süre terör olayları dindi. Bu harekâtlar başarılı oldu. Ama, sonra 1. Körfez Savaşı'ndan sonra, 1991'den sonra terör yeniden tırmandı. Bir kere 36. paralel işi ve Çekiç Güç bir hataydı. Özal'ın hatasıydı. ABD'ye o imkanı verdik. Onun neticesini aldık mı biz? ABD bizi kullandı. 'Öcalan idam edilmeliydi' Evren, "Öcalan'ın idam cezasının uygulanmaması hataydı" diyerek devam etti: - İdam edilmemesi doğru değildi. Hata. Hem daha AB'ye de aday olmamıştık. Acaba idam edilirse Türkiye'de iç kargaşa çıkar, Güneydoğu'da olaylar patlak verir diye düşünmüş olabilirler mi? Veya ABD, Öcalan'ı teslim ederken "idam etmeyeceksiniz" diye şart koşmuş olabilir mi? Böyle iddialar da var. - Bence AB'den çekindiler. ABD'den çekindiler. Onu destekleyenler var oralarda. Biliyorsun, Sovyetler'e gitti, Yunanistan'a gitti, İtalya'ya gitti. Bu ülkelerden hiçbiri bize teslim etmedi. İdam cezası kesinleştiğinde idam edilseydi, bence mesele kalmayacaktı. Tabii, idamın yıldönümlerinde falan yine bir şeyler yapacaklardı. Gösteriler, bazı olaylar olacaktı. Ama, şimdiki gibi cezaevinden PKK'ya talimat veremeyecekti. Şimdi İmralı'dan PKK'yı yönetiyor. Cezaevinden avukatları kanalıyla.http://www.nethaber.com/Toplum/43873/Kenan-Evren-yine-manset-Keske-memurlar-KURTCE Kenan Evren’e: Otur oturduğun yerde
DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, 7’nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in "Türkiye 8 eyalete bölünebilir" sözlerini eleştirerek, "Neymiş efendim, bölge valiliği istemişmiş. Kenan Evren’in kafası karışmış. Otur oturduğun yerde" dedi.
http://www.nethaber.com/Politika/13957/Kenan-Evrene-Otur-oturdugun-yerde Bahçeli'ye göre artık Evren ihanet şebekesinin içinde
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, eyalet sistemini tartışmaya açan 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e sert tepki gösterdi.
Bahçeli, eleştirilerini yöneltirken salonda bulunan MHP'liler 12 Eylül darbesinin mimarı Evren'i yuhaladı. Türkiye'nin etnik tuzaklarla döşeli bir yola itilmek istendiğini öne süren Bahçeli, ihanet cephesinin her geçen gün büyüdüğünü savundu. Bu cephenin gerçek sahibinin terörist başı Abdullah Öcalan olduğunu belirten MHP lideri, şöyle devam etti: "Ne yazıktır ki bu cepheye katılanlar arasına eski istihbaratçılar ve kamu görevlilerinin yanı sıra sanayiciler, sözde sanatçılar ve aydınlar ile son olarak fikrî pusulasını tamamen kaybettiği anlaşılan, Atatürk'ün Çankaya'sını bir dönem meşgul etmiş eski bir ihtilal komutanı da yer almıştır."
http://www.nethaber.com/Politika/13888/Bahceliye-gore-artik-Evren-ihanet-sebekesinin-icinde İHD, Kenan Evren'e DESTEK verdi
İnsan Hakları Derneği (İHD) Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Alataş, Kenan Evren'in açıklamaları ile ilgili, 'İfade özgürlüğü kapsamına giren sözleri nedeniyle hakkında soruşturma açılmasını kabul etmemiz mümkün değil' dedi.
Bugün öğrendiğimiz kadarıyla bu ifadeleri nedeniyle Kenan Evren hakkında yasal soruşturma başlatılmış durumda. Kenan Evren'in, demokrasinin askıya alınması ve insanlık suçlarının işlendiği bir dönemin baş sorumlusu olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama bu kişiliğinden bağımsız olarak şuanda ifade özgürlüğü kapsamına giren sözleri nedeniyle hakkında soruşturma açılmasını da kabul etmemiz mümkün değil. Bu anlamda biz İnsan Hakları Derneği olarak bu konuda yapabileceğimiz herşeyi yapacağız. Bizler için insanların geçmişi, kimliği, konumu yada geçmişte suç işleyip işlemediği, insan haklarına saygılı olup olmadığı hiç önemli değil. Bizim için herkes insan haklarından yararlanmaya sahiptir. Biz bu anlamda onun ifade özgürlüğünü savunuyoruz' dedi.
http://www.nethaber.com/Toplum/13790/IHD-Kenan-Evrene-DESTEK-verdi Bu da Demirel'in Kenan Evren değerlendirmesi: Tartışılacak başka konu kalmadı mı?
Demirel, “Tartışılacak başka konu kalmadı mı? Türkiye’nin etrafında o kadar olay oluyor, hassas bir dönemden geçiyoruz, bunu herkes görüyor. Yersiz ve talihsiz bir konuşma” dedi. Kenan Evren’in açıklamalarının da o yönde olduğunu sanmadığını kaydeden Demirel, “Sayın Evren gibi, bir ömrü Türkiye’ye hizmete vermiş bir kişinin Türkiye’nin bölünmesini, parçalanmasını teklif edebilmesi mümkün değildir” dedi.
Genel Başkanı Zeki Sezer, Kenan Evren'in açıklamalarına, "Evren gibilerin densizliklerine kanıp, Türkiye'yi parçalama yolunda umuda kapılanlar varsa yanılırlar" diye tepki gösterdi.
"O Evren ki, 'Türkiye'yi kurtaracağım' diye darbe yapıp, yurtseverlerin acımasızca ezilmesinin, ülkenin tüm demokratik duyarlılıklarının yok edilmesinin, din istismarcılarının palazlanmasının sorumlusudur. Evren gibilerin densizliklerine kanıp, Türkiye'yi parçalama yolunda umuda kapılanlar varsa, yanılırlar. Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti niteliklerini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sonsuza kadar koruyacaktır"
Kenan Evren'e de bölücü dediler; netekim... Muğla savcısı, 'Kenan Evren'i sözleri suç unsuru taşıyor mu'yu İNCELEMEYE aldı...
12 Eylül mağdurlarının yıllardır 'Yargılansın' diye kampanyalar düzenlediği 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren hakkında ilk kez adli bir inceleme başladı. Ancak inceleme nedeni, 12 Eylül askeri darbesi sırasında işlediği suçları değil, 'Türkiye'nin bölünmesini istediği' iddiası. Türkiye günlerdir Evren'in "Türkiye sekiz eyalete bölünebilir. Biz 12 Eylül döneminde bunu planladık. Ancak Turgut Özal engel oldu" sözlerini tartışıyor. Bu tartışmaya dün dahil olan MHP İzmir İl Başkanı Dervişoğlu, düzenlediği basın toplantısında, Evren'in beyanlarını 'eski bir cumhurbaşkanı olarak mı, yoksa 90 yaşında cezai ehliyeti olmayan tonton bir ihtiyar olarak mı' sarf ettiğini değerlendirmekte zorlandıklarını söyledi. 'TCK 302'yi çiğnedi' Evren'in sözlerinin Anayasa'nın değiştirilemez konumundaki 3. maddesinde yer alan 'üniter devlet yapısı' ile çeliştiğini iddia eden Dervişoğlu, Evren'in bu sözlerinin TCK'nın 302. maddesine göre cezalandırılabileceğini savundu. Dervişoğlu şunları söyledi: "Hakkında Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 302. maddesine muhalefetten dava açılabilmesi muhtemeldir. Hukuk komisyonumuz çalışmalarını tamamladıktan sonra yetkili mercilere ve gerekli yerlere müracaatlarda bulunulacaktır. Ancak, zaman kaybına tahammülümüz yoktur. Buradan cumhuriyet savcılarına sesleniyor, kendilerini göreve davet ediyorum."http://www.nethaber.com/Toplum/13717/Kenan-Evrene-de-bolucu-dediler-netekim-Mugla Kenan Evren, 12 Eylül döneminde hazırlanan Türkiye'nin EYALET HARİTASI'nı buldu Sabah gazetesi, Kenan Evren'i bir konuşturdu, pir konuşturdu... 'Biz eyalet düzenine geçelim istiyorduk' diyen Evren, 12 Eylül sonrası hazırlattıkları haritayı da buldu:
İşte eyalet haritası
Kenan Evren'in eyaletlerin yolunu açacak nitelikteki 'bölge valilikleri projesi' 24 yıl öncesine dayanıyor. 1983'teki kararnameyle 8 bölge valiliği kurulması ve Ankara'nın pek çok yetkisinin valiliklere devredilmesi öngörülüyordu.
7'nci Cumhurbaşkanı ve 12 Eylül askeri yönetiminin lideri Kenan Evren'in SABAH'a yaptığı çarpıcı açıklamalarıyla gündeme getirdiği ve eyaletlere bölünme yolunu açacak nitelikteki bölge valilikleri projesi büyük tartışma yarattı. 12 Eylül darbesinin lideri ve 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in hazırlattığı proje 24 yıl öncesine dayanıyor. 8 bölgeden oluşan ve Ankara'nın pek çok yetkisini valiliklere devreden 71 Sayılı Bölge Valiliği Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, Özal hükümetince reddedildi. SABAH, 12 Eylül döneminde Bülent Ulusu hükümeti sırasında hazırlanan bölge valilikleri kararnamesini ve eyalet sisteminin ilk adımı olan haritayı ele geçirdi. Dönemin Başbakanı Turgut Özal ve kurmayları arasında tedirginlik yaratan ve tartışmalara neden olan kararname kabul edilmedi. Meclis gündemine getirilen ve bölge valilikleri kurulmasına yönelik yasal düzenleme de Mayıs 1984'te TBMM'de ANAP'lıların oylarıyla reddedildi. Karar Temmuz 1984'te de Resmi Gazete'de yayınlandı.http://www.nethaber.com/Toplum/13638/Kenan-Evren-12-Eylul-doneminde-hazirlanan-Turkiyenin
'Eyalet sistemini Özal istemedi' Açıklamaları tartışma yaratan 7'nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren, "Eyalet sistemine geçilebilir" sözlerine açıklık getirdi. Evren, 1983 yılında Türkiye'de eyalet sistemine geçişin kapılanı açabilecek olan "bölge valilikleri" kurulmasına yönelik düzenlemeyi işbaşına gelen Turgut Özal başbakanlığındaki hükümetin kabul etmediğini söyledi. Bölge valilikleri kurulmasını ve en az 7-8 bölge valiliği olmasını düşündüklerini belirten Evren "Bunun için bölge valilikleri kurulmasına yönelik 'kanun hükmünde kararname' çıkardık. Erzurum'da, Diyarbakır'da, Adana'da, İzmir'de, İstanbul'da... Ama tam da bu sırada yeni seçimler nedeniyle Meclis dağıldı. Özal hükümeti gelince kararnameyi kabul etmedi" dedi.http://www.nethaber.com/Politika/13539/Daha-da-otesi-varmis-Kenan-Evren-Eyalet
CHP'nin Kenan Evren'in sözlerine yaklaşımı böyle: 'Evren, ABD ne isterse onu söylüyor'
Topuz, bağımsız bir Kürt devleti kurulması için Irak'ta Sünni Şii çatışmasının tahrik edildiğini ileri sürerek, ABD'nin de bölgede kaos doğmasını istediğini savundu. Topuz, şunları kaydetti: ''Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde, o projenin ilk adımı olarak, büyük Kürdistan projesi uygulamaya konulmuştur. Karşılaştığımız olay, büyük Kürdistan projesinin yarattığı sorunlardır. Büyük Kürdistan projesi, Türkiye, Suriye, Irak ve İran topraklarından oluşan bir coğrafya üzerinde, bağımsız Kürt devleti kurmaktır.'' Topuz, bunun ilk aşaması olarak Kuzey Irak'ta, Barzani yönetiminde bir çekirdek devlet kurulacağını ileri sürerek, daha sonra da bölge ülkelerine, ''bunu kabul edin'' dayatması yapılacağını; ardından bu çekirdek ülkenin, siyasi girişimlere başlayacağını söyledi. DTP'nin, ''başlıca hedeflerinin, Kuvay-i Milliye hareketiyle mücadele olacağını'' açıkladığını anımsatan Topuz, DTP'nin Türkiye'de bir iç kargaşa yaratma niyetinde olduğunu ileri sürdü. Topuz, iç çatışmayı önlemek için gereken tedbirlerin alınmasını istedi.
Topuz, şöyle konuştu: ''Bizim kültürümüz içinde böyle bir şey yoktur. Kenan Evren'in kendi kültürünün içinde de böyle bir şeyin olduğunu sanmıyorum. Ama Kenan Evren, işbaşına geldiği zaman önüne ne konulduysa onu yaptı. O, ABD ne istediyse onu yaptı. Bugün de ABD ne istiyorsa, onu söylüyor, onu savunuyor. Kenan Evren'in gerçek kişiliği, bu son açıklamalarıyla öne çıkmıştır.'' Topuz, Evren'in 12 Eylül ihtilalinden sonra ABD'li yetkililere verdiği sözler gereği; Ege Kıta Sahanlığı üzerindeki Türkiye'ye ait olan uçuş kontrol yetkisini Yunanlılara devrettiğini, Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönmesine yeşil ışık yaktığını öne sürerek, Türkiye'deki bazı havaalanlarının ABD tarafından kullanılmasına olanak sağladığını da kaydetti. Topuz, ''Kenan Evren, esas itibariyle ABD adına çalışmış bir yönetici kimliği kazandı. Bugün de ABD'nin isteklerini doğrultusunda değerlendirme yapıyor. Ben kendisini çok ciddiye almıyorum'' dedi.http://www.nethaber.com/Politika/13611/CHPnin-Kenan-Evrenin-sozlerine-yaklasimi-boyle-Evren
Kenan Evren;Kaç senesi var bilmiyorum, ama Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir;
12 Eylül darbesinden sonra "Kürt diye bir şey yoktur" diyen 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Kürtlere "kardeş" muamelesi yapılması gerektiğini belirterek, Türkiye'de eyalet sistemine geçilebileceğini söyledi. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani'nin "Türkiye Kürdistan fikrine alışmalı" sözlerini Sabah gazetesine değerlendiren Evren, Irak'ta fiili olarak Kürt devletinin kurulduğunu belirtti. Evren, Türkiye'nin Kerkük'e müdahalesi halinde tüm dünyayı karşısına alacağını savundu. Kürtlerle kardeşçe geçinilmesi gerektiğini belirterek, Türkiye'nin ileride eyalet sistemine geçebileceğini ifade eden Evren, "Bundan korkmamak lazım. Diyorlar ki, 'Kürtler bağımsızlığını ilan eder. Edemez. Kaç senesi var bilmiyorum, ama Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir" dedi. Türkler ve Kürtlerin "tek bir hamur" olduğunu vurgulayan Evren, "Bizde ayrı gayrı yok. Genelkurmay başkanı olan Cemal Gürsel için de 'Kürt' derlerdi" ifadesini kullandı. DTP'nin parlamentoda yer almasının Türkiye'ye uzun vadede fayda getireceğini savunan Evren, "İlk zamanlar belki çatışmalar olur, ama durulur. Kardeşçe geçinmeyi öğrenmeliyiz. 'Baraj yüzde 7'ye indirilebilir' dedim" diye konuştu. Evren, kendisinden randevu talep etmesi halinde eski DEP milletvekili Leyla Zana ile görüşebileceğini kaydetti.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özyürek, "Bunları Konsey Başkanı olduğu günlerde söyleseydi kendi kendini hapse atardı. Söylediklerinin tam tersini yaptı" diye konuştu. AKP Adıyaman Milletvekili Faruk Ünsal da "Kürtler dağ Türkleridir. Dağda yürürken ayaklarından 'kart-kurt' diye ses çıktığı için Kürt denmiş' diyen zihniyetin bugün bu noktaya gelmesi çok ibret verici" dedi. BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ise "Anlaşılıyor ki, Evren yeni bir taşeronluk görevi üstlendi" yorumunu yaptı..http://www.nethaber.com/Politika/13611/CHPnin-Kenan-Evrenin-sozlerine-yaklasimi-boyle-Evren
Toplumsal olarak geçmişle yüzleşme çağrısı da yapan birlik, açıklamasında şunları dile getirdi: “Pentagon’un ‘Bizim çocuklar dediği’ generaller, 12 Eylül 1980’de darbe yaparak aynen Pinochet’in yaptığı gibi parlamentoyu dağıtmış, anayasayı askıya alarak siyasi partileri kapatmıştır. 12 Eylül cuntası döneminde Adalet Bakanlığı’nın resmi rakamlarına göre 650 bin kişi gözaltına alınmış, Bir milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Açlık grevinde, çatışmada, işkencede, ve sebebi belli olmayan şekillerde kuşkulu ölümlerin toplamı 419 kişidir. 50 kişinin idam cezası infaz edildi. İşte bu yüzden bütün darbeciler birbirine benzer. Darbeciler ölmeden sorgulansın, yargılansın!” http://www.nethaber.com/Toplum/6358/12-Eylul-magduru-1978-kusagi-aciklama-yapti
(Üç blogumda bu yazıdan olmasına rağmen bu güne kadar sadece bu yazı 1500 kez okunarak, çok sayıda blogda paylaşılarak boşa yazılmadığını kanıtladı.A.Yavuz)
Cumhuriyet tarihinde çocukluğumdan beri anlatılan öğretilenlerden şüphelenmem daha çocukluğumda başlamıştı.Şimdi o çocukça şüphelerimin arkasında, ne kadar sinsi tuzaklar olduğunu bir kez daha olayları okudukça,olayları yorumlayanların yorumlarını da okuduktan,onlara kendi birikimlerimi de ekledikten sonra görmem beni mutlu değil kahretmektedir.
İsmet İnönü'nün I.Dersim İsyanı ardından 26 Kasım 1937'de Başbakanlık ve CHP Genel Başkanlığı dahil tüm görevlerinden alındığını belirten haber ve yasa metnini yazan gazete haberi.Büyütmek için gazeteyi tıkla. Gördüğüm manzara görülmemiş bir ihanet çemberinden başka bir görüntü vermemektedir ne yazık ki.
26 Kasım 1937'I.Dersim İsyanı ardından,Atatürk'ün,29.Ekim.1923'den beri çıkan 28'i Kürt ve gerici isyanlardan sonra İsmet paşayı başbakanlık ,CHP genel başkanlığı dahil tüm resmi görevlerinden alarak İstanbul Büyükada'ya zorunlu ikamete gönderir.
Aaralarındaki düşmanlık bu olayda herkesce görünür hale gelir.
Celal Bayar,çıkacak olan II.Dersim İsyanı'nı da 22.Ekim 1938'de bastırır,yani Ata'nın ölümünden "18" gün önce.
09.Kasım 1938'de İsmet paşa-Fahrettin Altay paşa bir darbe yaparak iktidarı ele geçirirler,İsmet paşa C.Başkanı,Ebedi şef,ebedi CHP Genel başkanı,Celal Bayar'da,Gnl Bşk.Yrd.lığına atanır.745 gün sonra da başbakanlık'tan alınır.
Yani,her şey 10 Kasım 1938’de büyük kurtarıcımız Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün ardından başlamıştır.Yerine geçen İsmet İnönü ile yolları daha 1925’lerde ayrılmıştır.Diğer yoldaşlarının çoğu ile 1923’den itibaren düşmanlıklar,mecliste birbirine silah çekmeler halinde başlayan gerginlikler,hilafetin kaldırılması ve Şapka Kanunu bahanesi ile ülke çapında büyük iç isyanlara varmıştır.
Koskoca TBBM’de Atatürk’ün en yakın bulduğu İsmet İnönü bile İngiliz manda yanlısı olduktan sonra varın gerisini siz düşünün.
1943 yılına kadar Hitler’in galip çıkacağını düşünerek “Türk Milliyetçiliği ideolojisini” Alman Büyükelçisi Von Papen ile oluşturan, Köy Enstitülerini Hitler’in SS kamplarına göre düzenleyen İsmet İnönü 1943’de Sovyet ordusu karşısında bozguna uğrayan Alman ordusunun yarattığı şaşkınlığı da uzun sürmemiştir.
1943 yılında Adana-Yenice tren istasyonunda bir tren vagonunda İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in,savaşı Amerika’nın girmesi ile I.Dünya savaşında olduğu gibi yine kendilerinin kazanacağını,İsmet’in savaşa girmesi halinde Türkiye’nin mahvolacağını söyleyerek korkutması üzerine İsmet paşa sadece talimatları yerine getirmiştir.
Verilen talimatlardan en önemlisi “Serbest Fırka” dır.Yani CHP’ye muhalif siyasi partilerin oluşturulmasıdır.
1946 Ağustosunda,Amerika’nın Nagazaki ve Hiroşima’ya attığı iki tane atom bombasının ardından Japonya kayıtsız şartsız teslim olunca ikinci dünya savaşı sona ermiştir.Savaşın renginin belli olmasının hemen ardından Celal Bayar ile görüşen İsmet muhalif siyasi parti oluşturma çalışmalarını hızlandırır.
Büyütmek için gazeteyi tıkla.II.Dünya Savaşı başlamış,
Türkiye'nin savaşa girmesi istenmemiştir.
İngilizler İsmet paşayı överler ama,
Almanların başarıları onu korkutur.
SSCB’nin yani o zamanki Rusya’nın da 1943’deki görüşmeden haberi bir şekilde olur ve II.Dünya Savaşında Almanlar Rusya’yı işgal ettiğinde Almanya’ya savaş ilan etmemiz bahanesi ile Stalin 19.Mart 1945’de Çanakkale-İstanbul Boğazları ile 1917’de Devrim nedeniyle kendi isteği ile ülkemize terk ettiği Doğu Anadolu topraklarını Diyarbakır’a kadar istemesi ile başlattığı gerginliği 20 ARALIK 1945’de kendisi gibi Gürcü soydaşı olan iki Profesöre Giresun’a kadar olan Karadeniz bölgesini geri istetiverir.
Asıl sorun bu Almanya’ya savaş ilanı konusu değil,İsmet Paşanın Churchill ile yaptığı görüşme sonucu,Türkiye’ye yerleşecek olan ABD-İngiliz hükümranlığıdır.
Olayları önceden verilmiş Churchil talimatlarına göre planlayan İsmet Paşa da 1946’da hemen Amerika’ya müracaat ederek bir koruma ister.Amerika olumlu görüş bildirir ve İsmet Paşanın Cumhurbaşkanı olduğu ve Recep Peker Hükümetinin görevde olduğu dönemde 6.filosu birkaç ay içinde Karadeniz sularında tur atmaya başlar.
1917 Sosyalist Devrimine kadar ezeli düşman,devrim sonrası ülkemizi kurtarmak için savaşan TBMM’ye ve Türk halkına yardımları ile eski dost Rusya (SSCB) birden bu olayla düşman olmuş,ülkemizi Ermenistan,Kürdistan,Gürcistan ve Ege’de de Yunanistan, boğazlarda da kendi hakimiyetini oturtup Türk Milletine de Anadolu’da küçücük bir yer biçen,Sevr anlaşmasını bastırıp,Türk ve Müslüman soykırımı yapan I.Dünya savaşının işgalci,sömürgeci güçleri olan İngiliz ve Amerika birden KURTARICI” oluvermiştir.Bu senaryo ne kadar çalışıldıktan sonra uygulandı kim bilir?
Bu korku,bir yandan Almanlar'la anlaşmalar yapılırken,
diğer yandan İNGİLTERE'YE SADAKAT" yeminleri ile
örtülmeye çalışılır.Resmi büyütmek için gazeteyi tıkla.
Dostlarımız gerçekten baş döndürücü bir hızla özellik değiştirmektedirler. Adam gibi ne siyasilerimiz de halkımız bu hızdaki değişimleri kavrayamamışlardır.Halkımızın da bu değişikliği bir türlü kavranmasının sağlanamaması yüzünden her türlü siyasi tuzağa kolayca düşürülmektedir.
İşte bu kafa karışıklarının içinde halk ve siyasiler bocalarken diğer yandan İsmet İnönü Paşa da Churchill’den aldığı aldığı talimat gereği “Serbest Fırka” ortamını kurmak için devletin kurucularından olan Celal Bayar ile gizlice Pembe Köşk de 1945’de buluşur ve yeni oluşumu halka sevdirip,İsmet Paşa korkusu olmadan rahatça oy verilebilecek bir muhalif parti yaratma planı üzerinde çalışmalar başlatırlar.
Bu plan gereğince ilk olarak,19 Mayıs 1945 tarihli İsmet Paşanın,ülkede özgürlüklerin genişletilmesi ile ilgili bir konuşmasına dayanarak o zamanlar CHP İzmir Milletvekili olan Celal Bayar, Adnan Menderes (Aydın),Refik Koraltan (İçel-Mersin) ve Fuat Köprülü (Kars) ile birlikte,1925 ve 1938 isyanlarını bastırmak için çıkarılan yasalarla kısıtlanan özgürlüklerin genişletilmesini içeren,dört imzalı bir önerge (takrir) verir.CHP’de serbestlik için gerekli şartların henüz oluşmadığı gerekçesi ile karşı çıkar.
İsmet Paşa ile Celal Bayar arasındaki baştan planlı bu tartışma büyütülür ve Celal Bayar,Adnan Menderes Tayyip Erdoğan’ın şiir mağduru edilmesi gibi çıkarılan tartışmalarla 1946’da CHP’den ihraç edilirler.
Bu olay da “Dörtlü Takrir” adı ile tarihe geçer.
Görünüşte İsmet Paşa’ya muhalif ve onun nefretini kazanmış dörtlü seçilmiş çete aslında sık sık İsmet Paşa’nın Pembe Köşkünde yeni oluşturulacak Amerika-İngiliz Mandasına girmenin siyasi çizimlerini yapıyorlardı.Yani II.Dünya savaşının yarattığı kıtlık,yokluk, bunalımın ardından inek adaylığını koysa kazanacak halde iken,bunun yanında da,İsmet Paşaya muhalif onun izni olmadan kimsenin siyasi bir yapılanma içinde de olmasına olanak yok iken,arıza olmaması içinde planlar gözden geçirilir ve tedbirler alınır.
Önceden planlı olan bu olaylar sonunda 12 Temmuz 1947’de, Truman doktrini çerçevesinde Türkiye ile Amerika arasında ekonomik ve askeri yardım anlaşması düzenlenir. Karşılığında Türkiye tarım aletleri, keser,çekiç,at koşumu gibi “sanayi ürünleri” ve “ziraat ilaçları” üretimi dışında hiçbir üretim yapmayacak ve her şeyini Amerika’dan alacağını taahhüt eden gizli bir antlaşmaya da imza atmıştır.
Türkiye’nin yavaş yavaş İngiliz-ABD himayesine girdiğini SSCB görmesi üzerine Bulgarları Türkiye’ye karşı kışkırtırlar.Türklere karşı soykırımlara başlanır,Kafkasya ve Kırım’da Türkler ve Müslümanlar sürgünlere gönderilerek Türkiye tahrik edilir ve Bulgaristan üzerinde uçan ,“Soydaşlara dokunmayın” gösterisi yapan iki askeri uçağımızı da Bulgarlar, 20 Şubat 1948’de düşürünce ateş bacayı iyice sarmıştı.
04 Nisan 1949’da Nato kurulur.22 Mayıs 1950’de Demokrat Parti Başkanı Adnan Menderes’ in Başbakanlığa seçilmesinin ardından İsmet Paşa Cumhurbaşkanlığına yeni seçilen Celal BAYAR’a teslim eder ve partisi CHP’nin başında muhalefet yaşantısına başlar. Menderes Hükümeti,seçilmesinden 15 gün sonra Haziran 1950’de ilk Nato müracaatını resmen yapar.
25 Temmuz 1950’de Kore’ye asker gönderme kararı meclisten geçer.
-->
--> İlk parti askerlerimiz de Kore yollarına düşer. 03 Ekim 1918 sonrası ülkemizi işgal etmöiş olan İngiliz,Fransız, İtalyan ve ABD ve onun kışkırttığı Yunan,işgal ordularına karşı “Bağımsızlık Savaşı” veren Atatürk ve TBMM hükümetine yani Türk Milletine 30 yıl önce,”bağımsızlığımızı kazanmamız için” silah,para, siyasi,her türlü yardımdan çekinmeyen SSCB’yi yani Rusya’yı Güney-Kuzey Kore’den çıkarmak için,Rusya’ya karşı savaşsınlar diye asker gönderiyorduk.
Ne teşekkür ama değil mi?
SSCB ‘nin”sıcak sulara inmesinin engellenmesi için” Kore’den kesilen yolu, Akdeniz ve Hürmüz’den de,İran-Türkiye-Irak birliğinden oluşan CENTO paktına* 30 Mart 1955’de İngiltere’nin katılması ile ABD-İngiliz çemberi çelikleşerek Rusya’nın önüne demirden duvar örüyordu.
Akdeniz-sıcak sular hedefi önünde ABD-İngiliz çemberi içine alındığını gören SSCB,30 Mart 1955’de İngiltere’nin CENTO’ya katılmasının ardından 01.Nisan 1950’de Kıbrıs’ta Yunanistan’a EOKA tedhiş örgütünü kurdurur.Ardından da Kıbrıs’ta Türk soykırımı başlatılır. Kıbrıs olaylarını protesto etmek isteyen halk,İstanbul’da gayrimüslümlerin işyerlerini yağmalar.Yunanistan’a kaçışlar başlar.
07-10 Eylül tarihlerinde de İstanbul,Ankara,İzmir’de sıkıyönetim mahkemeleri kurulur.İçişleri bakanı olayları önleyenediği için istifa eder.
Diğer yandan,1947-1958 arası hazırladığı İran,Türkiye,Irak ve Suriye'den toprak alarak "Büyük Kürdistan" kurma projesi için, önce Rusya Harp Akademisinde askeri eğitim ile “Raıs” kod adı ile KGB ajanı kimliği verilen Molla Mustafa Barzani Rusya tarafından sınırsız kaynakla desteklenmiştir.Bu destekle artık Türkiye'de de “Büyük Kürdistan “ hayallerinin gerçekleşeceği inancına kapılan Demokrat Parti içindeki Said-i Kürdi destekçileri de bu projeyi desteklemeyi tercih etmişlerdir.
Molla Mustafa Barzani’nin 3.000.000 Türkmen’i Irak’ta soykırıma uğratması yanında Bulgaristan ve Kıbrıs’ta artan soykırım olayları,Amerika ve Avrupa’nın da bize karşı tutum almaları ve olası bir müdahalemiz için bizi korkutmaları,Kore’de kaybedilen şehitlere rağmen ne bir siyasi destek ne de ekonomi ve sanayi alanında gözle görülür bir sonuç alınamaması yanında 130 ton altından 6 tona inerek tükenen devlet hazinesi,2.5 TL olan ABD Dolarının 9.75.TL’ye çıkması sonucunda akıllanır.
Sonunda 1958 yılına gelindiğinde ise Adnan Menderes ve hükümeti,gerek bünyesindeki Kürt vekillerin istekleri gerek Amerika ve NATO’nun komşu ülkelerdeki Türk ve Müslüman halkın soykırıma ve tehcirlere uğramalarını engellemek için destek çıkamamaları yüzünden birden Rusya tarafına kaymaya başlar.
İncirlik üssü ve Samsun Radar civarındaki Amerikan askerlerinin bir gece kışlalarından çıkarak halka toplu tecavüz etme olayları ile kriz doruğa tırmanır ve olay artık bir namus davası halini almıştır ve Adnan Menderes hükümeti Rusya’ya yanaşmaya karar verir,ziyaret tarihi de belirlenir.
28-30 Nisan 1960’da ülkenin her yerinde gelişen tepki olaylarına üniversite olayları da eklenince İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilan edilir.İstanbul ve Ankara üniversiteleri tatil edilir.03 Mayıs 1960’d İstanbul’da NATO Bakanlar toplantısı vardır.Aynı gün Adnan Menderes’in radyo konuşmasını İsmet İnönü yanıtlar.Ardından Cemal Gürsel hükümete bir muhtıra kaleme alır.1960 askeri ihtilalinin sırrı belki bu NATO toplantısındadır.
1947’den beri ABD-İngiliz tarafına yanaştığı için Rusya tarafından 1958’e kadar cezalandırılan Türkiye bu defa da Rusya tarafına geçmeye çalıştığı için eski vefasız dostu ABD tarafından cezalandırılmaya başlanmıştır.
Denize düşen yılana sarılır örneği sarıldığı yılanlarca durmadan sokulup zehirlenen Türkiye’nin hali gerçekten de yürek sızlatmaktadır. Nereye yaslansa askerini,sınırları dışında bıraktığı eski yurttaşlarını ve ayrıca teknoloji ve sanayi alanında gelişme şansını da yitirmiştir.
Menderes İdamdan sonra
Rus ve İngiliz+ ABD kıskacı ile durmadan suyu çıkarılmakta,güç kaybetmekte,yoksullaşmakta ve yalnızlaşmaktadır.
İsmet Paşanın orduya yerleştirdiği ABD+İngiliz bağlantılı generaller,hükümetin Rusya’ya yanaşmasını durdurmak için acilen askeri darbeyi gerçekleştirirler.
Yalnız,darbe kadrosu içine dahil edilen,”Atatürkçü ,Sosyalist Kürtçü+Türkçü” kesime göz yuman Kürt Cemal Gürsel paşa da potaya girer.Amerikan ve İngiliz korkusu, Rusya korkusundan fazla bastıran İsmet Paşanın entrikaları ile bu kesim de ihtilal sonrası alt edilir.
18 Şubat 1962’de İsmet İnönü’nün radyodan Türk Milleti’ne mesajı: “… Türk Silahlı Kuvvetleri’ne tecavüz mahiyetini kaşıyan her davranışın kesin bir azimle karşısındayız… Hiç kimse, hızla gelişmeye muhtaç olan bir milletin kaderi ile oynamaya mezun değildir.” Şeklinde durumdan hoşnut olmayan halka bir tehdit gibidir.
Dört gün sonra Ankara’da Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir ve arkadaşları, Hükümet darbesine teşebbüs ettiler. Olay hemen bastırıldı. Katılan subaylar emekliye sevk edildi. 23 Şubat günü İnönü: “… Milletçe büyük bir badire atlattık… Bugün dünyaya karşı milletiyle, ordusu ile dev kuvvetinde bir Türkiye vardır.” dedi.
26 Ağustos 1962 günü ABD Başkan Yardımcısı Lindon B. Johnson (daha sonra Başkan seçildi) Türkiye’yi ziyaret eder.27 Mayıs’ta İstanbul Küçükçekmece’de ABD desteği ile kurulan nükleer atom santralının da kurulmasının ardından teftişini gerçekleştirmiş olur.
24 Temmuz 1962’de de o zamanın Müşterek Pazarı,bu günün Avrupa Birliğine de Türkiye hemen yamanır.
1 Ekim 1962’de TBMM’de müşterek beyanname yayınlandı: “… 27 Mayıs Milli bir devrimdir. Büyük Meclis’in mensupları bizler, bir bütün halinde bu meşru temele yönelecek her tecavüzü birlikte karşılamaya azimli ve kararlıyız.”
23 Ekim 1962 günü,Türkiye kanadını emniyete alan ABD, SSCB’nin Küba’yı bir nükleer üs haline getirmesini engellemek için adayı abluka altına alarak SSCB’yi kıskaca alma ve burnunun dibinden uzaklaştırma operasyonunu sürdürür.
Türkiye’de ve çeşitli Devletler’de protesto gösterileri düzenlendi. Başbakan İnönü Türkiye’deki gösterilerle ilgili olarak “Buhranı Türkiye’ye sıçratmak için gayretler var… ” dedi.
20 Mayıs 1963’de Talat Aydemir, ikinci defa ihtilal teşebbüsünde bulunur ve Talat Aydemir ile birlikte 103 kişi tutuklanır. 21 Mayıs 1963’de, Ankara, İzmir ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilmesinin ardından,başbakan İnönü Cumhuriyet Senatosu’nda 20 Mayıs gecesi olan olaylar hakkında açıklama yaptı: “… Türk Silahlı Kuvvetleri, Anayasayı Milletle beraber her türlü tecavüzden koruyacaktır.” dedi.
03 Haziran 1963’de Ankara’da 3 mahkeme kurularak. 7 Haziran’da ihtilal sanıklarının, Ankara Mamak Askeri Mahkemesi’nde yargılanmalarına başlanır.
13 Haziran’da 1459 Harp Okulu öğrencisinin duruşması Ankara’da başladı. (İhtilal teşebbüsü ile ilgili olarak.) 28 Haziran’da da komünist oldukları gerekçesiyle 12 kişi tutuklanır.24 Aralık’ta artan Türk soykırımına karşı ilk kez uçaklarımız Kıbrıs üzerinde korkutma uçuşu yaparlar.
Türkiye’de hemen ABD’nin tüm Avrupa ve Nato ülkelerinde uygulamaya başlattığı “halkların kafasından feodalitenin bağlarını silme projesi” kapsamında,1950-60 arası gelişen “Sağ-Sol” olayları hızlandırılır.DP’nin izlediği müstemleke siyaseti de bu olayları teşvik etmektedir.
Türk gençliği “sağcı solcu,demokrat,sosyalist,komünist,faşist” gibi ideolojilerle tanıştırılır. (“Demokrasinin Beş Parmağı” başlıklı yazımı okuyabilirsiniz)
Geçen zaman içinde artık Kıbrıs’tan Rumlara karşı bağımsızlık savaşı veren yaralı Türkler uçakla ülkeye getirilir.30 Aralık 1963’de gazetecilerin İnönü’ye yönelttikleri; “Çizmenizi ne zaman giyeceksiniz?” sorusuna karşılık İnönü: ” Çizmem yok, aklım var!..” dedi.
21 Şubat 1964’de Başbakan İsmet İnönü’ye, Mesut Suna adlı bir kişi tarafından suikast teşebbüsünde bulunuldu. 4 Mart ‘ta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ‘beşli planı’ kabul etmesi le, Kıbrıs’a üç ay için milletlerarası barış kuvveti gönderilmesine karar verilir.
Gönderilen barış gücü de Türkleri korumak yerine Rumlara destek vermeyi sürdürünce işler çığırından çıkar ve 16 Mart ‘ta TBMM, Kıbrıs’a gerektiğinde müdahalede bulunmak için İnönü Hükümetine yetki verdi. Oylamaya katılan 495 üyeden, 4′ü çekimser, 6’sı red, 485′i olumlu oy kullanır.07 Nisan’da başbakan İnönü, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’a mektup göndererek. Türklere yönelik saldırılar devam ettiğini ifade eder.
Türkiye’nin Kıbrıs’ına sahip çıkma isteği karşılıksız kalmaz ve 5 Haziran’da Türk Hükümeti’nin Kıbrıs’a müdahale kararı üzerine ABD Başkanı Lindon B. Johnson’ın muhtemel Sovyet müdahalesine ve Amerikan yardımından alınan silahların*kullanılmasının mümkün olamayacağına dair bir mektup gönderir.Türkiye açıkça I.Dünya Savaşının son haçlı seferi olduğunu söyleyen Kudüs fatihi İngiliz General Allenby’nin dediği gibi yukarıdan Rusya ve diğer haçlı ülkelerince el birliği ile bitirilmek istenmektedir.
*(Bu tehdit bu gün de Terör örgütü ile savaşta aynen kullanılmaktadır.1990 yılından beri,yok Alman BTR'lerini yok "Nato ordusu olan orduyu" kullanmamıza kadar karışılıp,ülkenin bölünmesine güvenlik güçleri seyirci bırakılmaktadır.)
-->
1923’den beri rafa kaldırılmış bulunan “Ermeni Soykırım İddiaları” da,Azerbaycan’ın Türkiye’ye Katılması bağlamında oluşturulan Türk Milliyetçiliği akımları da,SSCB’nin Güney Kafkasya bölgesini çatlatmak için Ermenileri ve Azerileri tavlamak amacı ile yeniden gündeme gelecektir.
Bu işte Barzani yanlısı “Sosyalist Kürdistan ve Türkiyeci yani federasyoncu” olup,ihtilale karışmamış solcular da başrole layık görülürler.Bu tarihten itibaren bazı Dersim kökenli solcular da Almanya’ya oradan da Amerika’ya istihbarat birimlerince verilecek “terör-antiterör eğitimine” götürülürler.1970-80 arası sol hareketi bölecek olan ilk kontrgerilla grubunu bunlar oluştururlar.
Sirkeci-İstanbul-6.Filo protestosu
Sonra da sonuçları günümüzde de sürecek olan “sağ-sol kamplaşmalar” bu dönemde Amerikan Gladyosu ve yerli işbirlikçisi Özel Harp Dairesi,Mit,Asker-Polis kurumlarınca oluşturulur.
1971’e gelindiğinde sağ-sol olayları gelişir ve gençliğimiz bir güzel bölünür ve üniversite olayları gelişir.1959 olayından sonra puan kaybeden ABD “kurtarıcı sıfatından,istilacı,ırz düşmanı ” sıfatına kavuştuğu için,Türk gençliği arasında hükümete ve orduya yakınları olanlar dışında pek ilgi görmez.
SSCB yanlısı sol hareket güçlenince1960’daki gibi Türkiye’yi kaybetme korkusu artan ABD,ilgili ve bilgili işbirlikçilerine,12 Mart 1971 muhtırasını verdirterek hükümete el koyar.Yeni,ABD yanlısı,ordunun desteklediği bir Nihat Erim hükümeti kurulur.
Dışarıda da Rusya destekli bu sol hareketlerin de başarısızlığının bir sonucu olarak da Molla Barzani de Rusya’dan ümidini keserek ABD-NATO ittifakına doğru kayma yapar.
ABD himayesindeki yerli cunta Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı,bir çok öğrenci,yazar,çizer,asker ve memur kesiminden insanımızın da derin mağduriyetlerini içeren geniş kapsamlı bir operasyon yapar.
Bu “Amerikan çıkarlarına karşı koyan ve koyacak olanlara 1960 cuntasından sonra yapılan “ikinci Sindirme Olayıdır.” Ordumuzun başındaki Kürt ve dönme yapılanma Amerikan yanlısı kararlılığını kesin olarak ortaya koymuştur.
Diğer yandan komşumuz İran’da da Rusya’ya sıcak bakan Şah Muhammed Rıza Pehlevi “aşırı silahlanma “ bahanesi ile uluslar arası bir istihbarat işbirliği ile düzenlenen büyük ve gizli bir operasyonla devrilir,generalleri bir baskın ile bitirilir.Paris Üniversitesinde 1976’dan beri eğittikleri Humeyni’yi de hazır devrimin üstüne 1979’da getirip oturturlar.Komünizm karşıtı köktendinci İslamcı devrim ile artık Rusya’nın işi İran’da bitmiştir.
Irak’ta da Molla Mustafa Barzani’nin 1961’de yaptığı Kürt Devrimi ile Rusya yanına geçen Irak Molla Kasım hükümeti de Rusya yanlısı olmuştur, oraya da kısa bir zaman içinde ABD yanlısı Saddam Hüseyin hakim kılınacaktır.
Ama Türkiye’de siyasi anarşi olayları 1971-1980 arasında daha da teşvik edilir.ABD kontrollü yerli ve yabancı güçler siyasal kavgaları hızlandırır ve silahlandırırlar.Sonuç 12.Eylül 1980 Askeri rejim dönemi ile sonuçlanır.
Amerikalı generallerin,ihtilal planının kusursuz gerçekleşmesi üzerine “BİZİM ÇOCUKLAR BAŞARDI” çığlıkları taa buralardan duyulur.
Artık, Türkiye ve çevresindeki Ortadoğu bölgesinde,Rusya’nın sıcak denizlere inme faaliyetleri ABD-İngiliz+NATO+yerli işbirlikçiler sayesinde bastırılmıştır.Bundan sonra Rusya Afganistan macerasına başlayacaktır.
Kenan paşa,”daha önce de olayları durdurabilirdik ama,olayların daha da olgunlaşması için bekledik” diyerek durumu açıklamaktadır.Resmen bir çok insanın ölümüne göz yumulmuştur.
CUMHURİYET GAZETESİ - 12 EYLÜL 2000
Darbenin bilançosu;
İstanbul Haber Servisi - TBMM kapatıldı, anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu.
* 650 bin kişi gözaltına alındı.
**1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
**Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
**7 bin kişi için idam cezası istendi.
**517 kişiye idam cezası verildi.
**Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı).
**İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.
**71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
**98 bin 404 kişi ''örgüt üyesi olmak'' suçundan yargılandı.
**388 bin kişiye pasaport verilmedi.
**30 bin kişi ''sakıncalı'' olduğu için işten atıldı.
**14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
**30 bin kişi ''siyasi mülteci'' olarak yurtdışına gitti.
**300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
**171 kişinin ''işkenceden öldüğü'' belgelendi.
**937 film ''sakıncalı'' bulunduğu için yasaklandı.
**23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
**3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
**400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
**Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
**31 gazeteci cezaevine girdi.
**300 gazeteci saldırıya uğradı.
**3 gazeteci silahla öldürüldü.
**Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
**13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
**39 ton gazete ve dergi imha edildi.
**Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
**144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
**14 kişi açlık grevinde öldü.
**16 kişi ''kaçarken'' vuruldu.
**95 kişi ''çatışmada'' öldü.
**73 kişiye ''doğal ölüm raporu'' verildi.
**43 kişinin ''intihar ettiği'' bildirildi.
Türk halkı kendi askeri,polisi,ordusu tarafından kendisine karşı kurulmuş komplo sonucu bir kez daha sopalanır,sindirilir.
İhtilali yapan cuntanın 1961’den itibaren yaptığı en önemli iş ise,Hıristiyan dini ile yeniden oluşturulmuş Said Nursi İslam’ını teşvik etmek olmuştur.İmam Hatip Liseleri arttırılmış,diğer mesleki eğitimler ise ihmal edilmiş,sadece “Din Tehlikede,Tek Düşman Komünistler” sabit fikri ile beyni işlenmiş bir genç nesil üretmişlerdir.
Bunlara verilen İslam’i eğitim aslında yavaş yavaş Hıristiyan değerlerini öğretildiği bir eğitim olmasına rağmen,zaten dinini bilmeyen bu millet o eğitimi de bu gün gerçek din eğitimi olarak kabul etmektedir.
Diğer yandan,Türkiye’nin Sekiz Eyalete bölünmesini içeren bir haritayı esas alan “Yeni Türkiye Haritası ile Kenan Paşa Amerika ile anlaşma da imzalamıştır.Blog arşivi “PKK Tarihi Başından Bu Güne” başlıklı yazımda bulabilirsiniz.
Bu plan çerçevesinde,okullarda ve askeri kışlalarında tek ders “Atatürk’ün İlke ve İnkılapları olmuş,vatandaşa dayakla bunlar öğretilmiştir.Paris’te Amerikan emri ile basılmış yayınları sanki bu milletin gençleri getirtmiş,okullarda öğretmeninden profesörüne kadar çocuklara gece gündüz sanki babaları ezberletmişçesine,yabancı kültür istilasına açık bırakılan insanımıza “vatanseverlik şartı” olarak okutulan bu kitaplar yüzünden bir de suçlanıp idam sehpalarına çıkarılmıştır.
Ülkemizi “anarşi olaylarından kurtarmak” için ihtilal yaptığını söyleyen generalimizin memleketi sattığı kendi ağzından açıklanmaktadır.
Kanal B’de yayınlanan Gürbüz Evren’in programının fragman bölümünde aynı Kenan Paşa’nın “Vaktini tam olarak söyleyemem ama çok yakında Türkiye bölünecektir” demesi,kendisinin ve ihtilali yapan arkadaşlarının kimlere (kesinlikle Türk Milletine değil) hizmet ettiğini açıkça göstermektedir.
Asırlardır düşmanı olan kavimlerin emri ile kendi siyasetçisi,askeri,ordusu,öğretmeni tarafından şaşırtılıp sonra da sindirilen bu milletin de artık kendisini kurtarmak için kendisinden başka sarılacak kimsesi olmadığını anlaması ise elan mümkün olmamıştır.
Sevr ve Lozan antlaşmalarının maddelerinden “OTİ” yasağı yüzünden ordu içinde “dindar Türk” istenmemektedir ve “irticacı” olarak suçlanıp atılmaktadır.Bunların savundukları İslam’ın da söylediğim gibi gene “ABD-AB türü İslamiyet olması yüzünden dir ki ben de bu hareketi doğru olarak yorumlamaktayım.
Can (John ) Dündar’ın Mustafa belgeselinde de Genel Kurmay arşivinden Yaşar Büyükanıt Paşa zamanında yararlanarak o belgeseli yapması,bütün Türkiye’nin eleştirmesine rağmen Yaşar Büyükanıt Paşanın beğenmesi,ordumuzun da kimlerin idaresinde olduğunu göstermektedir.
1915 Ermeni tehcir olayları sırasında tehcir dışında kalmak için “Müslüman Olduk” diyen ve İsmet paşa tarafından nüfus kağıdına “Müslüman” yazılıp devlet içinde ve özellikle Orduda örgütlendirilen bu gün “Alevi Kimliği” içinde gezen “dönmeler grubundan” olduğuna icraatları nedeni ile şüphe dahi etmediğim “Mustafa” filminin yapımcısı ile Yaşar Paşa aynı kökten gelen,aynı çanaktan yiyen bir olmadığını kim savunabilir?
Olayı akıllıca değerlendirdiğimizde asıl tehlikenin bu İslamcı grup değil,”Amerikan emri ile en yüksek askeri rütbeye gelmiş “ kurmay tabakasının “Halkımızı bölen,sıra sopasına çeken, sindiren,emperyalist planlara devleti kurban eden” kesimini kimlerin lağv edeceği sorunudur.
Türkiye Cumhuriyetinin en büyük sorunu Amerikan emri ile 50 yıldır kendi halkını her türlü tuzağa çekip sindiren yapılanmadan nasıl kurtulacağı sorunudur.
Üstelik de Türk Milletinin hem R.Tayyip Erdoğan Hükümeti gibi Saidİ Kürdi-Fetoş gibi ABD-AB İslam’ı yandaşlarınca (Sünni-Nakşibendi-Şafii,Kürtçü) “sağdan”,sahte Atatürkçü-İkinci Cumhuriyetçi-Kürtçü ,Solcu,Alevi gruplarca “soldan” kuşatılması gibi bir pres içindeyken.
Tanımı yapınca da bu millete bu az bile diyorum.Presi bize bizden başka yapan da yok yani.
Bu kadar parçalı bir haldeyken,ABD-AB emri altında kendimizi bölüp biçmekte birleşebildiğimizi de görüyorum.
İşte komedi zaten burada değil mi?
Yani,ordu da bizim parçamız olduğuna göre,millet parçalı olunca ordu da parçalı.
Kimi kimden kurtaracağız?
Bir sorun da burada çıkıyor.
Atatürk kurtardı,İsmet emperyalizme teslim etti.
Sıra parçalnmada.
Ama,herkes de teslimiyetçilerden memnun.islam Kürtçüsü Nurcu'dan bıktın,Ermeni veya Hititlilerden dolayı Alman olduğuna inandırılmış "kızılbaşa" oy ver.Ama sakın "Vatansever bir yapılanmaya" girme.
İsmet Paşa'yı savunanlar "zamanın şartları iyice düşünülmelidir" diye gizemli bir mazeret üretiyorlar.
Bu mazeret,Atatürk ölünceye kadar Rus-İngiliz dümeni ile isyanlar çıkararak adamı kahreden, elbirliği ile ölümünden sonra devleti eline geçirip "Atatürkçü" kesilip,bu maske ile devleti emperyalizme teslimeden ve tek maskeleri de el birliği ile ölümüne sebep oldukları o "Atatürk" olanlarca üretiliyorsa düşünülmelidir.
Şartlar her ne ise,ortada altın tepsi içinde emperyalizme "teslim edilmiş bir Türkiye"gerçeği vardır.Türk Gençliği bunu çözmek için "uyanmak ve birleşmek" zorundadır.
Yazarak düşününce anlıyor insan.
İsmet İnönü'nün 1938-1950 arasında açılan Üniversitelere doldurup eğittği,Amerika,Avrupa ülkelerine gönderip memlekete okumuş yazmış,medeniyet görmüş diye getirip devletin başına çaktıkları kimler?
Günümüzün,ABD-AB karşıtı Rusya yanlısı Avrasyacıları ile Ermeni,Rum dönmeleri devşirmeler.
Peki bunlar ne zaman Rusya'cı siyaset izlediler?
Ruslar Almanları 1942'de Moskova'dan başlayarak geriye sürmeye başladıkları zaman.
Ne zaman Amarikan-İngiliz yanlısı oldular?
Aynı yıl İsmet paşa-Churchil-Adana-Yenice buluşmasından itibaren.
19.yüzyıl başına kadar Osmanlı'nın,o zamandan sonra Rusya'nın "Tebayı Sadıkası" olan Ermeniler,bütün Hıristiyan aleminin desteğine rağmen "Rusya yanlısı" siyasetlerini terk etmemektedirler.
Bizdeki Avrasyacıların "dönmelik-devşirmelik" bağları nedeniyle bu siyasetle bir bağı olabilir mi?
Rusya Sosyalistken "Moacu" olup,Rusya'nın "emperyalist" olduğunda Rusya'cı olmak nasıl açıklanabilir?
O da bu bağla açıklanabilir.
Neden?
Rusya'ya gerçek olarak yaklaşan Adnan Menderes,kellesini kaybetti,Süleyman Demirel de Zincirbozandan zor yırttı.
Bizim Avrasyacılar o zamanlar ne yaptılar?
Sanki, ülke "sosyalist bir devrim gerçekleştirmiş" de rejimin Leninist mi,Troçkist mi,Stalinist mi,Enver Hoca'cı mı,Mao'cu mu olması derdi kalmışçasına",Amerika'nın Avrupa ve diğer ülkelerde solu bölmek için kullandığı Mao'culuğu körükleyerek solu böldüler.
Sonra, askeri darbeyi gördükleri halde emperyalizm istiyor diye kuzu kuzu Amerikan cuntasına teslim oldular.
Yani,bu gün R.Tayyip Erdoğan hükümetinin de aynısını yapmakta olduğu gibi "devşirme şeriatçılar" Menderes,Demirel ve R.Tayyip ile kısmen de olsa Avrasyacı oldular da "devşirme solcularımız" devrimci olamadılar.
Çünkü halen,güttükleri dava "Türkiye Davası" değil,Alevi,cemevi,Kürdistan vb.feodal yapılanmaların arkasında toplanarak sürdürdükleri,ortaçağ Ermenileri gibi "Avrupalı-Yunanlı " olduklarını kanıtlama davasıdır.
Yunanlı Bizansın,sapık ilan ettiği Ermenileri 800 yıl boyunca kıydığı gibi,Türk devleti yıkıldığında işi bittikten sonra onları tekrar kıymayacağı garantisi olmadığını bile bile emperyalizmin emir erliğini yapmaktadırlar.
Amerikan cuntasının arkasında Atatürk maskesi ile çığırtkanlık yapıyorlar.Sanki bu durumda payları yokmuşçasına.
Bir yandan da ,Avrupa'da da Türkiye aleyhine "Kürt Soykırımı" önergeleri veriyorlar.
Araplar bile artık suyla tanıştıklarından o Arap saçı benzetmesini yapmak çağdaş olmayacağından,içinde bulunduğumuz karmaşıklığı anlatacak örnek verme zorluğu çekmekteyim.
İnsanlar da bu karmaşadan olsa gerek her şeye boş vermiş haldeler ve işte bu yüzden;