Sayfalar

5 Kasım 2008 Çarşamba

Perinçek'in Çağrısı

Doğu Perinçek'in Aydınlık Dergisindeki Başyazısı (2 Kasım 2008)

Siz kim milli irade kim?

Şu sözü Meclis kürsüsünden CHP Genel Başkanı'nın veya bir milletvekilinin Tayyip Erdoğan'ın yüzüne söylemesi yerinde olurdu:
"Siz kim milli irade kim?"
Ne var ki, bu tür büyük gerçeklikler, tarihte hep sistemin dışından söylenmiştir.

BOP EŞBAŞKANISINIZ!
Bugün her yerde, her fırsatta Abdullah Gül - Tayyip Erdoğan ikilisine hatırlatılacak gerçek şudur:

Siz, Türk milletinin değil, ABD'nin iradesini temsil ediyorsunuz, BOP Eşbaşkanısınız!

Siz, ABD'nin Sözleşmeli Personelisiniz, Washington yönetimine "2 sayfa 9 maddelik" hizmet sözleşmesiyle bağlısınız!

Sizi iktidar koltuklarına oturtan, ABD Gladyosu'dur; Abramowitzler'dir; Grossmanlar'dır; Bushlar'dır!

Siz milletin değil, şeyhlerin, cemaatlerin iradesine bağlanmışsınız, İskenderpaşa Dergâhı mensubusunuz!

İşte AKP'li saltanat düşkünlerinin çalımına son verecek doğrular bunlardır!

İRADE FESADI
Toplumsal gerçeklikte olsun, hukukta olsun, iradenin geçerli olmasının koşulu, bağımsız ve özgür olmasıdır.
Nikâh memuru evlenen çifte sorar:
"Hiçbir baskı ve etki altında kalmadan falancayı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"
Ekonomik hayatta ve siyasette de böyledir. İradenin yasal ve geçerli olması için, kişinin veya topluluğun, özgür ve bağımsız kararı gerekir. Bu koşul yoksa irade fesadından söz edilir.

SÜPÜRÜLEN İRADE!
Tayyip Erdoğan'ın en yakın çevresinden Cüneyt Zapsu ABD yetkililerine diyor ki:
"Bu adamı kullanın, deliğe süpürmeyin."
Deliğe süpürülen milli irade olmaz!
Şu an Türkiye'nin en büyük gerçeği budur. Ülkemizi Washington yöneticilerinin deliğe süpürebileceği bir cemaat yönetmektedir. O cemaat, kaderini ABD'nin süpürgesine bağlamıştır. ABD süpürgesiyle gelenler, ABD süpürgesiyle gitmekten korkuyorlar.

ANAYASA MAHKEMESİNİ AŞAN YETKİ
Anayasa Mahkemesi'nin AKP hakkındaki kararı dahi, Türkiye'de milli irade olmadığını kanıtlıyor. Çünkü Türkiye'nin yazılı olmayan, gerçek anayasasına göre, iktidar partisini deliğe süpürme yetkisi, ABD'ye verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, AKP'nin Cumhuriyet yıkıcısı faaliyetin odağı haline geldiğini saptıyor, fakat kapatılmasına karar veremiyor. Mahkeme de biliyor ki, böyle bir karar, onun yetkisini aşar. O yetki, Atlantik'in ötesindedir.

YASALAR İTHAL EDİLİYOR
Meclis'e ipotek koyan, Anayasa Mahkemesi değildir; Türkiye'yi AB kapısında çarmıha gerenlerdir.
Hangi Meclis iradesi?
Bugün Meclis'in milletten kaynaklanan bağımsız ve özgür iradesi yoktur. Türkiye'nin yasaları Meclis'te yapılmıyor; ABD'den AB'den geliyor. "Reform süreci", "Uyum yasaları" vb dedikleri, Washington ve Brüksel'de yapılan sözde yasalara parmak kaldırmaktır. Meclisi bir cimnastik salonuna dönüştüren bu süreç, 12 Eylül'de başlamıştır.

12 EYLÜL'ÜN GAYRİ MEŞRU ÇOCUKLARI
ABD'nin 12 Eylül darbesi, milli iradeye tecavüzdü. Bu gladyo darbesi, aynı zamanda Türk Ordusu'na darbe idi; 2000 Atatürkçü subayı TSK'dan attı.
12 Eylül rejimi, Cumhuriyet Devrimi'nin ekonomik, toplumsal ve kültürel kurumlarını yıkan programı zulümle, şiddetle uygulamaya soktu.
Kenan Evren'i yüzde 92 oyla Cumhurbaşkanı yapan irade, Tayyip Erdoğan'ı da en son yüzde 47 ile BOP Eşbaşkanılığı'na atamıştır.
Tayyip Erdoğan'lar, Tansu Çiller'ler, Turgut Özal'lar 12 Eylül'ün gayrimeşru çocuklarıdır. Amerikancı askeri darbeyle gelen Neoliberal programı bunlar yürüttü.

GLADYO REJİMİ
Doğru, bu sistemin zehirli kökleri, İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar uzanıyor. Ancak Cumhuriyet'in kurumları, 12 Eylül'e kadar az çok yaşıyordu. 12 Eylül, bir Gladyo rejimi getirmiştir ve o Gladyo doğası gereği Fethullahçı Gladyo olmuştur.
Artık demokrasi adına söylenen her şey, kuyruklu bir yalandır.
Türkiye'de bir rejim sorunu vardır; Cumhuriyet rejimi esas olarak yıkılmıştır. Varolan rejim, Atatürk önderliğinde devrimle kurduğumuz Cumhuriyet değil, bir Mafya-Gladyo-Tarikat rejimidir. Sandıklar, seçimler, ABD güdümlü Haçlı irticanın tahakkümü altında, halkın özgür iradesini fesada uğratan dalavere mekanizmalarına dönüştürülmüştür. İşte Cumhuriyet'e karşı asıl darbecilik budur. Türban, ABD tarafından yalnız kadınlarımızın ve kızlarımızın başına değil, siyasal rejimimizin başına geçirilmiştir.

GAZOZ KAPAĞINDAN MADALYA
Şu gazoz kapağından milli irade madalyasını Tayyip Erdoğan'ın göğsüne ne yazık ki MHP ve CHP taktılar. ABD servislerinin 1996'da başlayan bir operasyonla milletin tepesine oturttuğu cemaat mensuplarına, siz "ABD iradesiyle geldiniz" diyemediler. AKP liderlerinin "yüzde 47" diye tutturduğu laf cambazlığı karşısında eziklik duydular. ABD'nin kurguladığı sahte demokrasiyi sorgulayamadılar. Hele MHP, yasadışı Gladyo rejiminin koltuk değneği oldu. Zaten daha 1960'lardaki kuruluş amacı buydu.

AKP YÖNETİMİNİN YASADIŞILIĞI
Halkın ABD dayatmalarıyla ve Ortaçağ ağları içinde zavallılaştırıldığı ve köleleştirildiği bu milli irade fesadından tek bir çıkış vardır:
Bağımsızlıkla!
Özgürlükle!
Bağımsızlık varsa, milli irade vardır!
Laiklik varsa, özgür yurttaş ve milli irade vardır.
Milli devlet yaşıyorsa, milli irade vardır.
Bugün bağımsızlık da, laiklik de, milli devlet de can çekişiyor.
O zaman milli iradeyi boğan bu tahakkümden kurtulmak, bir ölüm kalım sorunudur.
Türkiye üzerindeki ABD ipoteğini kaldırmanın zamanı gelmiştir.
İnsancıklarımızı cemaat ve tarikat şeyhlerinin tahakkümünden kurtarmak şarttır ve biricik demokrasi çaresidir.
Anayasa Mahkemesi, AKP iktidarının Cumhuriyet yıkıcısı, yasadışı karakterini yargı kararıyla da saptamıştır.
Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan yönetimi, kaderini Türkiye'yi parçalayan ABD'nin BOP planıyla birleştirmiştir; Türkiye'yi parçalayan büyük tertibin içindedir.

ÇAĞRI VE GÖREV
Bütün milleti, ülke bütünlüğünü ve Cumhuriyeti savunan bütün siyasal partileri, BOP Eşbaşkanlığı'na karşı birleşmeye ve ABD güdümlü saltanat düşkünlerinin yüzüne şu büyük hakikati haykırmaya çağırıyorum:
Siz kim, milli irade kim!
Bundan sonra milli irade, BOP Eşbaşkanlığı'na son veren, Türkiye'yi bağımsızlaştıran ve halk yönetimini kuran iradedir!
Türkiye halkı, AKP'yi süpürme yetkisini ABD'nin elinden alacaktır.

TAYYİP'İN MAĞDURİYET SENARYOLARI



Dün akşam arkadaşlarımla birlikte oturduğum rakı sofrasında (birkaç emekli bir araya gelince güç bela ayda bir iki kez bir sofra kurabiliyoruz) Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan efendinin son beyanı konu olmuştu.
Gündüz dışarıda olduğumdan o haberi yakalayamadığımı gördüm.
Beyoğlu’nda DTP’lilerin yani ABD-AB işbirlikçisi ve uşağı olan bölücülerin evlere girmelerine,halkın malına zarar vermelerine dayanamayan bir vatandaşın pompalı tüfekle ateş açması olayında Başbakanımız kahramanca bir laf etmiş.o da neymiş?
“Vatandaşın sabrı sabır ama nereye kadar” diyerek halimize ve pür melalimize tercüman olmuş.
Masadan bir arkadaşımız bunu takdir etti,birisi tasdikledi,biri sustu ben de durdum.
Sonra yahu el insaf.Bu adam değil mi ki terörü bu kadar azdıran.Daha 15-20 gün önce “Görüşmem” dediği DTP’lileri,Cumhurbaşkanlığı köşkünde karşılayan,kendi yerine vekaleten koyduğu Cumhurbaşkanı değil mi?
Yine,aynı grupla bir lokantada kafa çeken kendi baş yardımcısı Dengir Mehmet Fırat değil mi?
Bu yemekten sonra örgütün ve DTP’nin bu AKP protestoları daha da hızlanmadı mı?
Cumhurbaşkanı “Kürtlere geçmişte haksızlık yaptığımızı” söylemedi mi?
AKP’nin artan şehit olayları nedeni ile oylarının %54’den %34’e düştüğü her gün istatistiklerle gösterilmiyor mu?
Gelen Belediye seçimleri değil mi?
Yapılanın apaçık,danışıklı bir dövüş,kayıkçı kavgası olduğunu nasıl görmezsiniz?
Başbakan kendisini Başbakan yapan tiyatroyu oynuyor.
Yani;
“Mağduriyet Tiyatrosunu”.
Bu sayede kaçırdığı “Türk oylarını” almayı hesaplıyor.Kürtler gene mecburen onu oylayacaklar.Başka şansları yok.
Bu sözümden sonra masada bir mırıltı gurultu oluştu.Katılan oldu katılmayan oldu,sonunda 5/3 çoğunluk elde etmeyi başardım.
İlerleyen saatlerde bu oran 5/5 oldu.
Eve gelip televizyonu açtığımda ise sayın Deniz BAYKAL bu konuda şöyle diyordu;
“Vatandaş pompalı tüfekle kendi hakkını savunacak kadar yalnız bırakılmış.Bunu yapan sensin.Trafik Polisi gibi “o doğru bu yanlış” diyeceğine sen görevini yapsana Devlet sen değil misin?Sen Başbakan değil misin?
Senelerdir sana anlatmaya çalıştığımız bu değil mi?” diyordu.
Bu akşam bu analizimi yazmayı düşünmüştüm.Ancak maillerimi okuduğumda ise birilerinin benden önce düşünmüş olduğunu gördüm.

İşte o mail;
Keykubat.

KEMALİST MASKELİ YAHUDİLERİN TAYYİP'İ MİLLİ OLABİLİR Mİ?


Devletimizin tepesindeki sahte Kemalistlerin gerçek yüzlerini ortaya çıkarmaya çalıştığım bir makaleyi (Devletin Tepesindeki Ulu-Satıcılar) kendi sitesinde yayınladığı için benimle beraber mahkemeye düşen Ergenekon tutuklusu sayın Behiç Gürcihan'ın nişanlısı Fatma Sibel Yüksek hanımefendinin yazılarını devamlı okurum. Nişanlısının Devlet terörüne (terörün anlamı değiştiği için serbestçe kullanıyoruz) maruz kalmış olmasına rağmen sayın Yüksek hiç metanetini kaybetmemiş bir izlenim yaratıyor-du. "Du" ekini koyuyorum çünkü, metaneti ile beraber gerçeklik öngörüsünü de yitirmeye başladığını sanıyorum artık.

Sayın Yüksek, dün yazdığı bir yazısında BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı artık "Milli" gördüğünü ifade etmiş.

Tayyip Erdoğan'a böyle yaklaşarak onu ödüllendirildiği yoldan vazgeçireceğini sanıyorsa sonu hüsran olacak bir yanılgının içine düşmüş demektir.

Tayyip Erdoğan'ın Millileştiği falan yoktur.

Sağda solda şehitlerimize küfür(!) eden ve bu ülkenin kurucusu Türk halkı ile her daim sorunları olan Tayyip Erdoğan'ın neden, nasıl ve kimler tarafından Başbakan yapıldığı ve bu Başbakanlık döneminde üstlendiği görevler ile hangilerini başardığı bellidir.

Ülkemizde bir ihanet ittifakı vardır ve Tayyip Erdoğan'ın bulunduğu cephe, onlarca ortağı bulunan bu ittifakın sadece bir, ama en önemli koludur.

Tayyip Erdoğan bu ittifak içinde bütün sorumluluğu üstüne alarak Yahudiler tarafından "Cesaret Madalyası" ile ödüllendirilmemiş midir?

Tayyip Erdoğan döneminde bu ülkede nelerin gerçekleştiğini unutmamalıyız.

Tayyip Erdoğan'ı Başbakanlık makamına çıkaran Kemalist maskeli Yahudiler, Tayyip Erdoğan iktidarını gerekçe göstererek İslamiyet'i "önlem alınması gereken bir tehdit" olarak devlet politikasına dönüştürebilmişler, başörtüsü giymiş domuz karikatürleri yayınlayabilmişler, İslamiyet'i gericiliğin ve yobazlığın sembolü ilan edebilmişler, başörtülü Türk kızlarını kürsülerden alaşağı edebilmişler, Kemalist maskeleri ile memleketin her köşesinde verdikleri konferanslar ve yayınlarla ciddi bir kitleyi de inandırabilmişler ve vatanseverleri gaflete düşürerek bu alçaklıklarına ortak edebilmişlerdir.

Bu amaçlar doğrultusunda Yahudilerle ortaklık kurmuş Tayyip Erdoğan için artık Milli olmak gibi bir seçenek asla yoktur. Olsa bile, Kemalist maskeli Yahudiler hemen devreye girer, sözde Türkiye adına bu adamı anında yerin dibine sokarlar...

Bütün bunlar çok ciddi gerçekler iken, Tayyip Erdoğan'ın gümbür gümbür Millileştiğini düşünmek, gerçek olması imkansız bir hayaldir. Deyim yerindeyse, Tayyip bu saatten sonra ölür de, Milli olamaz...

Doğu bölgesine gerçekleştirdiği ziyaretler ve orada DTP'ye karşı yaptığı konuşmalar Tayyip Erdoğan'ın "Milli" olarak kabul görmesine sebep olamaz.

Neden mi?

Tayyip Erdoğan, DTP ve PKK'ya söyletilen(!) 'uluslar arası dayatmalar'ı Başbakan ve hükümet olarak zaten kabul etmemiş midir? Bu gerçeği neden unutuyoruz ve DTP ile gerçekleştirdiği bu Milli, gayrı Milli atışmasına aldanıyoruz?

DTP ve PKK bölgede özerklik istemiştir, Tayyip Erdoğan ve Kemalist maskeli Yahudiler bunu zaten kabul etmiş ve Meclisten de geçirmişlerdir.

DTP ve PKK bölgedeki yer altı ve yer üstü zenginliklerin yönetimini istemiş, Tayyip Erdoğan ve Kemalist maskeli Yahudiler bunu da kabul etmiş ve yürürlüğe koymuşlardır.

DTP ve PKK Kürt kimliğinin resmileştirilmesini ve üniter yapının dağıtılmasını istemiş, Tayyip Erdoğan ve Kemalist maskeli Yahudi ittifakı bunları da kabul etmiştir.

DTP ve PKK bütün çalışma ve eylemlerinde özgürlük ve hatta devlet(!) desteği istemiş, hain ittifak bunu da kabul etmiştir.

AKP ve CHP'nin Mecliste, Ahmet Necdet Sezer'inde Cumhurbaşkanlığı'nda iken attığı imzalar ve zavallı(!) Genel Kurmay Başkanımız Hilmi Özkök'ün "Fetullahçı, AKP'ci" ilan edilerek bertaraf edildiği bir dönemde kabul edilerek yürürlüğe giren "BM Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi" incelendiğinde bütün bunlar görülecektir...


Türkiye Cumhuriyeti devletimiz tam anlamıyla AB-D ve İsrail'in elindedir.

Devletin bu yapısına karşı çıkacakların ve Türkiye'nin bağımsızlığı ile milletin ayrımsız gerçek egemenliğini isteyenlerin Türk, Kürt, Ermeni, İslamcı veya dinsiz olması boyunduruk altındaki devlet için bir şey ifade etmeyecektir. Her birimiz devletin, hükümetlerin ve AB-D ile İsrail'in hedefinde olacağız.

Bu bozuk düzen için her birimiz ciddi birer tehlike teşkil ediyoruz. Bizlerle tek tek uğraşamazlar. Her birimizi hapislerde süründürmeye kalksalar altından kalkamazlar. Çünkü kalabalığız. Alçağın, köpeğin konuştuğu ülkemizde en az onlar kadar bize de söz verseler ortalığı ayağa kaldırırız çünkü haklıyız... Onun için bize söz vermezler. Onun için bizler de daha çok ve daha gür sesle konuşmak zorundayız.

Bu milleti birbirine düşürmeden, ülkede iç savaş çıkarmadan, millete önderlik edebilecek kişileri bu kaos ortamında ortadan kaldırmadan bu düzenin yaşaması, ülkeyi ve milleti bölmeleri de mümkün değildir. Ortalık bu yüzden kızışıyor.

Kürt adına konuşan DTP'de, Cumhuriyet adına konuşan CHP'de, İslamiyet adına konuşan AKP'de, Türk adına konuşan MHP'de, hepsi AB-D ve İsrail'in kontrolündeler.

Her türlü düşünceden sıyrılıp halk adına, Hak adına konuşmaktan ve mücadele vermekten başka çıkar yolumuz yok.

Yarın, kahpe bir kurşunla veya gerçek bir kazayla bu dünyadan göçeceğimize, tarihe adımızı yeniden şerefle yazdırmak elimizde. Hayatımızın seçimi, bu kadar kolay...


Türk Gençliği Hareketi
Cem KILIÇ

Mr.PRESİDENT OBAMA, WELLCOME

HOŞGELDİN OBAMA!!!

Mr.PRESİDENT OBAMA WELLCOME

Sekiz yıldır süren George W.Bush ve Neocon’cu Hıristiyan faşist çetesinin,kanlı iktidarı, dünkü Amerikan Başkanlık seçimleri ile sona ermiştir.

Bu seçimlerden başarı ile çıkan aday Sayın Barrack OBAMA’yı ve destekleyenlerini de kutlarım.

Sekiz yıldır süren George W.Bush ve Neocon’cu Hıristiyan faşist çete,SSCB’den doğan boşluğa, geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerden oluşan Müslüman Dünyasını, kendi ticari ortakları olan Ladin ailesi ile birlikte kurduğu tasarlarla “İslami Terörist-devletler” etiketi ile siyaset dünyasında yeni bir “düşman ülkeler” olarak belirlemiştir.


1991 I.Körfez harekatı ile başlayan bu asrın “Haçlı Seferi” sayısız insanın kanının akmasına, yetim çocukların,sayısız savaş mağduru kadın,erkek,çocuk,yaşlı insanların iş,aile ve sosyal yaşamlarının yıkılmasına sebep olmuştur.

Amerikan halkı da bir anlam veremediği bu savaşlarda kaybettikleri evlatlarının,dünyada artan Amerikan karşıtlığı ve düşmanlığının,savaşların birkaç zenginin ekmeğine bal sürülmesi dışında anlamsızlığının farkına varmıştır ve “bir umutla” Barrack Obama’yı desteklemişlerdir.

Kendisi de 15.yüzyıldan beri,Avrupalı sömürgecilerin,zorla,üstün silahları ile “doğal yaşama bağlı hayat tarzları olan” Afrika zencilerini,yurtlarından sökerek,asla hak etmedikleri bir yaşam tarzına baskılarla mecbur bıraktıkları,ezik,dışlanan,aşağılanan insanların soyundan gelmektedir.

Sayın Başkan Barrack OBAMA’nın Bush gibi bir çeteciden sonra “Umut” olması da onun bu geçmişi ile bağlantılıdır.

Nedenini dahi anlamadıkları,ülkelerinden uzak diyarlarda,çirkin emelli siyasetçilerce başlatılmış savaşlarda evlatlarını kaybetmiş,bu savaşların son bulması,başka ebeveynlerin acı çekmemesi için sayın Obama’yı çözüm olarak görüp desteklemiş,seçilince de “sevinç gözyaşlarından “ seller akıtan Amerikan halkı ve ,barışçı beklentiler içinde yaşayan, insanlarının kanlarının akmasının durmasını uman bir çok mazlum millet haklarının beklentilerini boşa çıkarmayacağını umuyorum.

Sayın Başkan,ırkçı,Hıristiyan Faşist bir Amerika sermaye yapılanması içinden çıkmış, aşağılanan toplumun,”Özgürlük Sembolü” olmuş,bir zamanların ünlü Nelson Mandela’sının “I Have a Dream-Bir rüyam Var” sözünü zirveye çıkarmıştır.Kendisini ve destekçilerini,onu seçen tüm Amerikan halkını başarılarından dolayı kutlarım.


Varlığının mazlum milletlere de en azından Wilson kadar umut olmasını dilerim.

Başta ülkemiz Türkiye’de,geçmiş ABD liderlerinin başlattıkları ve devletimizden her yıl bir “haraç koparma mekanizması” olarak kullanılan “Ermeni Soykırımı iftiralarının” ve de “Kürt ayırımcılığının” sona erdirilmesini,diğer milletlerin de akan kanlarının durdurulmasını beklemekteyim.

Ancak,onun kişiliği ile ilgili bilgilere baktığımızda ise yazdığım umutlar ne yazık ki sadece umut olarak kalmaya devam edecek gibi görünmektedir.

Hürriyet gazetesinden yaptığım alıntı yazıda sayın Obama’nın bazı özellikleri yazılıdır.

Bu özellikleri ile sayın Başkan bana G.W.Bush’un “esmeri” gibi görünmektedir.

Umarım bunlar sadece “siyasi amaçlarla belirlenmiş” nitelikler olarak kalır.

Onun da işi kolay değil,o önce kendi halkının beklentilerini,sonra da hali kalırsa,dünyanın hakim gücüne sahip bir devlet başkanı olarak, diğer milletlerin beklentilerini çözmeye gayret edecektir.

Elbette,tüm bu yazdıklarımın belki hepsi sadece yazılı satırlar olarak kalacaktır.Ama yeni göreve gelen biri için böyle demek,safça beklentilerimizi ortaya koymamız en doğrusu değilse de doğrusu gene böyledir.

Şimdi Sayın Obama’nın bazı özelliklerine bakalım;

İstenmeyen destekçileri: Hamas, Hizbullah ve İran Yönetimi.

Bir numaralı önceliği: Kapitalist sistemdeki tıkanıklığı açarak ABD’de ekonomiyi düzeltmek, ABD’nin dünyadaki imajını iyileştirmek.

Seçilince ilk işi ne olacak: Öncelikle, taraftarlarının aşırı yükselttiği beklentileri düşürecek. Herşeyi bir anda değiştiremeyeceği yönünde gerçekçi bir mesaj verecek ve ilk yılı büyük oranda "başkanlığı öğrenmekle" geçecek.

Siyasi kahramanı: Martin Luther King Jr, Mahatma Gandhi ve 1993’te ölen insan hakları savunucusu Cesar Chavez.

En sevdiği filozof: Friedrich Nietzsche ve 1971’de ölen Protestan dinbilimci Reinhold Niebuhr.

En sevdiği özlü söz: "Senin önünde garibiz, yabancıyız, atalarımız gibi. Yeryüzündeki günlerimiz bir gölge gibidir, kalıcı değildir." (Zebur’da, Hz. Davud’un duasını içeren "Tarihler" bölümünde 15’inci ayet. Obama, yazdığı biyografiye de bu ayetle başlamıştı)

En sevdiği kitap: İncil ve Nobel ödüllü Tony Morrison’dan "Song of Solomon."

En sevdiği şarkı: Fugees - "Ready or Not"

İzlediği ilk film: Born Free (Afrika aslanları hakkında 1966 yapımı bir film)

En sevdiği film: Baba (The Godfather)

İzlediği son sinema filmi: Shrek 3

En sevdiği aktör: Jeff Bridges.

En sevdiği TV programı: 1970’lerin Vietnam Savaşı konulu klasik komedi dizisi M.A.S.H ve bir spor programları.

En sevdiği süper kahraman: Örümcek Adam ve Batman.

En sevdiği yemekler: Acılı yemekler ve pizza.

Keykubat