Sayfalar

5 Kasım 2008 Çarşamba

TAYYİP'İN MAĞDURİYET SENARYOLARI



Dün akşam arkadaşlarımla birlikte oturduğum rakı sofrasında (birkaç emekli bir araya gelince güç bela ayda bir iki kez bir sofra kurabiliyoruz) Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan efendinin son beyanı konu olmuştu.
Gündüz dışarıda olduğumdan o haberi yakalayamadığımı gördüm.
Beyoğlu’nda DTP’lilerin yani ABD-AB işbirlikçisi ve uşağı olan bölücülerin evlere girmelerine,halkın malına zarar vermelerine dayanamayan bir vatandaşın pompalı tüfekle ateş açması olayında Başbakanımız kahramanca bir laf etmiş.o da neymiş?
“Vatandaşın sabrı sabır ama nereye kadar” diyerek halimize ve pür melalimize tercüman olmuş.
Masadan bir arkadaşımız bunu takdir etti,birisi tasdikledi,biri sustu ben de durdum.
Sonra yahu el insaf.Bu adam değil mi ki terörü bu kadar azdıran.Daha 15-20 gün önce “Görüşmem” dediği DTP’lileri,Cumhurbaşkanlığı köşkünde karşılayan,kendi yerine vekaleten koyduğu Cumhurbaşkanı değil mi?
Yine,aynı grupla bir lokantada kafa çeken kendi baş yardımcısı Dengir Mehmet Fırat değil mi?
Bu yemekten sonra örgütün ve DTP’nin bu AKP protestoları daha da hızlanmadı mı?
Cumhurbaşkanı “Kürtlere geçmişte haksızlık yaptığımızı” söylemedi mi?
AKP’nin artan şehit olayları nedeni ile oylarının %54’den %34’e düştüğü her gün istatistiklerle gösterilmiyor mu?
Gelen Belediye seçimleri değil mi?
Yapılanın apaçık,danışıklı bir dövüş,kayıkçı kavgası olduğunu nasıl görmezsiniz?
Başbakan kendisini Başbakan yapan tiyatroyu oynuyor.
Yani;
“Mağduriyet Tiyatrosunu”.
Bu sayede kaçırdığı “Türk oylarını” almayı hesaplıyor.Kürtler gene mecburen onu oylayacaklar.Başka şansları yok.
Bu sözümden sonra masada bir mırıltı gurultu oluştu.Katılan oldu katılmayan oldu,sonunda 5/3 çoğunluk elde etmeyi başardım.
İlerleyen saatlerde bu oran 5/5 oldu.
Eve gelip televizyonu açtığımda ise sayın Deniz BAYKAL bu konuda şöyle diyordu;
“Vatandaş pompalı tüfekle kendi hakkını savunacak kadar yalnız bırakılmış.Bunu yapan sensin.Trafik Polisi gibi “o doğru bu yanlış” diyeceğine sen görevini yapsana Devlet sen değil misin?Sen Başbakan değil misin?
Senelerdir sana anlatmaya çalıştığımız bu değil mi?” diyordu.
Bu akşam bu analizimi yazmayı düşünmüştüm.Ancak maillerimi okuduğumda ise birilerinin benden önce düşünmüş olduğunu gördüm.

İşte o mail;
Keykubat.

KEMALİST MASKELİ YAHUDİLERİN TAYYİP'İ MİLLİ OLABİLİR Mİ?


Devletimizin tepesindeki sahte Kemalistlerin gerçek yüzlerini ortaya çıkarmaya çalıştığım bir makaleyi (Devletin Tepesindeki Ulu-Satıcılar) kendi sitesinde yayınladığı için benimle beraber mahkemeye düşen Ergenekon tutuklusu sayın Behiç Gürcihan'ın nişanlısı Fatma Sibel Yüksek hanımefendinin yazılarını devamlı okurum. Nişanlısının Devlet terörüne (terörün anlamı değiştiği için serbestçe kullanıyoruz) maruz kalmış olmasına rağmen sayın Yüksek hiç metanetini kaybetmemiş bir izlenim yaratıyor-du. "Du" ekini koyuyorum çünkü, metaneti ile beraber gerçeklik öngörüsünü de yitirmeye başladığını sanıyorum artık.

Sayın Yüksek, dün yazdığı bir yazısında BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı artık "Milli" gördüğünü ifade etmiş.

Tayyip Erdoğan'a böyle yaklaşarak onu ödüllendirildiği yoldan vazgeçireceğini sanıyorsa sonu hüsran olacak bir yanılgının içine düşmüş demektir.

Tayyip Erdoğan'ın Millileştiği falan yoktur.

Sağda solda şehitlerimize küfür(!) eden ve bu ülkenin kurucusu Türk halkı ile her daim sorunları olan Tayyip Erdoğan'ın neden, nasıl ve kimler tarafından Başbakan yapıldığı ve bu Başbakanlık döneminde üstlendiği görevler ile hangilerini başardığı bellidir.

Ülkemizde bir ihanet ittifakı vardır ve Tayyip Erdoğan'ın bulunduğu cephe, onlarca ortağı bulunan bu ittifakın sadece bir, ama en önemli koludur.

Tayyip Erdoğan bu ittifak içinde bütün sorumluluğu üstüne alarak Yahudiler tarafından "Cesaret Madalyası" ile ödüllendirilmemiş midir?

Tayyip Erdoğan döneminde bu ülkede nelerin gerçekleştiğini unutmamalıyız.

Tayyip Erdoğan'ı Başbakanlık makamına çıkaran Kemalist maskeli Yahudiler, Tayyip Erdoğan iktidarını gerekçe göstererek İslamiyet'i "önlem alınması gereken bir tehdit" olarak devlet politikasına dönüştürebilmişler, başörtüsü giymiş domuz karikatürleri yayınlayabilmişler, İslamiyet'i gericiliğin ve yobazlığın sembolü ilan edebilmişler, başörtülü Türk kızlarını kürsülerden alaşağı edebilmişler, Kemalist maskeleri ile memleketin her köşesinde verdikleri konferanslar ve yayınlarla ciddi bir kitleyi de inandırabilmişler ve vatanseverleri gaflete düşürerek bu alçaklıklarına ortak edebilmişlerdir.

Bu amaçlar doğrultusunda Yahudilerle ortaklık kurmuş Tayyip Erdoğan için artık Milli olmak gibi bir seçenek asla yoktur. Olsa bile, Kemalist maskeli Yahudiler hemen devreye girer, sözde Türkiye adına bu adamı anında yerin dibine sokarlar...

Bütün bunlar çok ciddi gerçekler iken, Tayyip Erdoğan'ın gümbür gümbür Millileştiğini düşünmek, gerçek olması imkansız bir hayaldir. Deyim yerindeyse, Tayyip bu saatten sonra ölür de, Milli olamaz...

Doğu bölgesine gerçekleştirdiği ziyaretler ve orada DTP'ye karşı yaptığı konuşmalar Tayyip Erdoğan'ın "Milli" olarak kabul görmesine sebep olamaz.

Neden mi?

Tayyip Erdoğan, DTP ve PKK'ya söyletilen(!) 'uluslar arası dayatmalar'ı Başbakan ve hükümet olarak zaten kabul etmemiş midir? Bu gerçeği neden unutuyoruz ve DTP ile gerçekleştirdiği bu Milli, gayrı Milli atışmasına aldanıyoruz?

DTP ve PKK bölgede özerklik istemiştir, Tayyip Erdoğan ve Kemalist maskeli Yahudiler bunu zaten kabul etmiş ve Meclisten de geçirmişlerdir.

DTP ve PKK bölgedeki yer altı ve yer üstü zenginliklerin yönetimini istemiş, Tayyip Erdoğan ve Kemalist maskeli Yahudiler bunu da kabul etmiş ve yürürlüğe koymuşlardır.

DTP ve PKK Kürt kimliğinin resmileştirilmesini ve üniter yapının dağıtılmasını istemiş, Tayyip Erdoğan ve Kemalist maskeli Yahudi ittifakı bunları da kabul etmiştir.

DTP ve PKK bütün çalışma ve eylemlerinde özgürlük ve hatta devlet(!) desteği istemiş, hain ittifak bunu da kabul etmiştir.

AKP ve CHP'nin Mecliste, Ahmet Necdet Sezer'inde Cumhurbaşkanlığı'nda iken attığı imzalar ve zavallı(!) Genel Kurmay Başkanımız Hilmi Özkök'ün "Fetullahçı, AKP'ci" ilan edilerek bertaraf edildiği bir dönemde kabul edilerek yürürlüğe giren "BM Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi" incelendiğinde bütün bunlar görülecektir...


Türkiye Cumhuriyeti devletimiz tam anlamıyla AB-D ve İsrail'in elindedir.

Devletin bu yapısına karşı çıkacakların ve Türkiye'nin bağımsızlığı ile milletin ayrımsız gerçek egemenliğini isteyenlerin Türk, Kürt, Ermeni, İslamcı veya dinsiz olması boyunduruk altındaki devlet için bir şey ifade etmeyecektir. Her birimiz devletin, hükümetlerin ve AB-D ile İsrail'in hedefinde olacağız.

Bu bozuk düzen için her birimiz ciddi birer tehlike teşkil ediyoruz. Bizlerle tek tek uğraşamazlar. Her birimizi hapislerde süründürmeye kalksalar altından kalkamazlar. Çünkü kalabalığız. Alçağın, köpeğin konuştuğu ülkemizde en az onlar kadar bize de söz verseler ortalığı ayağa kaldırırız çünkü haklıyız... Onun için bize söz vermezler. Onun için bizler de daha çok ve daha gür sesle konuşmak zorundayız.

Bu milleti birbirine düşürmeden, ülkede iç savaş çıkarmadan, millete önderlik edebilecek kişileri bu kaos ortamında ortadan kaldırmadan bu düzenin yaşaması, ülkeyi ve milleti bölmeleri de mümkün değildir. Ortalık bu yüzden kızışıyor.

Kürt adına konuşan DTP'de, Cumhuriyet adına konuşan CHP'de, İslamiyet adına konuşan AKP'de, Türk adına konuşan MHP'de, hepsi AB-D ve İsrail'in kontrolündeler.

Her türlü düşünceden sıyrılıp halk adına, Hak adına konuşmaktan ve mücadele vermekten başka çıkar yolumuz yok.

Yarın, kahpe bir kurşunla veya gerçek bir kazayla bu dünyadan göçeceğimize, tarihe adımızı yeniden şerefle yazdırmak elimizde. Hayatımızın seçimi, bu kadar kolay...


Türk Gençliği Hareketi
Cem KILIÇ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.