Sayfalar

2 Ağustos 2008 Cumartesi

AY TANRISI KULTU ve ALLAH



AY TANRISI KÜLTÜ ve ALLAH

Bereket Tanrısı veya Tapınak Fahişeliği Dinleri

Bereket Tanrısı Dinleri de denilen, Güneşe ve Ay'a tapınılan Arap, Hin, Fars ve Grek dinlerinde ortak iman Bereket Tanrısı ibadetidir. 
Bereket tanrısı, gökten sular indirir, toprakta tohumlar, onlardan taneler bitirir, rüzgarlarla bulutları kovalar, onlardan şimşek ve yıldırımlar üretir, insanları korkutur, yıldırımlarıyla çarpar, yangınlar çıkartır, tapınak veya ev gibi binaları, putları yıkar, yakar cezalandırır, insanlardan insan veya hayvan kurbanı, tahıl, meyve, yemek adakları ister. Adakları yapılmadığında veya eksik olduğunda yıldırımları, depremleriyle cezalandırır. Kur'an'ın En'am suresi "Kurban)"ve Er Rad suresi "Yıldırım" demektir;
Enam Suresi 6:99-"Size gökten su indiren de O'dur! Biz o suyla her şeyin bitkisini çıkardık. Ondan da bir yeşillik çıkardık. O yeşillikten birbiri üzerine binmiş dâneler çıkardık."
Yıldırım Arap dilinde "Er R'ad" demektir. Kur'an 13. Suresidir.

Er R'ad 13;Gök gürültüsü O'na hamd ile tesbih eder; melekler de korkusundan. Yıldırımlar gönderir de onunla dilediğini çarpar; onlar ise Allah hakkında mücadele edip duruyorlar. Oysa O'nun gücü çok şiddetlidir."

Bu dinler, zaman içinde inanan kavimlerin düşman istilalarına uğramalarıyla insanların "tanrı bizi korumadı, biz de ona tapınmayı bırakıp başka tanrılar bulalım" demeleri veya işgal eden kavmin kendi dinini dayatmasıyla bozulmuşlar, cemaatini kaybeden din adamları da, rahibeleri ve rahiplerini tapınakta ücret karşılığı fuhşa teşvik etmişlerdir.

Zaten, bu dinlerin temelinde, su ile toprağın birleşmesi ile insanın çiftleşmesi esasına dayalı olduklarından, ibadet amaçlı yapılan cinsel ilişkiler içeren, çalgılı ilahili ayinler, dışarıdan gelen yabancılara ücret karşılığı yapılmaya başlanınca "Tapınak Fahişeliği Dinleri/Kültleri" olarak adlandırmışlardır.

Günümüzde hala yaşamakta olan bu dinlerin etkinliği Romalıların Hristiyanlığı ve İslam'ı yaygınlaştırmalarıyla etkilerini kaybetmişlerdir. Hala Hindistan, İran Zerdüştleri, Yezidiler, Sabiler, Ortodoks Yahudiler arasında uygulandığı bilinmektedir.

İslam öncesi peygamber Muhammet'in yaşadığı Mekke ve çevresi olan Hicaz Arapları da bu dine göre ibadet etmekteydiler.
İran Mecusiliğinin Grek/Yunan Hermetizmiyle karışık ama adı Mecusilik (cüce çöl şeytanlarına ibadet) olup İran temelliydi.
İranlılar da M.Ö. 320'lerde Grek imparatoru Büyük İskender'in idaresine girmişler, bu kralın "Tanrı" olduğuna inanmışlar ve bu yüzden "İskender" adını onun adı olan Aleksandre'den dillerine uyarmışlardır. Haliyle, İskender'in ölümünden sonra yayılan Hermetizm dini İranlıları da etkilemiştir. Çünkü Yunanlıların eski dini Mitracılık da İran Mihriliğinden alınma bir dindi.
Bu karşılıklı kültür etkileşimleri yüzünden hem İran'da hem de Hicaz Arap kültüründe hem de İslam'da İran-Grek etkilerini bu gün de görmek mümkün olduğu gibi o zamanda daha fazla mümkündü.
Aşağıdaki metinde geçen olaylar, Tufan sonrasından başlayarak İslam çağına kadar gelmektedir.

Arapların putperestliğe geçişlerini, peygamberin sağlığından itibaren, onun hayatını (siyer) yazan aile çevresinden ve sahabelerden olan güvenilir kişiler derlemiştir. Bunları en sağlıklı şekilde toplayan İbni İshak (704-768) olmasına rağmen eseri kaybolmuştur. Onun ölümünden sonra İbni Hişam el Kalbi bu kitabı bulmuş ve yazmıştır. Aşağıdaki alıntı efsane, bu kitabın Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesince 1971 yılında dilimize çevrilmiş olan "Hz. Muhammet'in Hayatı- İbni İshak" başlıklı kitabının İnternette yayınlanan sayfalarından alınmıştır.

İsmail Soyunun Putperestliğe Geçişi Efsanesi;

Luhay Oğlu Amr'in Hikayesi ve Arapların
Putlarının Zikri

İbn-i  İshak der ki: Hazm oğlu Amr oğlu Muhammed oğlu Ebu Bekr oğlu Abdullah, babasından naklen bana şunları  anlattı : "Tanrı  elçisi Muhammedin şunları  söylediği bana anlatıldı : Luhay oğlu Amr'ı cehennemde bağırsaklarını  sürüye sürüye gezerken gördüm; ona:
"Senin zamanından benim zamanıma kadar geçen süre içinde yaşayan insanlar ne oldu" diye 'sordum. O -"hepsi helâk oldu (burada helâk oldular demekle cehennemlik oldular demek istiyor)".

İbn-i  İshak der ki: El-Haris oğlu İbrahim oğlu Muhammed et Teymi Ebu Salih es-Semmân'dan naklen Ebu Hureyre'nin  şöyle dediğini bana anlattı. 
BenTanrı elçisinin el-Cevn oğlu Eksem el-Huzarye  şöyle dediğini duydum : "Ey Eksem! Ben Hindif oğlu Kamaa oğlu Luhay oğlu Amr'in cehennemde bağırsaklarım sürüye sürüye dolaştığını  gördüm. Onun kadar sana benzer bir kimseyi, senin kadar da ona benzeyen bir kimseyi görmedim."

Bunun üzerine Eksem : Ey Tanrı  elçisi korkarım ki onun bana benzeyişinin bana bir zararı okunmasın" dedi. Tanrı  elçisi "Hayır dokunmaz. Sen müminsin o ise kâfirdir. Ismail'in dinini ilk değiştiren odur. Gene o putları  dikti. Bahira, Saibe, Vasile ve Hami meselelerini" ortaya çıkardı.

İbn-i Hişam diyor ki: Bilgi sahibi bazı  kimseler bana şunları  anlattılar: Luhay oğlu Amr bir gün bazı  işlerini görmek üzere Mekkeden çıkıp Suriye'ye uğramış. O zaman Amalikalıların (devler) oturduğu Belka ülkesindeki Muab'a geldi. -Amalika Nuh oğlu Sam oğlu Laviz oğlu İmlâk'ın soyundandırlar. imlâk'a İmlik'de denir- Orada Amalikanın putlara taptıklarını  görünce: "Taptığınızı  gördüğüm bu putlar nedir ?"diye sormuş. Onlar da : 
"Bunlar bizim taptığımız putlardır. Onlardan yağmur yağmasını dileriz yağar. Bize yardım etmelerini dileriz ederler" cevabını  verdiler. Bunun üzerine Amr onlara -"Arap ülkesine götürmek üzere orada Arapların tapmaları  için bu putlardan birini bana vermez misiniz ?" demiş. Onlar da kendisine Hübel  adında bir put vermişler. Amr bu putu Mekke'ye götürüp dikmiş ve halka, ona tapmalarını ve ululamalarını emretmiş."

Amerika Okluhoma'da Masonların tapındığı
keçi başlı Lucifer (Işık/Nur saçan)
şeytanı heykeli
.
Hubel, Arapça bir addır, iki kelimenin birleşmesinden oluşur. "Hub=Tane/tahıl" demektir. "El" de "Tanrı" anlamına gelir. Birleştirdiğimizde "Hub=Tahıl; El=Tanrı" yani "Tahıl Tanrısı" anlamına gelir.Bu tanrıya tapınan Arapların onu "El İlah=Tanrı" kelimesinin "İki Lam" harfiyle ululanarak "Allah" a dönüştürerek andıklarını, İslam öncesi Kâbe tavafı esnasında "Allahümme lebbeyk" ifadesinde ve aşağıda oldukça geniş kaynaklı belgelerden yaptığım derleme ve yabancı dilden yaptığım çevirilerde göreceğiz.


Hubel/Allah,(Ay Tanrısı) "keçi başlı", insan şekilli bir cüce (mecüc) Ay tanrısıydı.
Tevrat, Danyal Peygamber Kitabı 8;11 ayette Büyük İskender'in Yahudilerin ibadetlerini yasakladığını, tapınağın terk edildiğini okuyoruz. Bu durum o zamanın dünyası sayılan Avrasya kıtası ile kuzey Afrika, Etiyopya, Sudan bölgelerini de kapsıyordu. Bu coğrafyada bütün dinler Greklerin Teke Şeytan BAFOMET ibadetine geçtiğinin kanıtıdır. Okuyalım;
Tevrat Danyal;
Dan.8: 11 Kendisini Gök Ordusu'nun Önderi'ne*fi* kadar yükseltti.Tanrı'ya sunulan günlük sunu kaldırıldı, tapınak terk edildi" Gök ordusnun önderine kadar yükseltti derken İskenderin Allah katına çıktığı ve Tanrı olduğu, tanrı sıfatıyla da günlük olarak Yahve ye sundukları güvercinden deveye, arpa yulaftan buğdaya ve çeşitli meyvelerden şaraba uzanan tanrıya yapılan günlük adak, ikramlarını kaldırdığı, tapınağa gitmeyi yasakladığı, yani dini kaldırdığı anlatılmaktadır. İşte dinler böyle değişmişlerdir ve her millet, idarelerine aldıkları yeni kavimleri kendi dinlerine geçirirlerdi.

İskender'in sembolünün Teke, İran'ın sembolünün de koyun olduğu Tevrat ayetlerini okuyalım ki daha da emin olalım.;
"
Koç ve Tekeyle İlgili Görüm
Tevrat Danyal Peygamber Kitabı;
BÖLÜM 8

Dan.8: 1 Kral Belşassar'ın krallığının üçüncü yılında, ben Daniel daha önce gördüğüm görümden başka bir görüm gördüm.

Dan.8: 2 Görümde kendimi Elam İli'ndeki Sus Kalesi'nde, Ulay Kanalı'nın yanında gördüm.

Dan.8: 3 Gözlerimi kaldırıp bakınca kanal kıyısında duran bir koç gördüm; iki uzun boynuzu vardı. Boynuzlardan daha geç çıkanı öbüründen daha uzundu.

Dan.8: 4 Koçun batıya, kuzeye, güneye doğru boynuz attığını gördüm.Hiçbir hayvan ona karşı koyamıyor, kimse onun elinden kurtaramıyordu. Koç dilediği gibi davrandı ve gitgide güçlendi.

Dan.8: 5 Ben bu olayı düşünürken, batıdan ansızın gözleri arasında çarpıcı bir boynuzu olan bir teke geldi. Yere basmadan bütün dünyayı aştı.

Dan.8: 6 Güç ve öfkeyle, kanalın yanında durduğunu gördüğüm iki boynuzlu koça doğru koştu.

Dan.8: 7 Öfkeyle saldırdığını, koça vurup boynuzlarını kırdığını gördüm. Koçun tekeye karşı duracak gücü yoktu; teke koçu yere vurup çiğnedi. Koçu onun elinden kurtaracak kimse yoktu.

Dan.8: 8 Teke çok güçlendi, ama en güçlü olduğu sırada büyük boynuzu kırıldı. Kırılan boynuzun yerine, göğün dört rüzgarına doğru çarpıcı dört boynuz çıktı.

Dan.8: 9 Bu boynuzların birinden başka bir küçük boynuz çıktı;güneye, doğuya ve Güzel Ülke'ye*fı* doğru yayılarak çok güçlendi.D Not 8:9 "Güzel Ülke": "İsrail ülkesi".

Dan.8: 10 Göklerin ordusuna erişinceye dek büyüdü. Gökteki ordudan ve yıldızlardan bazılarını yeryüzüne düşürdü, ayakları altına alıp çiğnedi.

Dan.8: 11 Kendisini Gök Ordusu'nun Önderi'ne*fi* kadar yükseltti.Tanrı'ya sunulan günlük sunu kaldırıldı, tapınak terk edildi.D Not 8:11 "Gök Ordusu'nun Önderi": "Tanrı".


Şimdi de teke ve koç hakkındaki yorumu Cebrail yapıyor;
Tevrat Danyal Kitabı Bölüm Sekiz;
Görümün Yorumu

Dan.8: 15 Ben Daniel, gördüğüm görümün ne anlama geldiğini çözmeye çalışırken, insana benzer biri karşımda durdu.

Dan.8: 16 Bir insan sesinin Ulay Kanalı'ndan, "Ey Cebrail, görümün ne anlama geldiğini şuna açıkla" diye seslendiğini duydum.

Dan.8: 17 Cebrail durduğum yere yaklaşınca korkudan yere yığıldım.Bana, "Ey insanoğlu!" dedi, "Bu görümün sonla ilgili olduğunu anla."

Dan.8: 18 O benimle konuşurken, yüzü koyun yere uzanmış, derin bir uykuya dalmışım. Dokunup beni ayağa kaldırdı.

Dan.8: 19 Bana, "Daha sonra Tanrı'nın öfkesi sona erdiğinde neler olacağını sana söyleyeceğim" dedi, "Çünkü görüm sonun belirlenen zamanıyla ilgilidir.

Dan.8: 20 Gördüğün iki boynuzlu koç Med ve Pers krallarını simgeler.

Dan.8: 21 Teke Grek Kralı'dır; gözleri arasındaki büyük boynuz birinci kraldır."


Teke Grek Kralının malum Büyük İskender olduğunu, Horasan'dan Balkanlara, Karadenizden Yemen'e, Mısır'dan Somali'ye uzanan doğu Afrika ve kuzey Afrika'da bütün kavimlere kendi dinini yani "Teke Şeytan Pan, Bafomet'e ibadeti kabul ettirdiğini biliyoruz

Anadolu'da tapınılan Bafomet 

şeytanı.Bafra, Bafa gölü,Baf,
Kıbrıs Rum kesiminde Bafo
şehirlerine adını vermiştir.
Bafomet ve Muhammet adları
Aramice "Ahmet=Okunmuş zeytin
yağıyla ovularak vaftiz edilen" 
demek olan addan türemedir.
Muhammet'in karı düşkünlüğü 
bu keçiden miydi acaba?
Boynuzlu teke şeytan. Büyük İskender'den sonra çıkan Hermetizm dini Araplara da geçmişti. Anadolu'da Bafomet, Yunanlılarda,Roma'da Pan'dı.
İnsan  kalbi, beyni ve kanını çok severdi.
Cinselliğe çok düşkündü.
Hırsızlıktan çöle kızlarıyla kovulmuştu.
Hz. Ayşe Kur'anın recm ayetlerini "keçi yedi"dediğinde kimse olayı 
sorgulamamıştı bile.
Zira vahiyler keçiden gelmiş, keçi geri almıştı.
İnsanlardan hayvan ve insan kurban isteyen bir "cüce şeytan"dı.
Erkeklik organı" sembolüydü. Çok eşlilik onlardan gelirdi.

El Lat (Venüs), El Uzza (Güneş tanrıçası) ve Menat (Merkür) adlı üç kızı, onlardan doğan 356 tanrının her birisi gök yüzünde bir yıldıza veya takım yıldızlara ait güneş veya gezegenlere karşılık geliyordu. Hepsi toplam 360 tanrıydılar. Bu inanca  Ay Tanrısı Dini/Kültü denilirdi.

Buhari'nin hadis kitabı olan Kutubi Sitte fasıllarında, geçtiğine göre, Yahudiler, peygamberin ilk yaratılış (evren ve tanrı yaratılışı) konusundaki bilgilerini sınamak için sorduklarında, peygamber Muhammet'in, "Allah'ın bulunduğu Arş-ı Ala'nın altındaki büyük denizde, gökleri tutan sekiz tane keçi başlı melek sayması benim dikkatimi çekmiştir.
adı geçen hadis kitabının 1687 no'lu "Abbas İbnu Abdilmuttalib"den alındığı belirtilen hadis aynen şöyledir;
"Batha nam mevkide, aralarında Resulullah (sav)`ın da bulunduğu bir grup insanla oturuyordum. Derken bir bulut geçti. 
Herkes ona baktı. Resulullah (sav): 
-"Bunun ismi nedir bileniniz var mı ?" diye sordu. 
-"Evet bu buluttur!" dediler. 
Resulullah (sav): "Buna müzn de denir" dedi. 
Oradakiler: "Evet müzn de denir" dediler. 
Bunun üzerine Resulullah (sav): "Anan da denir" buyurdu. 
Ashab da: "Evet anan da denir" dediler. 
Sonra Hz. Peygamber (sav): "Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?" diye sordu. 
"Hayır, vallahi bilmiyoruz!" diye cevapladılar. 
"Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir, ya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema(nın uzaklığı da) böyledir." Resulullah (sav) yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. 
Sonra ilave etti: "Yedinci semanın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. 
Bunun da gerisinde sekiz adet yabani keçi (süretinde melek) var. Bunların sınnakları ile dizleri arasında iki sema arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra bunların sırtlarının gerisinde Arş var, Arş`ın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık kadar mesafe var, Allah, bütün bunların fevkindedir"
Ben, hadisi aynı kitapta geçtiği haliyle verdim. Değiştirdi, uydurdu diyen kendisi araştırsın.


Kâbe'nin Ay Tanrısı Hubel (Tahıl, 
Gök Gürültüsü ve Yıldırım Tanrısı)/Allah 
Boynunda ters asılı Hilali ile. 
Gökten su indirip daneler bitiren Gök gürültüsü 
ve yıldırımlarla cezalandıran tanrı.
Arapların İslam öncesi putperestlik efsanelerini, İbni Hişam'ın kaleminden okumaya devam edelim;

İbn-i İshak der ki: Söylediklerine göre  İsmail oğullarının ilk taşlara tapmaları  şöyle olmuştur. Mekke İsmail oğullarına dar gelip diğer ülkelerde bir yurt aramak için Mekke'den ayrılan herkes kutlu tapınağa (Kâbe'ye) saygı  sebebiyle oradaki taşlardan bir tanesini yanına alıp
götürürdü. Mekkeden ayrılanlar indikleri veya gittikleri yerde bu taşı bir yere koyar ve kutlu tapınağın (Kâbe'nin) etrafında dolaştıkları gibi bu taşın etrafında da dolaşırlardı. 
Bu suretle yavaş  yavaş  hoşlarına giden veya beğendikleri başka taşlara tapma adeti ortaya çıktı. Bundan sonra nesiller birbirini takip etti, eski dinlerini unuttular.  
İbrahim'in Ismail'in dinini başka bir dinle değiştirdiler, putlara taptılar ve daha önceki milletlerin kabul ettikleri sapıklıkları  benimsediler.
Bununla beraber aralarında ta İbrahim'in zamanından beri devam edegelen bazı kalıntılar vardı  ki, bunlar İbrahim'in dininden olmayan bazı  şeyleri bu dinle karıştırmakla beraber kutlu tapınağa saygı göstermek, onun etrafında dolaşmak ona hac ve umre amacıyla gitmek, Arafe ve Muzdelife dağlarında durmak, kurbanlık develer götürmek, Hac ve Umre zamanlarında telbiye etmek gibi İbrahim'in dininden olan gelenekleri yerine getirmeye devam ettiler.

Mesela Kinâne ile Kureyş  kabileleri telbiye sırasında: (Lebbeyke'l-Lahumme lebbeyk, lebbeyke la  şerikelek, illa şerikün huva lek, temlukihu vama melek,: 
-Sana geldik ey Tanrımız Sana geldik; Sana geldik ki senin bir ortağın yoktur; ancak Senin hükmünde olan bir ortağın vardır; Sen ona hükmedersin o ise Sana hükmedemez.) derler.
Bu suretle bu iki kabile Telbiye de Tanrının birliğini tanır sonra putlarını ona ortak koşar fakat bu putları Tanrının hükmü altında sayarlardı.
Kutlu ve Yüce Tanrı, elçisi Muhammed'e Kur'an'da şöyle der: (Onların çoğu ancak ortak koşarak Allah'a inanırlar : Kur'an XII, 106) Yani bunlar Hak olduğumu tanımak için ancak yaratıklarımdan birini bana ortak koşarak birliğimi tanırlar.
Nuh kavminin de taptıkları bir takım putları  vardır. Bu putların hikayesini Kutlu ve Yüce Tanrı, elçisine Kur'an'da  şöyle anlatıyor:
(Dediler ki Tanrılarınızdan vaz geçmeyin. Vedd Suya, Yağus Ya'uk ile Nesr putlannı  da bırakmayın dediler. Ve böyle diyenler nice kimseleri doğru yoldan saptırmışlardır. Kur'an LXXI, 23)

İsmail soyundan ve başka soylardan olan ve İsmail dinini bırakıp bu putlara taparak bu putların adlarıyla anılan Arap kabileleri  şunlardır: 
Mudar oğlu İlyas oğlu Mudrike oğlu Huzeyl kabilesi. Bunlar Ruhat bölgesinde Suya' adlı  putu benimseyip taptılar. Kudaa'nın bir kolu olan Vebre oğlu Kelb kabilesi, bunlar da Dilmat ül-Cendel de Vedd putunu benimseyip taptılar.”


Kynk; Siret  ül Resulullah İbni Hişam El Kalbi’nin eserinin, Hz. Muhammet’in Hayatı A.Ü.İlhyt. Fak yay. 1971 S.66


Ektir 23.09.2013;

GÜNEŞ TANRISINDAN AY TANRISINA TAPINMAYA GEÇİŞİN TARİHİ SEBEPLERİ

Eski Mısır, Fars(İran), Arap ve Grek dünyasında gerçek doğru ve iyi olan tanrı Güneş Tanrısıydı. Bütün adı geçen kavimler güneş tanrısına tapınırdı. Tevrat'ın devlerle Musa'nın savaşlarının anlatıldığı bölümde "bu devlerin ve eski kavimlerin koruyucularının dünyayı terk ettikleri ve tanrıları Yahwe'nin onların başında olduğu ve devleri yeneceklerini söyleyerek Yahudilere cesaret vermeye çalışan Musa'nın bu sözleri geçer.

Bu da İslâm kültünde de geçen Allah'ın ve meleklerinin yeryüzünde bir dönem yaşadıklarının kabulüne karşılık gelir.

İşte bu tanrılar ve koruyucular yeryüzünü terk etmeden önce hastalananlar rahipler tarafından iyileştirilemezlerse, tanrılar için yapılan mabetlerin bahçelerine terk edilirlerdi. Bu hastalar bulaşıcılarından doğuma kadar her türlü hastalık olabiliyordu. İyileşenler tanrının sevdiği, koruduğu kişi oluyordu ve "sır sahibi" olarak ta saygı görüyordu.
Tek tanrıcı Akeneton'un Ra'nın yerine koyduğu Güneş tanrısı Aten

Tapınak bahçesinde iyileşip şifa bulamayanlar ise örneğin Mısır'da Nil kenarında Avaris vadisindeki piramit inşaatları için taş çıkartılan taş ocaklarına gönderiliyor ve çalıştırılıyorlardı. Adem'in oğlu Şit/Set bile buraya gönderilenlerdendi. (Set Mısır Güneş dininde Güneş’i, adaleti temsil eden Osiris’in rakibi yer altı, kötülük tanrısıdır. Araplar Şit derler. İngilizce yazılan İncil’de de Şit “Seth” şeklinde yazılır ve dilimize de Set diye çevirilir. Bunda da amaç İslam’ın ilk peygamberlerinden kabul edilen kişiliği “Şeytan” olarak göstermekten kaçınmaktır.

Taş ocaklarında çalışmak halktan olanlar için pek sorun değildi. Ama tanrı soyundan geldiğine inanılan rahipler, şehzadeler ve hatta tanrının oğlu olduğuna inanılan firavunlar buralara gönderildiklerinde ağır yaşam şartları ve terk edilmişlik yüreklerini yakıyor ve isyan çıkartıyorlardı.

Bu isyanların birisine Mısır'ın Grek Ptolome döneminde yaşamış tarihçi Maneto'nun Yahudilerin de böyle sürgünler olduğunu ve Musa peygamberin de Heliopolis (Güneş Şehri) mabedinin başrahibi Osarsif olduğunu, isyan sonrası Mısır'da iktidarı ele geçirdiği ve sonrasında II. Ramses döneminde Kızıldeniz Sina Yarımadası bataklığından geçirildikleri için "Moses/Misis( Sudan gelen-geçen) adını aldığı yazılmaktadır.
1878 Paul Laxoirs'den Cüzzamlılar evi
Bu kaynakta da açıklandığı gibi Güneş Tanrısının şefkatinden mahrum kalıp iyileşmeyenler "Lanetli" sayıldıklarından Mısır'ın dışına sürülüyorlardı.

Tanrılarının şefaatinden ve korumasından sürülenler de mecburen kendilerini koruyacak tanrılar edinmek zorunda kalıyorlardı. Tanrıların koruması olmaksızın Adem öncesi eski dev ve cüce kavimlerin yiyecekleri, köleleri olmaktan başka şansları olmadığına inanıyorlardı.

Haliyle de lanetlenmiş olan şeytan/Titan/Dev Ay Tanrısı da çaresiz tek alternatifleri oluyordu.  Çağlar geçtikçe çöllere, cehennem olduğuna inandıkları kuzey Anadolu'ya,  Kafkaslara, cehennemim ağzı olduğuna inandıkları Yunanistan'a ve buzalrla kaplı olduklarına inandıkları için ölmeleri dileğiyle Avrupa, Sibirya'ya kadar sürülüyorlardı.
Bu sürülenler eski kavimlerin kötü tanrıları da kendilerinden öncekiler tarafından kapıldığından gittikleri yerlerin dağ, çöl, nehir boyu, su ataklıklarında yaşayan küçük cin ve şeytanlara tapınmaya başlamışlardı.

İlk İslâm yazarlarından olan İbni İshak Kitab-ül Esnam (Putlar Kitabı) adlı İslâm öncesi tapındıkları Arap şeytanlarını anlatırken bir vadide konaklayan kervancının" Ey buranın cini, şeytanı, buradan sağ çıkarsam sana şu kadar hayvan kurban edeceğim" adağında bulunarak korkusunu yatıştırdığını, kurtulursa da kurbanı kestiğini anlatır. Hatta peygamberin bile Allah'ın kızı ve karısı olan El Uzza (Güçlü olan/Güneş tanrıçası) adına boz bir koyun kurban ettiğini söylediğini yazmaktadır.

Allah/Sin/Hubel Ay Tanrısı Öküz başlı üç kızı ile.
 Bu bilgiler ışığında Mısır'dan kovulan ilk kavim olan Sabiler, önce Sina yarımadasında geçip Ürdün Nehrini (Şeria da denilir) ve vadisini mesken tuttular. Ay tanrısının sembol hayvanı olan Manda beslediler ve batılılar bile bu yüzden bataklığı çok seven, göklerin karanlık sularının bataklıklarının tanrısı olan Sin’e ibadet ederek ondan şifa umdular.
Zeytin Sina yarımadasında ve Ürdün nehri bölgesinde var olan bir meyveydi. Yararları biliniyordu ve cüzamlı Sabiler Sin’e ilahilerle yalvarıp nehirde yıkanıp zeytinyağlarıyla ile ovularak yaralarının acılarını hafifletmeyi başardılar.

Böylece “Vaftiz=Daldırma=Ovma dinlere girdi. Eh, yıkanıp, nehir kenarında yağlanıp ovulunca cinsel istekleri kabardı ve her türlü ensest(aile içi) biseksüel, lezbiyen cinsel ilişkilere de girdiler. Cinsi sapıklık zaten tanrılarının karakteri olduğundan onda bir sıkıntıları da yoktu. Çocuklarını da kurban edebiliyorlardı veya kıtlıkta yiyebiliyorlardı. Yani hem sapık hem yamyamdılar.

Buralarda yollara dayanabilecek kadar sağlıklı olanları göçlere başladılar ve Arap yarımadasına yayıldılar. Yemen’de kurdukları medeniyet sel felaketiyle yok olunca buna efsaneler yazdılar ve göçlerinin sebebinin Allah’ın cezası Arim(Sel) Seli olduğunu söylediler. Böylece Sabi (Her dine dönen, kaypak) olan adlarından şive farklığı ile değiştirdikleri “Sebe” adını “Arami” yaptılar. Sonra Zağros-Kafkaslar arasındaki dağlarda sürgün yaşamları 3000 yıl kadar sürünce de yaptıkları eşkıyalıkları, yedikleri haramlar yüzünden de “Harami” adını aldılar.

İşte adları “her dine dönen, kaypak” anlamındaki Sabilerin bir sonraki tekrarı olan Yahudiler de Sina Yarımadasında Sina Çölünde Sin veya Tur dağı ve çevresiydi. Onların da kitapları Tevrat Sabi kitaplarını taklit ediyordu ve “Yalanı” zekânın eseri sayıp kutsallaştırıyor, “Yahudilerin dışındakiler konuşanlar topluluklarıdır” diyerek eski kavimleri papağan yapıp Yahudilere moral veriyordu. Bu gün Tevrat okuyan Yahudi, Hristiyan, Yezidi ve Süryanilerin yalancılıklarının temeli bu Tevrat ve Sabi kitapları ayetleridir.

Yahudilerin tanrısı Yahweh/Allah'ın Yahudileri kırk yıl dolaştırdığı çöl Sina Çölü yani Sin çölü, gözleri önünde göğe kaldırdığı dağ Tur-u Sina yani Sin Dağı,  bölge de Sin Yarımadasıydı. Ayaklarını basacak toprakları olmayan bu kavimler de mecburen o zamanlar çok kötü görünen ticaret, fahişelik, hırsızlık gibi kötü-Süfli işlerden ekmeklerini çıkartmak zorunda kalıyorlardı. Mallarını satmak için gittikleri her yerde de bu yüzden aşağılanıyorlardı. Buna pırıl pırıl güneş tanrısından medet ummak varken evrenin sulu bataklıklarının karanlıklarının şeytanı olan, kovulmuş Sin’e, onun uyarlamalarına ve kızlarına tapınmak zorunda kalmaları eklenince diğer kavimlere, sağlıklı insanlara düşmanlıkları da artıyordu.

Sanki ötekilerin sağlıklı olmaktan başka suçları varmış gibi.
Huzurdan, şefkatten kovulmuşların tanrısı olan “kovulmuş tanrı” Sin Sümer'in gök tanrısı Enlil'in oğluydu ve Ay Tanrısıydı. Babası Enlil'in kudret tabletlerini çalıp bir uzay aracıyla kaçarken Nergal tarafından aracı kuyruğundaki motorundan vurularak Yemen Çölüne düşürüldüğünde babası tarafından lanetleniyordu. Uzay aracının kalıntısı olan taşlara bu kavimler binlerce yıl “Allah’ın Gözleri” diyerek, şifalar umarak tapınmışlardır.

Roma İmp. Markus Antonyus dönemi M.Ö. 200'lerde

basılan Roma parasında Suriye'de

Kara taşı taşıyan süvari arabası. 

İlam öncesi Kara Taşa tapınmanın delillerindendir.
Daha sonra İngiliz Biritish Müzesi, olaya el atmış onu da Amerikan Aramco petrol şirketinin ajanları takip etmişlerdi. Filbi Abdullah’ın yakın tarihte yaptığı keşfi bu filme konu olmuştur.
Kâbe’deki Hacer-ül Esved de (Kara Taş) bu taşlardan birisidir.

İslâm kayıtlarında da bu taşa peygamberin verdiği önem putperestlik kalıntısı olarak eleştiri almıştır.

“Hz.Ömer’in taşı öpme faslı Abis Bin Rabia’nın anlatımına göre şöyle anlatılır;


Hz.Ömer bir gün taşın yanına gelerek onu öper ve –“Senin kimseye ne zararı ne de yararı dokunabilecek kara bir taş olduğundan şüphe yoktur.Ama,Allah’ın peygamberi seni öpmeseydi ben de öpmezdim” demiştir.Bence doğru demiştir.
Öpülmeseydi daha iyiydi.

Hacer-ül Esved Karataş. Sabi dininde, 

Kabe El Uzza'nın rahmi,

Kara Taş ta kadınlık organıydı. İlk Yaşam burada 

başlamıştı.

Karataşı öpen cennete yani "sine-i rahime" 
dönebilme hakkı kazanıyordu.
Gök Ana- dişi şeytan Uzza'nın organını 
öpen cenneti kurtarıyordu.
Gök Ananın şeyini öpen Halit Meşal efendi. 
Bunlar Süryani olduklarından işi bilirler.
Siz herkesi Müslüman sanmayın!

Bu gün hacılar,sağdan sola daireler çizerek Kabe etrafında yaptıkları her tavafta bu taşın yanından geçtikçe;
-“Seni değil Hz.Muhammed’in yüzünü öpüyorum” diyerek öperler. Bu taş öpme geleneğinin İslam öncesi kaynakları da vardır. Araplar, eskiden taşladıkları bu taşı şimdi öpmektedirler.
(Kynk-İbni İshak’ın “Siret-ül Resulallah-Hz.Peygamberin Hayatı” kitabından alıntı.)

İ:S.2.yy.’da, Maksimus Tirus,”Araplar ne olduğunu bilmediğim dört köşe bir taşa bağlılık gösteriyorlardı. Maksimus, siyah bir taşı içeren Kabe’den bahsediyordu.” İfadelerine İslâm'dan 750 yıl önceki Grek kayıtlarında da rastlanmaktadır.

Hatta Amerikalılar “Allah’ın Gözleri” adında bir filim de yaptılar. Yemen’de bu taşların yerini bulan Sovyet Casusu Kim Philby’nın babası gezgin Harrty St.John “Abdullah” Philby,Suudi Arabistan’ın güneybatısında Rubel Hali’de, 1932’de “boş bölge” olarak bilinen yerde Kuran’ın Hud Suresinde geçen olaylarla ilgili araştırma yaparken bölgenin adını Vabar koymuştu.

Kızı İnanna/Nanna iştar da dedesi Enlil, büyük dedesi Anu ile evlenmiş, sonra amcası su tanrısı Enki ile aşklar yaşamış ve her birisinin kendilerine güçlerini  veren kudret tabletlerini çaldığından o da lanetlenmişti. Anne, Nine, Ninni adlarının kökeni hep bu kadının adından gelir inancındayım.
Bu kadına Hicaz Arapları El Uzza, Yahudilerden önce Mısır'dan kovulmuş cüzamlı kavim olan Sabilerin Yemen Sabileri Er Ruda, Ürdün-Suriye Sabileri Er Ruha, Irak Marş bataklık Sabileri İştar, dinleri 12.yy. da Şeyh Adi tarafından Hicaz Mecusiliğinden yapılan Yezidi Kürtler de Tavus adıyla tapınırlar.

İslam öncesi Arap Mecusiliğinden doğma Kürt Yezidilerini
din kitabı Mushaf-ı Reş (Kara Kitap) Keçi Tanrı resmi.
Sin, Yezidilerin kutsal kitapları olan Mushaf-ı Reş (Kara Kitap)te yazdığı gibi sonraları bağışlanmış olsa gerek Hakkâri civarındaki Sincar dağlarından Sina yarımadası arasını mekân tutmuştu. Burada üç kızı olmuştu. Menat, El Lat, El Uzza (Necm 19’dan 24. Ayete kadar adları geçer) adlarında olan bu kızların ve babalarının adları, M.Ö.2500 yıl önce kurulmuş Sabi devleti olduğu sanılan Petra Krallığı ve onun kalıntıları olan Nebatiler, Ürdünlüler, Lübnanlıların yaşadıkları bu bölgede birçok coğrafi bölgenin adlarıdır. Ey Lat Körfezi, Sincar dağları, gibi.

İslâm'da Kur'an'da bu tanrıça için "Er Ruh/Ruh" tabirleri kullanılsa da, babalarının adının geçtiği "YASİN=EY SİN" suresi olsa da, her namaz duası ve Kur'an ayeti okunurken "Euzubillahimineşşeytanirracim=Allah'ın huzurundan taşlanarak (recm) kovulmuş şeytanın şerrinden sana sığınırım!" diyerek duaya başlandığını, Kur'an'ın Ay Tanrısından Güneş Tanrısına dönüş olduğu Rum Suresi tefsirinde dikkatinize sunulmaktadır.
Çünkü Kitapları dinlere inanan (Kitap Ehli=Ehli Kitap) olan Yahudi ve Hristiyanlara benzemek, halkını onlarla akraba etmek, İran-Bizans savaşında Kureyşliler İran'ı desteklerken Müslümanların Bizans'ı desteklemesi ve "üç vakte kadar Bizans'ın galip geleceğini bildiren Rum Suresi (5.) ayetini sevinçle karşılamaları buna en büyük delildir.

Şimdi Ay ve Güneş tanrılarına tapınmanın mitolojik kökenlerini öğrendiniz. Ay Tanrısı ve çocukları "Şeytanı", ve onlardan gelen dinlere inananlar "Şeytan İbadetini" yaşayanlar, uygulayanlardır.
Bu gün bile halen varlıklarını sürdüren bu dinlere inananlar "Şeytan" adıyla bu Güneş Tanrıçası saydıkları Ruh/Cin/Can'a tapınırlar.
Irak Sabilerinin kutsal kitabı "Cin Ze D Rabba" (Öğretmen Ze Cin'i) adlı kutsal kitaplarında sureler "Bismil Hay" adıyla başlar ve "Hay" adı Kur'an'da da "Hayyülkayyüm", "Hay" olarak defalarca geçer ve Ay Tanrısı Sin'i kast eder.
Mısır Luksor'da dev Mısır tanrıları.
 Mısır tanrıları 40mile 5m arasındadırlar
Cüceler 5m.boyundadır.
Kâbe'deki  Allah da 5m.boyundaydı

Bu dine geçmiş Ermeniler kökenlerini Hitit Kralı III. Hattuşili zamanında Anadolu'da Hitit kolonisi olan Van-Trabzon arasında kurulmuş "Hayastan Devleti halkına" "bağlarlar ve Ermenice "Ben=Hay" demektir. Ayrıca Arapça olan “Hayat” bu addan türemiştir.-İngilizce "Ben=Ay", İtalyanca İO (İyo), İspanyolca "Yo", Almanca İch(İh) olarak bu kavimlerin kültürlerinin temeli olan dillerine geçmiştir. Tevrat'ın tanrısı Yahweh ise Musa'ya "Mısırdan Çıkış-Çölde Yanan çalı" bölümünde kendisini "Adı Ben olan Tanrı" diye tanıtır. O da Hint Ramayana destanına atıf yapar ve Yahudiler çocuklarına koydukları tanrılarının adı "Ben" ve "O'BEN" adları aynen Türkçe'dir. Ama ne hikmetse Ay Tanrısı Sin 'in dağında yaşamaktadır.

Burada Yahudilerin medeniyetin beşiği olan Türk dinini bildikleri ve gene ona da sarılmaya çalıştıkları düşünülebilirse de her zaman Mısır'da firavunluk etmiş Türkleri Heliopolis tapınağının cüzam olmuş, Ra'nın şefkatinden kovulmuş rahibi Osarsif/Musa'nın bilmesi ise hayet doğaldır. Tevrat zaten Sabilerin kutsal kitaplarını esas alıp, Sümer, Türk, Hint, İran dinlerinin harmanı bir kitaptır. Yani tamamıyla siyasidir.

Çünkü o dönemde yeryüzünde bütün kavimlerin dinlerinde okuryazarlık sadece ruhbanlara ve tanrı soyundan gelen asillere müsaade edilmişti. İnsanlar Ra'ya isyan etmişler ve Ra kobra yılanını göndermiş, yılan dünyayı sarmış ve ağzından çıkan alevlerle yeryüzünü küle çevirmişti. Sağ bırakılanlara da okuryazarlık yasaklanmıştı. Oysa Yahudiler diğer dinlerin ezbere olmasına karşın kitap yazıp dinlerini kitaplarından okuyorlardı ve tanrıya karşı hile yapıyorlardı.

 İsa da Yahudilere geldiğine göre kitaplı dinlerin "çağdaşlaştırılması" insanları şeytana yöneltmek isteyen büyücülerin işinden başkası değildi. Sabilerde, Süryani ve Yezidilerde hatta Hindu, Budist, Fars Zerdüştlerinde, Yezidilerde okuryazarlık elan yasaktır. AKP'nin çocuk evliliklerinin önünü açması, okuryazarlığı engelleyici faaliyetleri onların gerçek dinleriyle ilişkilidir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yakılan okullar, öldürülen öğretmenler hep "kendilerini dinlerinden edecek düşman" olarak gören bu dinin inananlarınca yapılmaktadır.

 Bu yüzden Bizans Ermenileri, Sabileri, Süryanileri 325'te Grek İncil'ini kabul edip Hristiyan olmalarından itibaren daima soykırıma uğratmışlardır. Çünkü başta Sabiler ve onların Süryani İncil'İne tapınan ve İskender zamanında Rum edildiklerinden dolayı kendilerini Grek/Rum sayan  Süryaniler kutsal kitapları Pşitto'dan gizli olan kitaplarında İsa Peygamber için "Sahte peygamber" diye bahis ettiklerinden dolayı İslâmiyet çıkıncaya kadar soykırıma tabi tutmuşlardır. Bunu M.S. 850-950 arasında Abbasilerin gerilemesi döneminde de tekrar etmişler ve İran'daki Hakkari sınırımıza yakın bu gölde çoğunu boğduklarından gölün adı Urumiye Gölü adını almıştır.

Aynı yıllarda Sabi ve Süryanilerin (Günde yedi vakit namaz kılarlar ve adları Müslüman adıdır. Çünkü Muhammet peygamber de peygamberlik öncesi Sabilerin Ahnaf kolundan bir Sabiydi.(Kynk-E.Hamdi Yazır Maide 62. Ayet tefsirine bakınız)

Gizli kitaplarında Muhammed'ten de "Şeytan Bizbat" adıyla bahsettikleri geçince zamanın Abbasi halifesi Süryanilerin rahiplerini kitaplarıyla beraber Bağdat mahkemesine getirtmiş ve idam ettirmiş, ardından da soylarının kırılmasının vacip olduğu fetvasını vermiştir.
Bu tarihten sonra bu şeytan ibadetçileri Müslümanlara düşman olmuş ve bölgedeki bütün Müslüman devletlerin, medeniyetlerin yıkılmasında batı ile işbirliği yapmıştır.

1774'te Rus-Osmanlı savaşında yenilen Osmanlı'ya Rusların dayattığı "Gayrimüslümlerin koruyuculuk sıfatını tanıtmasını diğer batılı emperyalistlerin de kazanmasını takiben Osmanlı'nın idaresine batılı devletlerin baskılarıyla getirilmişler, "Müslüman maskesi" ile Müslümanları yavaş yavaş Hıristiyanlaştırmayı, Yahudileştirmeyi sürdürmüşlerdir. Nurculuk ve Fethullahçılık ülkemizdeki son aşamalarıdır.

Bunlar adaletten önce namazı, camiden önce Hilal’i, peygambere, akrabalarına ve arkadaşlarına tanrısal sıfatlar eklemeyi, akıldan çok mucizeleri öne çıkarmayı, hurafelere bağlılığı, kadını köleleştiren yasalar çıkarmayı ve gelenekler sürdürmeyi, eşcinsellik, biseksüellik, pedofili düşkünlüklerinin yanında okuryazarlıktan soğutmayı, batılı devletleri yüceltmeyi, medeniyetin kurucusu olan Türkleri aşağılamayı, adlarına ve işyerlerine içinde “Hay,Ay, Er, Allah” barındıran adları kullanmayı seçerler.

Örnek olarak “Ayla, Aydın, Aysel, Aycan, Hayrullah, Hayri, Hayati, Erman, Ertan, Ersan, Ercan, Erkan, Arman, Alper, Ayfer,Erdem, Erden, Erdinç  (İran şeytanı Ehriman’ın Zervanilikteki adından), soyadlarına da Erdoğan gibi örnekleri verebilirim. Mani dininden ve İran Yezidiliği olan Mecusilikte uzun yıllar yaşamış olan Güney Türkistan ve İran Türklerinde de bu adları bulmak çok doğaldır.

Bu yüzden herkese Ermeni, Süryani, Yezidi demeyin.

Aten'den Mitra'(Güneş)ya 
Grek (Hileci) Helen'(Güneş)i

İşte bu şeytan ibadetlerinin Hristiyan mezheplerindeki karşılıkları kabul edilen Uniteryanlar, Bogomiller, bazı Ortodoks mezheplerine girmiş, anayurtları Kafkaslar ile Anadolu olan sürgün milletler olan, her ne kadar Helen “Güneş” deseler de tam bir Sabi-İran harmanı Mitracılık olan Grek Mitracılığına (Mihrilik/Şemsilik=Güneş ibadeti) asırlarca tapınmış Grekler, açıkça Ay Tanrısına ve kızına tapınan Arnavutlar, Sırplar, Ruslar, Macarlar, Bulgarlar ve 9.yy. da Sabilikten türeme Mani dininin Uygur İmparatorunca kabulünün ardından "Alp" gibi "cüce şeytan" adlarını Türklerin almaları, doğu Avrupa ve Rusya'ya, Anadolu’ya gelişlerinde saydığım "Şeytan İbadeti" dinlerine girmelerine neden olmuştur.

Peygamberin ölümünü takiben Kur'an-Mecusilik-Sabilik harmanı bir din haline getirilen İslâmiyet 8.yy. da Bağdat'taki İslam Üniversitesinde şeytan ibadet olan Grek/Yunan Hermes Dini felsefesini Müslüman görünümlü, kendilerini Rum sayan Sabi/Süryani Arapların kurnazlığıyla İslâm Felsefesi/Tasavvufunu oluşturmuşlardır. Gene Ay Tanrısı Kültünün Hint uyarlaması olan bütün İslam ibadetlerini yapan ama bence Arap inanışlarından daha farklı bir din olan Cancılık/Caynacılık, onun Çin/Can/Cin=Çin uyarlamalarının felsefeleri olan Taoculuk, Irak-İran Zervaniliği dinlerinin, Maniliğin de katkıları çoktur.

Bu dinlerde ibadet, devlet zoruyla halk haftalık üç günlük kazançlarını ibadet günlerinde tapınağa bağışlıyorlardı ve tapınakta erkekler “Allah ile ilişkiye girerek krallarını doğurduklarına inandıkları çarşaf-peçeli rahibeler ile kadınlar da aynı şekilde ama peçesiz rahiplerle ilahiler eşliğinde dans ederek cinsi münasebete geçerek ibadetlerini tamamlıyorlardı.

Göbek dansı bu tapınaklarda “her Nevruz’da Allah’ı ayartarak cinsel birleşmeye girmek için ilahiler eşliğinde dans eden siyah çarşaf-peçeli rahibelerin ritüelleriydi. Hıristiyanlık ve İslamiyet ile işsiz kalan bu rahibeler gece kulüplerinde serhoşları ayartmakta kullanmakta gecikmediler. Çünkü önceden bunu da tapınaklara gelir temin etmek için yabancılarla yaptıklarından adları Tapınak Fahişesine çıkmıştır.

Tevrat’ta Yakup peygamberin oğullarından olan Yahuda’nın oğlunu Allah öldürünce, dışarı gelin verme âdeti olmadığından Yahuda doğacak oğlu ile gelinini evlendirme sözü verir. Çocuk büyür, evlilik gerçekleşmeyince de gelini Tamara Fahişe kıyafeti yani çarşaf peçe giyerek Timna yolunda pazarlıkla ilişkiye girerek kayın pederinden hamile kalır. Karnı büyüdüğünde de Zina nedeniyle recm edilmekten ücret olarak aldığı peygamberlik asasını ve yüzüklerini göstererek kurtulur.

Bu bölümü ile Tevrat, çarşaf-peçe’nin putperest Sabilerin ve Sabiliğe dönmüş Yahudi, Hıristiyan mezhepleri, Süryaniler ve Yezidilerin ruhban kadınlarının ve erkeklerinin kıyafeti olduğu kanıtlanmış olur. Çünkü halen Hıristiyanlar bile kiliselere kendini adamış rahibelere “Allah’ın Karısı” demektedirler.
Grekler de Arap, Hint, Pers cin ve şeytanlarından
türetme tanrılara tapıyorlardı.
Tyche "Ay-Yıldızlı " bir Grek tanrıçasıdır.

Anlattıklarımı kaynaklı olarak diğer bloglarımda başka adllarla yayınladım. İnanmayanlara da Kur'an dahil her türlü kaynkalardan örneklerle devam edelim.

Buraya kadar Ay'a ve Güneş'e tapınmanın ne demek olduğunu açıklamaya çalıştım. Şimdi adlarından birisi “Lah” yani Arap imlasına göre “El Lah, Yehuda, Jehuti v.s.” olan Mısır'ın Ay tanrısını tanıyalım;

Mısır Ay Tanrısı Thoth (Dod/Tut)

Thoth/Tut/Lah en az 5000 yıllık
 Mısır Ay Tanrısı Katip tanrı.
İslam'da İdris peygamberdir.
Eski Grek kaynaklarında Yahudiler anlatılırken "Yahudiler dinlerini çok zeki ve bilgili olan Kalani Rahiplerinden öğrenmektedirler" diye geçtiği tespit edilmiştir.Tevrat araştırmacılarınca da Hz. İbrahim,ve ondan 1000 yıl kadar sonra Hz.Musa'nın yazdığı Tevrat'tan doğan İbrani dinlerin kaynağının Hint kökenli olduğu kabul görmektedir.
Hintlilerin kaynakları da Mısır Kültüne dayanmaktadır.Mısır'ın ki de Sümer'e dayanır.Sümer'in ilk Ay Tanrısı Enlil'dir."Anu-Enlil-Enki" sentezinden de "Mısır'lılar Ra-Horus-Thoth" sentezini üretmişlerdir.
Hintliler de daha sonra "Yeryüzü ve gökyüzünün insanların ve Tanrıların ve hesap gününü yargıcı olarak Mitra'yı (Dost,yaren,arkadaş anlamında.Alevilerin "dost -yaren" sevgisinin kaynağı) Mısır'ın ay tanrısı "Thoth'" tanımlamasından çalmışlardır.İranlılar da onlardan çalarak "Mitra'yı" üretirler,ondan da İsa tanımlaması çıkar.
Hicaz Araplarının İslam öncesi tapındıkları "Erkek Ay Tanrısının" kaynağının da Thoth (Dod) olduğu açıktır.
Bu yüzden Thoth hakkında verilecek bilgi,ondan kaynaklanan aşağıdaki inançları kavramamızda anahtar rolü oynayacaktır.
Thoth'un özelliklerine bir bakalım;

-Mısır’ın ,Gök-Güneş Tanrısı "Ra’sının ve Mısır tanrılar meclisinin katibi,
-verilen sözlerin,yapılan antlaşmaların koruyucusu,
-ahret gününün, (tanrıların ve insanların) evrenin tarafsız,adil yargılayıcısı,hakimi,
-baş tanrı Ra’nın sözlerini insanların diline çeviren,
-tanrıların yazılarını karelere bölerek insanların okuyup yazmalarını kolaylaştıran ALFABEYİ keşfeden,İnsanların ilk baş öğretmeni,

-İncil'in "Rab-Öğretmen Tanrısı,Kuran'ın ilk suresi olan Alâk Suresinde "kağıt-kalemle okuma-yazma öğreten" Allah tanımlarının kaynağı.(Yazarın Yorumu)
-Ra’nın dili ve kalbi olarak saygı gösterilen,
-Ra’nın gece yolculuğunda,kayığında yanında bulunan,
-Ra’nın gözü,tapınakta bulunan bütün tanrıların da yargıcı, tabiatı ve evreni ölçülerine göre düzenleyen,
-şarkılarıyla gök cisimlerinin ve güneşin seyirlerini,mevsimleri düzenleyen,cennetlerin ve cehennemlerin de mimarı,
-bütün sırların sahibi,maji-büyü ustası, büyücülerin en büyüğü,
-insanlara yol göstermek için yazdığı çok önemli (kayıp) 42 temel kitabı bulunan,”Üç kez ululanmış”,”Üç kere ULU” olarak anılan,
-Bütün tanrıların "RA"nın görüntüsü oldukları inancına dayanılarak,Ra'nın en gelişmiş hali olarak da kabul edilen,
-Yunanlı Eflatun’a göre “her şey” olan, bilge ay tanrısı,İbiş kuşu gagalı insan vücutlu Thoth-l’ah’ın (Dod-lah) çalınmış sıfatları ile uydurulmuş bir tanrıdır.Benzer veya aynı sıfatlarla saygı gösterilmektedir.

Yunan tanrılarından Hermes onun sıfatından tırtıklanarak üretilmiştir.
(Yazı tercüme olup,Cristallink.com ve Wikipedia'dan yararlanılmıştır.)

Sümer tabletlerinin tercümelerinin kolaylaşıp anlaşılır olmasından sonra,1853 yılında Kraliyet Asya Derneğinde belgelere bir yorum getirmek için konuşan Sir Henry Rawlingson Sümer tabletlerindeki isim ve dillerin “ne Sami,ne de Hint-Avrupa “ dillerinde olduğunu yeni bir dil olduğunu gizemli bir halka ait dil olduğunu söyler.Kral isimleri artık bir anlam içermiyordu.

Sizce de öyle mi?

Sargon’un önceleri danışmanlığını yaptığı kralın adı “Urzababa” Ur,İbrahim’in şehri,Baba bunu bilmeyen var mı? Sanki “Ur’un babası” gibi.O zamanki Osmanlı da zaten “Osmanlıca olarak konuştuğundan yaşayan bir “Türkçe” de yoktu.Burası işin makarası.Ciddiyete gelelim.Ninova’da bir araya getirilen 25.000.kil tablet incelenmeye başlanır.23.numaralı tabletin metni ilgi çekicidir.

Asurbanipal’in ağzından nakledilen bu metnin ifadesi şöyledir;

“Katiplerin Tanrısı bana sanatının bilgisini lutfedip hediye etti.

Yazının gizlerine inisiye edildim. (Yazının her üç anlamını yani görünür,içrek ve ilahi anlamlarını kast ediyor.Bunları bilen son kişinin Hz.Musa olduğu yazılır.)

Sümerce yazılmış olan çetrefilli tabletleri bile okuyabilirim.

Tufandan önceki günlerin taş yontularındaki muammalı sözleri anlıyorum.”
(Kaynak-Zacharia Zitchin 12.Gezegen)

Şimdi sıkı durun.Kuran'ın ilk inen suresi "Alak Suresidir".Malum,kurnaz din bezirganları bu ayeti "değişmeyen" (!) kuranın 96.suresi haline nasıl getirdiler düşünün.Bu surenin ilk ayetleri de gene "katip,öğretmen tanrı" kavramını işliyor.İşte ayetler;

"Alak Suresi" ayetler;

1-""Oku O yaratan Rabbinin adıyla!

2-İnsanı bir kan pıhtısından yarattı!

3-Oku, O, cömertliğinin sonu olmayan Rabbindir!

4-Kalem ile (yazmayı) öğreten de.

5-O, insana bilmediği şeyleri öğretti. ""

Peki,Kuran'da "RA" adı ile başlayan ayet var mı?

İşte "RA'D SURESİ"

1-""Elif, Lam, Mim, "Ra". İşte bunlar sana o Kitab'ın ayetleridir ve sana Rabbinden indirilen gerçeğin ta kendisidir. Fakat insanların çoğu iman etmezler. ""

Ayrıca Allah'ın özelliklerinden bir iki ad;"RAhman, RAhim" İncil'de Hz.İsa "RAB(Öğretmen) Tanrı" olarak geçe.
Cebel Arak'ta çıkan bıçak kabzesinde
Allah aslanlarla boğuşurken M.Ö 6.YY.
Bu ayetlerden sonra ay tanrısı tanımından aşağıya tekrar okumanızda var.

Arap-Yahudi melezi Hicaz Araplarının İslamiyet öncesi “El Ellah-Allah" adıyla taptıkları,(Arapça’da adların başına İngilizce’deki “The” gibi “El” belirteci getirilir.”) ‘El lah- EL LAH-İlah ve zaman içinde değişerek verilen yüceltilmiş hali ile El ilah-Türkçe söyleyişi ile Allah”ın kendisidir.O dönemde Mekke'deki "Kabe" içinde 360 put vardır.Hepsinin de ortak adı "EL LAH-İlah"tır.

"La ilahe illallah" (Allah'tan başka İlah yoktur.) gibi.

Hubel'in (El Lah) büyüklüğünü belirtmek için de "El Lah-İlah" kelimesi başına tekrar bir "EL" belirteci getirilerek "EL ELLAH" şeklinde yüceltilmiştir.Tevrat'ta "İLOHE" olarak da geçer .Çünkü, THOTH' da bütün tanrılar içinde en üstünü,ve "üç kez ululanmış" olanıdır.İslam dininde de,her gün dilimize tespih ettiğimiz "Allah'ın emri üçtür" kuralının kaynağının da "thoth/tut" olduğunu görüyoruz.

Bazı Mısır tanrıları,aslan,öküz-boğa,şahin,kartal ve insan yüzlüdürler,Timsah yüzlülerin yanında da İbiş kuşu başlı Thot'da farklı bir tip çizmektedir.Bu yüzden halen Mısır ve Arap dünyasında İbiş kuşları halen kutsal sayılıp korunmaktadır.

Bütün Mısır firavun mezarlarında yüzlerce İbiş Kuşu mumyasının bulunmasının yanında,eski Türk filmlerinde Münir Özkul'un canlandırdığı "aptal görünüşlü-kurnaz köylü İBİŞ" karakterinin kaynağı da bu kuşun İslam aleminde de sayıldığına işarettir.

Türklerde "OKUZ-OĞUZ=ÖKÜZ TANRI,OĞUZ TÜRKLERİ=ÖKÜZ TANRI'dan türeyen Türk boyu" kavramı, Battal Gazi'nin savaştığı Bizans generali "ÖKÜZBAŞ ALYON" hep bu "tanrı şekillerinden" türetilme inanışlardır.Arap alfabesinin ilk harfi olan "ELİF" harfinin resim sembolü de "ÖKÜZ BAŞIDIR".

Türk inanışları Tevrat öncesi zamanlara dayanır.Oğuz Kağan,gökten iner,yeryüzünde Türkler vardır ve onlara komutan olur.Karahan destanında,Türklerin Adem'i "Doğanay",Havva'sı "ECE"dir.Cennetten kovulma olayı da yoktur.

Bu bağlam'da "Cennetten kovulma miti" olan Semitik İbrani kavimlerin "Türklerden sonra yaratılmış" oldukları inancı ağırlık kazanmaktadır.Semitik kavimlerin "Türk Düşmanlıklarının" da nedeni budur.

Dünyanın sahibi olan Türkler'den,sonradan yaratılmış kavimlerin dünyayı geri alma mücadelesidir.Yuhanna Vahiy Kurtulanlar bölümünde de,bütün kavimlerin güneşe atılacağı,İsa'nın Yahudilere(12 kabileden 12'şer binden 144.000 kişi) cennet olarak "yeni,yuvarlak bir dünya" vermesi,karşılığında da 144.000 gılmanın fidye olarak İsa'ya vermeleri konusu işlenir.

İbrani dinlerin "Türkleri "Yecüc-Mecüc" göstermelerindeki düşmanlığın da "tek açıklaması" da kanaatimce budur.

Yani eski Türk inanışlarının da Mu,Sümer,Mısır-Hint,Fars-Pers,İbrani dinleri ile köken bağları olduklarını görüyoruz.

Bu özellik de bütün dinlerin aklı selim bir şekilde birlikte (bozuklukları ayırarak) okunduğunda bir anlam kazanacağı fikrini güçlendirmektedir.

Hepsinin de kökeni Sümer’in su tanrısı,ilk Adem’i “Adapa’yı” yaratan,yeryüzünü kıtalarıyla ve yıldız ve gezegenlerin yörüngelerini tayin ederek,barındırdıkları yaşam türleriyle birlikte gökleri düzenleyen, tufanın sularını kutuplara nefesi ile süren,nebatat dahil bütün canlı türlerini ve tanrıları yaratan,yaşamaları için gerekli aklı veren,gök tanrılığını zar işinde küçüğü Enlil’e karşı kaybettiği için sürekli sorun yaşayan,göklerde 36 takım yıldıza sahip olan,yeryüzü tanrısı “Ea veya Enki’sinden tırtıklanarak üretilmiş “Tanrı tanımlamaları” dır.

Thoth/Tut/Yahweh/Jehuti/Yehuti, İslâm dünyasında TUT adıyla bilinir ve İdris peygambere karşılık gelir.


ALLAH KELİMESİNİN TARİHİ HAKKINDA DERLEMELER


Yukarıda Mısır Ay Tanrısı "Thoth'un adlarından biri olan "L'AH'"tan Arap dilinde belirteç olan "EL"in getirilmesi ile "El 'L'AH-İ-LAH",adının gelişimini anlatmıştım.
Şimdi de Amerika'lı araştırmacının kaleminden gidelim.Ama,en doğrusu benim yaptığım çıkarım görünmektedir.
“ALLAH” kelimesinin ilk kez Kur’anda geçmediğinin bulunması size şaşırtıcı gelmesin.

Ortadoğu Araştırmacılarından H.A.R.GİB “Hz.Muhammed inananlarına “Allah” kelimesinin Muhammed’in doğmasından,Kur’andan önce olduğunu açıklamamıştır.(Muhammedizm”Tarihi Bir Bakış.N.Y Mentor Books 1955 s:38)

İlk İslam araştırmacılarından Colombia Unv.Orta Doğu ve İslam Profesörü ve Çağdaş zamanların Batı İslam Alimlerinden olan Arthur Jeffery’den bir alıntı:

“Allah” adı,Kur’an’ın da şahitlik ettiği İslam öncesi Arabistan'ında bilinmektedir.Aslında, kelime olarak “Allat” dişi formunda Kuzey Afrika yazıtlarında bulunmaktadır. (İslam, Muhammed,ve Dini N.Y.Liberal Arts 1958-s:85)

“Allah” kelimesi bileşik Arapça bir kelimedir.”El İlah”veya “El Ellah”tır.“EL” belirteçtir.Türkçe’de olmayan bu özellik İngilizce’de “THE” yerine kullanılır.Yani bir ismi diğerleriyle karıştırmamak için konulan bir belirteçtir.
“İlah” ise “Tanrı” anlamındadır.Arapça’ya girmiş yabancı,tanrısal özelliği olan bir kelime değildir.Saf Arapça’dır.İncil ve Tevrat’ta bulunan ne İbrani’ce ne de Yunanca bir kelime değildir.Arap Tanrısallığını ifade eden tamamıyla Arapça olan bir kelimedir.

Hastıngs’ Encyclopedıa of Relıgıon and Ethıcs 1:326,T.&T Clark der ki;
“Allah, Arapların tanrılarına özgü özel bir isimdir”


Dinler Ansiklopedisine göre de;

“Allah islam öncesi bir kelimedir ve Babil inanışında “Bel” e karşılık gelir. (Encyclopedıa of Relıgıon 1:117 Washıngton D.C.Corpus Pub.1979)

Bu yüzden o”Allah” kelimesini islam öncesi putperest Arap inanışları zamanına ait özel bir Arap Tanrısı “ ismi olduğuna inanılmaktadır. Aşağıdaki alıntı bu konuda yardımcı olabilecektir.;

“Allah” İslam öncesi Arap kitabelerinde bulunmaktadır.”(Encyclopedıa Brıtanıca 1:(643)

“Araplar Muhammed öncesi yaygın olarak “Allah” adlı üstün bir tanrıya ibadet etmişlerdir.(Encyclopedıa of İslam1:302 Leıden E.J.Brill.1913 Houtsma)


“İlah” sıklıkla İslam öncesi Arap şiirlerinde “Allah” yerine kullanılmıştır.” (Encyclopedıa off Islam III.1093-1971)

“Allah kelimesinin Hıristiyan veya Yahudilerden Müslümanlara geçtiğini kabul etmeye dair bir neden veya bir fikir yoktur.”(İslam,İnançlar ve gözlemler N.Y.Barrons 1987 S:28)

Ortadoğu Araştırmacılarından E.M.WHERRY’ye göre Kur’an’ın bu günkü tercümesinde,İslam öncesi zamanlarda “Allah’a –İbadet,Ay,Güneş,Yıldızlara tapılan Yıldız Dinlerinde ve BA’al’a tapınmak gibidir.( Kur’anın kapsamlı yorumu Osnabruck:Otto Zeller Verlag 1973 S.36)

YILDIZ DİNLERİ
Arabistan’da Güneş dişi bir Tanrıça ,Ay da erkek bir Tanrı olarak görülmüştür.Bu alanda araştırma yapan bir çok alimden biri olan Alfred Guılluame tarafından öngörüldüğü gibi “Ay Tanrı”sının bir çok çağırılış biçiminden biri de “Allah”tır.(İslam:S:7)
Allah ismi Ay Tanrısına verilen muhtelif isimler içinde şahsi özel ismidir.

Allah ,Ay Tanrısı Güneş Tanrıçası ile evlenir .Birlikte üç tanrıça üretirler.Bunların isimleri,”El Lat”,”El Uzza”, ve “Menat” tır.

“Allah’la beraber daha küçük tanrıçalar olarak ve Allah’ın Kızları adlarıyla tapınıldılar.”(Encyclopedıa of world mitology and legend 1:61)

HAC GÖREVİ:

Kabe, Sabiliğe göre yedi gezen, 12 burç ve 63

gök cismini doğuran Küçük Gök Ana, kovulmuş

dişi şeytan (euzubesmeledeki)ın rahmi idi.

Etrafındaki yollar tanrıçasını ışınlarıydı.

Yaşam onun rahminde başlamış, dönüş onaydı.
Ölüm, "sine- rahime dönüştü. Hacer-ül Esved de
onun cinsel organıydı. Ruh oradan rahime girebiliyordu.
Bu yüzden Araplar hala bu taşı öperler.
Kısaca " Gök Ananın rahmini yedi gezegen/tanrı 
hatırına yedi kez tavaf et,  Öp şeyini git cennete"

Her yıl Mekke’de Kabe’nin önünde yapılan bir şiir yarışmasıyla sonuçlanır.En iyi seçilen şiir Kabe duvarına gelecek yılki hac görevine kadar asılı kalır ve şaire de Mekke esnafınca konulan en büyük para ödülü Kureyş Kabile Reisi yani “Allah’ın Bekçileri”nin reisi tarafından verilir. Seçilen bu şiir “İlahi” yani “Tanrısal” bir şarkı şeklinde de aşıklarca en az bir yıl boyunca söylenilirdi.

(Thoth da şarkıları ile evrenin dengesini,gök cisimlerinin hareketlerinin düzen içinde olmasını sağlamaktadır.Ra,kayığı ile çıktığı gece yolculuğunu şarkılar eşliğinde sürdürmektedir.
Örnek olarak,Kuran "ezbere okunan" anlamındadır,Mesnevi olarak yani şiir olarak yazılmıştır.

Şarkıyı andırır bir düzen içinde okunur.Namaz duaları da öyledir.Roman,şiir gibi okunmazlar.Kaynağı bu dinlere dayanır.Kilise ilahileri de, Süleyman paşanın mevlidi "mevlütlerde okuduğumuz şiirin yazarıdır." de öyle okunur.)
Bütün dinlerde tanrıyı öven şiirler vardır.Aleviler sazla ve semahla bu işi yaparlar vs. vs.

HİLAL AY SEMBOLÜ

Arap kültüründe ve bütün orta doğu boyunca başka yerlerde de Ay Tanrısına ibadetin sembolü “Hilal”dir.
Arkeologlar,Ay Tanrısına tapınmanın bir işareti olarak başlarının üstünde hilal bulunan bir çok tanrı ve tanrıça heykeli ortaya çıkardılar.Aynı anlamda da Mısır Tanrılarının başında da güneş resmedilmişti. (Yukarıdaki Thoth'un başına bakınız.)
Hz.İsa ve Havarilerinin ,Hz.Meryemin, Meleklerin ve de azizlerin resimlerinde de “Mısır-Sümer veya Mitra’nın sembolü olan güneşe atfen “Yuvarlak Haleler” bulunmaktadır.Topu aynı kültüre dayanmaktadır.
Sümerde Kuş şeklinde aracın altında Hilal
Hz.Muhammed ile birlikte başının üstünde onu koruyan bir bulut olduğu vakası da aynı içerikten gelir.Önceki inanca bağlı olanları cezb etmede kullanılmıştır.

Eski yakın doğuda “Ay” genellikle kadın –dişi olarak temsil edilirken Araplar onu Erkek olarak görmüşlerdir.(Mısır Ay tanrısı Thoth-Tut-Lah ta erkektir zaten)

KUREYŞ TANRILARI:

Muhammed’in doğduğu Kureyş Kabilesi Ay Tanrısı Allah’a (El Ellah veya HUBEL) ve onunla insanlar arasında iletişim kurduğuna inanılan üç kızına taparlardı.

Mekke’deki Kabe’de El Lat,El Uzza,Menat adlı bu üç tanrıça başlıca rolü oynamaktaydı. Allah’ın ilk iki kızının isimleri “Allah”ın dişi formuydu.
(Babil Enuma Eliş Destanında olduğu gibi Tiamat (Dünya) ve Kingu (Ay) güneşten koparak oluşan ilk iki gezegendir.
Marduk Tiamat'a savaş ilan ettiğinde onun bir kadın olduğunu söyler.Destanın sonunda da insanı "Ay-Kingu"nun kanından yaratır.Buna göre de El Lat-Merkür,El Uzza Venüs ve Menat-Dünya olarak anlaşılmalıdır.Hristiyanlıktaki "Üçleme -Teslis'in de Güneş,Ay ve Dünya ile ilişkilendirilmesi yanlış olmaz.İsa ve Havarilerinin ve de meleklerin başlarındaki hale Mitra-Zerdüşt inancı, Mısır ve Sümer İnançlarının sembolü olan "Güneş" i temsil etmektedir.) 

Hz. Muhammed’in babasının adı kelimesi kelimesine “Abd-Allah” tır.Türkçe’ye “Abdullah olarak geçer. Yani “Allah’ın Kölesi” anlamındadır.Babası Hz.Muhammed henüz ana karnında altı aylıkken vefat etmiştir.Yani ortada İslamiyet falan da yoktur.
Kabilesi olan Kureyş’lilerinde görevi “Kabeyi korumaktır ve bu yüzden Hz.Muhammed öncesi bu kabile “Allah’ın bekçileri” adı ile anılır.
Yani “Allah “ ismi pagan bir tanrıya aittir.Ay Tanrısına aittir.
Bu yazıdan yıllar sonra,  Süryani, Rum
Ortodoks Hristiyan dönmelerinin
siyasi partisi AKP
hükumetinin İstanbul Esenler
otogar camisini de ona benzetmesi
tesadüf müdür?

Arapların “Arap olmayan kavimlere" illa da “Allah” diyeceksiniz diye diretmeleri de sadece “Arap Kültür Emperyalizmi” yaratmaktan başka bir anlam içermemektedir.

Tevrat, İncil ve Kur'an Babil dini Sabi'likten kaynaklanmaktadır. Sabi, "Her dine dönen" demektir. Kökenleri Babil dönemine uzanan ve Milat yani sıfır "0" tarihlerinde Filistin bölgesinde yaşayan Sabiliğe tapınan Kıpti (Çingene) kaynaklarında "Allah" adının geçtiğine tanık oluyoruz. Sabiler ve öteki bütün kavimler o dönemlerde "tapınak fahişeliği kültüne göre tapınırlardı. Tapınakta ayinler eşliğinde "cinsel ilişki" ibadet sayılmaktaydı. Erkek ve kadın cinsel organları kutsaldı ve "Bereketin timsaliydiler". Cinsel ilişki de, erkek sayılan yağmurun, dişi sayılan toprağı döllemesinden esinlenilerek yapılıyordu.

Yemen Sabilerinin Ay Tanrılarının adı da "Amm" dı ve Yemenliler kendilerini "Amın çocukları" diye çağırıyorlardı. Babil'in tanrısı de "Bel Marduk'tu" ve Türkçe "Bel" sözünün kaynağı budur. Onlar da"Bel'in çocuklarıydılar. "Ba-Ruh demektir, Al/El de "Tanrı" demektir. Bael ya da Ba'al veya kısaca BEL" Ruh Tanrı demekti ve erkek de "BEL'iyle" kadını dölleyerek, "Bel" adıyla tanrının yaratma yeteneği kişilik buluyordu.

“Universite des ciences Humaines de Strasbourg” Strasbourg Üniversitesi İnsan Bilimleri, Din ve Tarih Araştırmaları bölümünden Fransız yazar Jacques E. Menard’ın internette yayınlanan “Les Textes de Nag Hammadi” Nag Hammadi Metinleri adlı kıtabının 102. sayfasında Sabilerin ve Sabilikten etkilenen Kenan/Filistin,Lübnan bölgesi ve İsa’nın memleketi Nasıra Yahudilerinin dini inançlarında “Tapınak Fahişeliği kültü” hakkında şu tespitlerini Türkçemize çevirdim;

Korkunç Büyük Ana’nın (Gök Ana dişi şeytan) olumsuz görüntüleri, insanları sıklıkla günaha teşvik eden, kışkırtan, Mandean (Harran Sabileri) ayinlerini yapacak yaşamın elçilerini engellemek için stratejiler geliştiren, yedi gezegenin annesi dişi şeytan Ruha’ya atfedilmiştir.
Mandean edebiyatında Ruha’nın esas tabiatın bazı kıvılcımlarını hala koruyan ruh ve dünyanın ışığına ait olduğunu kanıtlayan bazı paragraflar vardır.
Mandeanların Kutsal Dua Kitaplarında yaşamın açıklanmasına Ruha’ nın tepkisini okuyoruz;
İngilizcesindeki "Allah" ifadesini görün ki, benim uydurduğumu da düşünmeyiniz!

Spirit (Ruha) lifted up her voice

She cried aloud and said “My Father, my father,


İştar-Er Ruha, Afrdodit-Aşera, Allah'ın kızı
gökten düşmüş, kovulmuş şeytan. Meryem Ana
kültünün kaynağı.
12 Burç, dünya gariç ilk yedi gezegen, toplam
63 gök cismini doğuran güneş tanrıçasıdır.
Şeytan taşlamada hala atılan 7*3=21 ve üç günde
toplam 21*3=63 taş atılmasının kaynağı budur.
Why didst thou creat me? Mya God My God.
My ALLAH, why hast thou set me afar off
And cut me off and left me in the depths of the earth
And in the nether glooms of darkness
So that I have strenght to rise up thither?
Şeytan'ın babasına yakarısının Türkçesi;
Ruh (Ruha) sesini yükseltti
Yüksek sesle bağırdı ve “ Babam, Babam”,
Beni neden yarattın? Tanrım, tanrım,
Allah’ım, beni uzaklara neden sürdün
Beni mahrum ettin ve yeryüzünün derinliklerine bıraktın
Ve karanlığın en alt karanlığına
Oraya çıkmaya gücüm olmasın diye?

Ruha, Gnostik Kabalizmin Shechina (Şekina) ve Sofya’sı gibi, ışığın krallığından mahrum edilmiş ve bu dünyaya sürülmüş olduğunu mükemmel olarak biliyordu. Bu Yahudi Aklının tahminlerinin çelişikliği, duygu karmaşası olarak da görünmektedir.

Ruha aynı zamanda, Bronte’deki Sofya’nın aziz ve fahişe olması, Simonyalı Gnostik Sofya’nın “Kutsal Ruh ve Orospu olmas
ı gibi Kutsal Ruh ve fahişe olarak da anılıyordu.”

Ruha’nın bu yakarışı bize Kürt Yezidi kutsal Kitabı Mushaf-ı Reş’in tanrısı cehennemde çektiği cezasından sonra bağışlanmış şeytan Ezd, Ezdi, Ezda, Yezid, Tavus’u, Zerdüşt’ün Ehriman’ını, Haz. İsa’yı (Kutsal ruh-oğul-kuzu İsa teslisi), Kuran’ın kovulmuş şeytanını hatırlatmaktadır ama burada geçen “Allah” adı ise İsa’nın babası Kutsal Ruh’u işaret etmektedir.
Önceki tespitlerimde de yazdığı gibi Harran Sabiliği Sümer, Akad, Babil dinlerinden doğmuştur. Ondan da Mitracılık, Zerdüştlük, Yahudilik, Hermetizm, Serapis dini, Hıristiyanlık ve İslamiyet doğmuştur.

MEKKE’YE DOĞRU İBADET

Mekke’de bulunan Kabe’deki 360 putun orada barındırılmaları nedeniyle bütün pagan yani çok tanrılı Araplar ibadetlerini “Mekke” ye dönerek yaparlardı.
Etrafı putlarla çevrili eski Mekke'nin temsili resmi

Diğer adı “Hubel” olan en büyük putları “El Ellah” veya “Türkçe söylenişiyle Allah’ın “yani “Ay Tanrısının” heykeli de burada bulunmaktaydı.

Ay tanrısına tapınmak Arabistan ve bereket hilali boyunca yani Mısır-Mezopotamya arasında da yaygın bir inanıştır.

Bu Araplar arasındaki inanç birliği de İslam inancının bu bölge boyunca yaygınlaşmasını kolaylaştırmıştır.”Hilal Ay”ın Müslümanlarca sembol kabul edilmesinin ve Müslüman ülkelerin bayraklarında “Hilal” bulundurmalarının sebebi Mekke’deki “Ay Tanrısı”na tapınma kültüne bir atıf olarak yorumlanmaktadır.

“Allah “ kelimesi bizlere öğretildiği gibi sadece “Kur’an-ı Kerim’de geçen ve “99” ismiyle tanımlanan “Allah” kavramı ile alakalı değildir. Her kavim kendi diline göre “Tanrı” diyebilmelidir.Bunun hiç bir bağlayıcılığı olmadığı da açıkça görülmektedir.

ALLAH’IN KIZLARI VE ARAPLARDA İNSAN KURBANI;

El Lat'ın gözü ve "Ay Yıldız"

Türkleri çeşitli işkencelerle eş ve kız çocuklarına gözleri önünde tecavüz ederek zorla Müslüman etmişlerdir.Daha sonraları iyice sindirdiklerine inandıkları zamanlarda da Cuma namazlarına gelenlere para vererek teşvik eden Arapların (O paralarda Türklerin el koydukları mallarından kazandıkları paralardandı zaten),kendilerini Yahudi’lerin soyundan olmakla “Üstün Irk “ olarak gösterip,diğer yandan,Müslüman olanları da “kıyamette Allah’a karşı savaşacak Yecüc Mecüc” soyu olarak niteledikleri,aşağıladıkları Türk Milleti artık uyanışa geçmiştir.
Şimdi Vehhabiliğin öğreticisi İngiliz ajanı Hemper ‘ın 250 yıl sonraki ardılı olan E.Siraceddin veya namı diğer Martin Lings’e hazırlattıkları kendi kitaplarından Arapların Allah’ının ne olduğunu okuyunuz;
“İsmail peygamberin ikinci karısının kendi kabilelerinden olması nedeniyle Yemen’den gelerek Mekke’ye yerleşen Cürmühi kabilesinden uzun yıllar sonra Kabe’nin korunması görevini üstlenen Huzaa kabilesinin şeflerinden biri Suriye ziyaretinden dönerken orada bulunan putperest Moabi’lerden Kabe’ye koymak için bir put ister.Onlar da Hubel adlı putu verir.Daha sonra Kabe’nin baş putu olacak olan bu puta sonradan konulan ad ise “El Ellah” tır.Yani “Allah.”


Şimdi,şu “Moabi” putu konusunu biraz açalım;

Tevrat-Yaradılış Bölümü


Yahudi kaynaklarında Lut kızları ile cinsellik halinde
Lut ile Kızları
Yaradılış.19: 30 Lut Soar'da kalmaktan korkuyordu. Bu yüzden iki kızıyla kentten ayrılarak dağa yerleşti, onlarla birlikte bir mağarada yaşamaya başladı.
Yar.19: 31 Büyük kızı küçüğüne, "Babamız yaşlı" dedi, "Dünya geleneklerine uygun biçimde burada bizimle yatabilecek bir erkek yok.
Yar.19: 32 Gel, babamıza şarap içirelim, soyumuzu yaşatmak için onunla yatalım."
Yar.19: 33 O gece babalarına şarap içirdiler. Büyük kız gidip babasıyla yattı. Ancak Lut yatıp kalktığının farkında değildi.
Yar.19: 34 Ertesi gün büyük kız küçüğüne, "Dün gece babamla yattım" dedi, "Bu gece de ona şarap içirelim. Soyumuzu yaşatmak için sen de onunla yat."
Yar.19: 35 O gece de babalarına şarap içirdiler ve küçük kız babasıyla yattı. Ama Lut yatıp kalktığının farkında değildi.
Yar.19: 36 Böylece Lut'un iki kızı da öz babalarından hamile kaldılar.
Yar.19: 37 Büyük kız bir erkek çocuk doğurdu, ona Moav adını verdi. Moav bugünkü Moavlılar'ın atasıdır. 
Çevirmenin Notu 19:37 "Moav": "Babadan" anlamına gelir.
Yar.19: 38 Küçük kızın da bir oğlu oldu, adını Ben-Ammi koydu. O da bugünkü Ammonlular'ın atasıdır.
Buraya kadar Tevrat’ın Lut peygamberin soyunun üremesini okuduk.Daha sonra Çölden çıkış “Exodus” bölümünde Hz.Musa’nın Allah’ın emri ve desteği ile bu kabileyi yok etmek için yaptığı savaşları Tevrat’tan okuyabilirsiniz.
Elimizdeki Tevrat,1492’de II.Beyazıt’ın İspanya’da Cebelitarık boğazına atılarak öldürülmekten kurtarıp getirdiği “Seferad Yahudileri”nin dili olan “Ladino İspanyolcası” ile yazılmıştır.Bu dilin imla kurallarından biri de “V” harfinin yerine göre “V” veya “B” sesi vermesidir.
Moav” adı Seferad Yahudilerince “Moab-Moabi” olarak da seslendirilmektedir.
Kabe putu Hubel’i sonraki yüceltilmiş adı ile El Ellah-(Allah) putunu,yukarıdaki efsanede anlatıldığı gibi,Suriyeli “Moabilerden” alıp getiren Hicaz Araplarının Lut kavmi ile ilişkilerini kesmedikleri sonucunu da bu addan çıkarmamız zor olmamaktadır.
Moabi/Muavi'lerden alınan
Hubel putunun bir başka heykeli.
Yani cüce Keçi şeytan Allah.
Buna delil olarak da,Hz.Muhammed’e karşı, Bedir ve Hendek savaşlarında Kureyşlilerin komutanlığını yapan Ebu Süfyan Bin Harb’in oğlu,Hz.Ömer’in Suriye Valisi yaptığı, Hz.Ali’yi Sıffın savaşında Kerbela’da öldüren Muaviye Bin Ebu Sufyan’ın adının da kaynağının Lut kavminden geldiği de bu ayetlerle anlaşılmaktadır.
Hicaz Araplarınca da Moav soyuna “Muavi” "-ye Moav'dan gelen" dendiğini,görmüş oluyoruz.Çünkü "-ye" eki de Farça'daki gibi "....i'nden gelen anlamını veren "i" ekine benzer.Fars- Farsi gibi.
Allah’ın İbrahim soyunu destekleyip,Lut kavmini terk etmesi ile Lut kavminin Mısır Tanrılarına yöneldiğini,ardından İshak’ın doğumu ile terk edilmiş İsmail peygamber soyunun da bu yolu güttüğü sadece Tanrı olarak seçtikleri putlara verdikleri adlardan bile anlaşılmaktadır.
İsa’dan 400 yıl sonra İsmail soyundan gelen Arap Kureyş kabilesinden Kussay,Huzza Kabilesinin lideri Huleyl’in kızı ile evlenir.Damat Huleyl’in kendi evlatlarına baskın çıkar ve Araplar arasında olan saygınlığı nedeniyle de sivrilmiş kişiliği onun tercih edilmesini sağlamıştı.
Sonunda iki kabile arasında çıkan büyük bir savaş sonunda Kabe’nin korunması Kureyş kabilesine geçer.Mekke ve çevresinde de tepelere yerleşmiş olarak yaşayan “civar Kureyşlileri de vardır.Zaman Hz.Muhammed’in dedesi Abdülmuttalip dönemini göstermeye başladığında Kueryş kabilesinin “Kabe’nin koruyuculuğu” diğer adıyla “Allah’ın Bekçileri” sıfatı ile de bilinen görevi devam etmektedir.
Kabe’nin baş putu yine El Ellah (“Allah” Türkçe söylenişidir.Arap alfabesi “Elif” harfi ile yani “E” ile başlar.)  gerçek adıyla Moabi putu Hubel’dir.Yüzyıllardır tapınağın en büyük en saygı gören,maneviyat telkin eden “bereketin timsali” olarak sayılmaktadır.
Petra'da Hazor'da yapılanSabi tapınak kazısında
Ay Tanrısı Allah'ın oturan heykeli 1958'de bulundu.
Ay Tanrısı Allah'ın boynunda Ters asılı Hilal vardır.
Arap yarımadasında Kabe dışında da büyük tapınaklar vardır ve bunların en önemlileri de Hicaz bölgesindeki “Allah’ın kızları” olarak bilinen Lat,Menat ve Uzza’dır.
Hz.Muhammet’in dedesi Abdülmutallip de diğer Yesrip (Medine) Arapları gibi Kızıldeniz’deki Kudayd’da bulunan Menat’ın tapınağına götürülmüştü.Kureyş için bunlardan en önemlisi Mekke’nin deve yolu ile bir günlük güneyindeki Nahle ovasında bulunan Uzza putu idi.Bir günlük daha güneye yol gidilirse,Havazin kabilesinden Sakif tarafından yönetilen ve “Yeşil Cennet” denilen Taif’e varılır.Ki burada da Lat’ın gösterişli bir putu tapınağa konmuştu.Lat,Taif’li bir kadını simgeliyordu.Havazin kabilesi bu puta verilen değer nedeniyle kendilerini Mekkelilerle bir tutuyorlardı.
Kureyşliler de bunu “İki Şehir” diye niteleyerek Mekke ve Taif’i eş gösteriyorlardı.Hicaz’ın bostanı olarak adlandırılan Taif,bereketinin kaynağını bu puta bağlıyordu.Ayrıca iki kabile de İsmail soyundan geliyorlardı.”
Yahudiler de Araptırlar.
Yahudi kaynaklarında Sabi dinine dönen 

Yahudilerin tanrıları Molek'e bebek 
kurban etmeleri ve namazları
Hz.Muhammed'in dedesi Abdülmuttalip'in ,Hz.Muhammed'in babası Abdullah'ı adak olarak Kabe’de Hubel Put’una (Allah) kurban etme olayı vardır.Annesi Fatıma ile kabilenin ileri gelenlerinin itirazları üzerine karşılığında bir bedel ödenerek Abdullah’ın kurtarılması için danışmaya karar verilir.

Abdulmuttalip, Abdullah ve bir oğlunu da alarak doğduğu şehir olan Yesrib’e (Medine’ye) gider.Aradığı kahin Hayber’e gitmiştir.Kahini bulurlar ve kadın olan bu kahin gece ruhlarla konuşup sabah bilgi vereceğini söyler.Sabahleyin de “insan karşılığı kan bedeli” miktarını sorar.Miktar “on devedir”.
Develer ile Abdullah arasında ikisinden birini gösterecek şekilde ortaya geçen falcı “kan bedeli” olan 10 deve ile kuraya başlar.10 kez Abdullah’ın kurban edilmesi yönünde ok gelir.11.kezinde ok develeri gösterir.Üç kez daha ard arda ok develeri gösterince “Tanrının kanaati” olarak kabul edilir ve Abdullah kurban edilmekten kurtulur ve 130 deve kan bedeli kurban kesilir.Hz.Muhammed de bu kan bedeli sonrası kurtulan babadan olmadır.Yani Yahudiler İbrahim ile insan kurban etmeyi bırakmışsa da İsmail soyu Mekke-çevresi Arapları ile diğer Arap kavimleri bu geleneği sürdürmüştür.
Buraya kadar okuduktan sonra Kur'ân'da "Allah'ın Kızlarını" okuyalım. 1990'lı yıllarda "Şeytan Ayetlerini" yazan Salman Rüşdi bu ayetler yüzünden yurt dışına kaçtı. Peygamberin sağlığında bu ayetler yüzünden Muhammed "Dine Putperestliği soktu" diye eleştirildi. (İbni Haişam El Kalbi Kitabul Esnam -Putlar Kitabı) Okuyun bakalım siz ne diyeceksiniz?
Bu yazım "Yezidilik ve Tarihçesi" başlıklı bir başka yazımdan alınarak 02.4.2012'de eklenmiştir.
Hz.Muhammed’in Soyunun Kurutulması İddiasının Olası Kuran Kaynağı;


Ürdün Petra'da El Lat'ın tapınak girişindeki heykelleri

Yezitlik,12 yüzyılda,Abbasi İmparatorluğunun dağılıp,Arap-Selçuklu-Haçlı kültünün çekiştiği ortamda ortaya çıkması yüzünden,hem Hicaz İslam’ı hem Türk hem de Haçlı özelliklerini barındırmaktadır.Hicaz İslam’ını ise tamamen “Yezidilik-Şeytana taparlık” olarak kabulü, Hazreti Muhammed’i aşağılaması Müslümanları çok sinir edeceğe benzer.
Şimdi biraz Kuran’a dönelim;
Kuran Necm Suresinde geçen Allah’ın Kızları hakkında Kureyşlilere Allah “Meleklere Kız adı veriyorsunuz,bu hayırsız bir taksimdir,yaratılışlarını gördünüz mü” diye kızmakta, kızlarına “KIZ” değil “Melek” denilmesini emretmektedir;

NECM Suresi;
 (Necmden maksat, yıldız demektir.)
18-Andolsun ki, Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü.
19-Siz de gördünüz değil mi Lat ve Uzza'yı?
20-Üçüncü olarak da öteki Menat'ı?
21-Size erkek, O'na dişi öylemi?
22-Öyle ise bu çok hayıflı (haksız) bir taksim”(Elmalılı Tefsirinden)

Bir örnek de NAHL Suresinden;

57- “Kendilerine istedikleri erkek çocukları alıp,kızları da Allah’a mal ediyorlar.O bundan münezzehtir. “
Solda El Uzza (Venüs) Güçlü Olan, Savaşçı; 
Ortada El Lat Güneş ile, sağda da en eskisi 
Menat Ay ile ilişkilendirilmiştir.

Şimdi de Elmalılı hocanın tefsirinden;
“”Lât, Uzza ve Menat onların taptıkları putlardandı. Onun için bu putlarla, Abdullât, Abdul Uzza ve Abdul'l Menat diye isimler vermişlerdi.
Hatta "Bismillâti ve'l- Uzza" sözünü yemin ifadesi olarak kullanırlardı.
 Ebu Ubeyde gibi bazı âlimler, bunların taştan putlar olup, Ka'be'nin içinde bulunduklarını söylemişlerse de, başka mekânlarda kurulan hususî puthanelerde de putların bulunduklarını gösteren nakillere rastlanmaktadır.
Ka'be içinde Hübel gibi diğer putların bulunması sebebiyle, yukarıda isimleri sayılan putların husûsi hanelerde bulunan putlar olması gerekir.
 Lât için Tâif'de, Uzza iç in Nahle'de, Menat için Kudeyd'de birer mekânın olduğu nakledilmektedir. “Bu surenin tefsirinde,Elmalı’lı Hamdi Yazır eski İslam tefsir alimlerinden yararlanarak tespit ettiği bir efsanede,Lat ve Menat’ın putlarının kırılmasını anlatır.Uzza ise bir vahada bulunan üç ağaçtan birinde yaşayan bir “ağaç tanrı-ça-(Hermafrodit)”dır.Uzza’yı öldürmesi için de Halid Bin Velid’i 
gönderir.O da Uzza’nın boynunu kılıçla keserek öldürür.
d-Allah’ın Kızı El Uzza’nın Öldürülmesi;

Kureyş'lilerin nazarında da putların en büyüğü Uzza idi. Onu ziyaret eder, ona hediye ve kurban verirlerdi. Kureyşliler onun için Hurad vadisinde Sükam adını verdikleri bir koruluk kurmuşlardı ve onu Kabe'nin Harem'ine benzetmek istiyorlardı.
Şeybân b. Câbir b. Mürre oğullarından olan bakıcıları, Beni'l-Haris b. Abdilmuttalip b. Hâşim'in adamlarındandı. Bunların en son bakıcıları da "Dübeyye b Harmeselemî idi. Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke'yi fethettiği zaman Hâlid b. Velid'e dediki:
Batn-ı Nahle'ye git orada üç semüre ağacı bulacaksın, birinciyi kes!" Hâlid varıp kesti ve geri dönüp geldi: Peygamber (s.a.v) ona:
"-Bir şey gördün mü?" dedi.
 O da,;
"-hayır" dedi:
"-Öyle ise git ikinciyi de kes!" dedi.
Kesip geldiğinde de ona tekrar;
"-Bir şey gördün mü" diye sordu.
“-Hayır” deyince,
"-O halde git üçüncüyü de kes!" dedi. Halid b. Velid kesmek üzere gittiğinde kendisini vazgeçirmek isteyen çıplak bir kadınla karşılaştı. Saçlarını dağıtmış, ellerini ensesine koymuş ve dişlerini gösteren bu şeytan kılıklı kadının arkasında da bakıcı olan Dübeyye b. Harmesselemi eşşeybânî Halid'e bakıp şöyle diyordu:
"-Ya Uzza! Haydi yalan çıkarma, Halid'in üzerine şiddetli bir şekilde saldır. Örtüyü bırak ve kollarını sıva, çünkü sen bu gün Hâlid'i öldürmezsen peşin bir zilletle dönecek ve Hıristiyanlaştırılacaksın."
Halid de şöyle dedi;
"-Ya Uzza nankörlük sana, senin için tenzih (berî kılma) yok. Gördüm ki Allah seni zelil kıldı."
Ve sonra kılıçla başına vurdu ve onu öldürdü, peşinden de ağacı kesti ve Dubeyye'yi de öldürdü Daha sonra da Resulullah'a gelip durumu haber verdi.
Peygamber de;
"-O, Uzza idi, artık bundan böyle Araplara Uzza yok." dedi.....”
Mısır mitolojisinde,gerek baş tanrı RA olsun gerek diğerleri,başka cisimlere geçebilen ve onlarda yaşabilen canlı türleridir.Hangi canlıya girerlerse onların bedeninde yaşarlar ve öyle bilinirler.Ancak,bedenin ölümüyle,işlevini yitirmesinden sonra başka bir canlıya geçebilmektedirler.
Din mantığından düşünüldüğünde Uzza’nın kendisine yeni bir vücut bulması sorun olmasa gerekir.Bakıcısı da yaşlı bir kadındı.Muhtemelen ona geçmiş olabilir.

Orası Uzza'nın sorunudur. Biz İslâm'ın temellerinin ilk yedi gök cismine "Tanrı" diye tapan, yıldızlara çocuklarını kurban eden Sabi kökenli olduğunu görmüş olduk.
Son olarak da dinlerin halka nasıl dayatıldığını cehennemde yanma korkusunun nasıl dinlere girdiğine Tevrat yardımıyla tanık olalım ki şüpheli bir şey aklımızda kalmasın. Önce Tevrat kitabında İslamdaki gibi cennet ve cehennem yoktur onu bilelim. Sümer, Babil, Mısır da cehennem yoktur, kaynar sularda kaynayan ruhların, ruhları bilinmeyen yaratıkların yuttuğu ve yutulanın asla yeniden yaratılmayacağı sonsuz bir loş ışıklı yeryüzü parçası vardır. İran Zerdüştlüğünde, erimiş metal üzerine atılma, Sabi dinindeki Babil de de ateşle dolu büyük bir kuyudan ibaret fırına atılma vardır.
İslamın cehennemi ise adeta Hint Can dini (Jainism) den alınma gibidir. Şimdi Tevrat ayetleri;

FIRINA YANİ CEHENNEME ATILANLARIN HALİ
 Tevrat Danyal Kitabı 8. Bölüm;
Daniel'in Üç Arkadaşı Fırına Atılıyor

Dan.3: 19 Nebukadnessar Şadrak, Meşak, Abed-Nego'ya çok öfkelendi; onlara karşı tutumu değişti. Fırının her zamankinden yedi kat daha çok ısıtılmasını buyurdu.
Dan.3: 20 Sonra ordusundaki bazı güçlü askerlere Şadrak'ı, Meşak'ı,Abed-Nego'yu bağlayıp kızgın fırına atmalarını buyurdu.
Dan.3: 21 Böylece bu kişiler, şalvarları, kaftanları, sarıkları ve öbür giysileriyle birlikte bağlanıp kızgın fırına atıldılar.
Dan.3: 22 Kralın buyruğu çok sıkı, fırın da çok ısıtılmış olduğundan,Şadrak'ı, Meşak'ı, Abed-Nego'yu götüren adamları ateşin alevleri yakıp öldürdü...."


Ateş kuyusunda kurban yakan
bir Yahudi din adamı
İsrail kavmini köle eden, Allahın cezasını veren Nebukadnezar zamanında yani 2700 yıl kadar önceki CEHENNEM böyle bir şeymiş. Fırında yakılma korkusu zamanla cehenneme dönüşmüştür. Cehennem adı da zaten içi ateşle doldurulan kuyu olarak da zamanla modern dinlerin etkisiyle değişimleri de içeren anlamlar taşır;

Gehinnam,(Ge Ben Hinnom) yani Hinnom Oğlu Vadisi anlamına gelir. Bu da İnsan ve Hayvan Kurbanlarının yakıldığı kuyuların bulunduğu yer olarak düşünülmelidir.
Tevrat Araştımacılarının tespitlerine göre  Cehennem adının etimolojik kökeni hakkında bazı alıntı bilgiler;

Çocuk kurban edilen
Yahudi, Arami tanrısı Molek
Olam Ha Ba (gelecek alem), şeol (ölüler diyarı), Gan Eden (cennet), Gehinnam (cehennem) bu kavramlardan bazılarıdır. 

Kelimenin İbranice 'Ge ben hinnom' (Hinnom’un oğlu vadisi) terkibinden zamanla ‘ben’in düşmesi ile elde edildiği düşünülmektedir.

Gihinnam Kudüs'ün yakınlarında tanrı Moloch (Molech) adına yapılan kurbanların yakıldığı derenin adıdır.

Vadinin adı başlangıçta 'Gebna Hinnom' iken sonraları Gehenna olmuştur. Gebna Hinnom, Ken'anilerin (Tanrı) Baal'e kurban edilen çocukları yaktıkları bir vadinin adıydı.[1]

Yoşiya, kimse oğlunu ya da kızını ilah Molek için ateşte kurban etmesin diye, Ben-Hinnom Vadisi’ndeki Tofet’i kirletti. (Krallar 23-10)

Tevrat'a göre çocukların kurban edildikleri Tanrı'nın adı Moloch (Molech, molek) idi. Bu tanrı isminin de cehennem bekçisi Malik olarak değişim geçirdiği düşünülmektedir.

Gehennem, Hinnom Vadisi: Yeremya 19:6 Bundan ötürü buranın artık Tofet ya da Ben-Hinnom Vadisi değil, Kıyım Vadisi diye anılacağı günler geliyor, diyor RAB.


Gerçekten de yeni doğmuş cenininden sütten kesilme yaşına kadar olan ve ilk doğanlardan seçilen çocukların yakılarak kurban edildikleri bu yerler kıyım yeriydiler.
Öküz Başlı Çocuk, Bebek yiyicisi vampir,
yamyam Molek e çocuk ikramı ve secde..
Tevrat, Yahudilerin din kitabı değil daha çok TARİH kitabı olarak kabul edilir ve asıl din kitapları ise İKİ KİTAPTAN oluşan Talmud kitabıdır. Onda geçen olaylar ise İsa peygamberden sonraki dönemlere dayanır,

Talmud, Mişna ve Gemera’dan meydana gelen külliyatın ismidir. Talmud, Yahudiliğin temel kaynaklarından biri olup, ahiret inancını detaylandırır. 

Örneğin Cehennemin yedi isminden bahsedilmektedir: Ölüler Diyarı (Şahat), helak Çukuru (Bor şaon), Batak Çamuru (Tit Ha Yaren), Ölüm Gölgesi (Tsalmavet) ve Aşağı Diyarı

Talmud, ahiret hayatını maddi ve dünyevi unsurlardan tamamen soyutlar: “ Orada (ahiret) yemek yenmez, bir şey yenmez, bir şey içilmez, cinsel ilişki yoktur, ticaret yapılmaz, kıskançlık, kin ve rekabet yoktur. Salihler otururlar, başlarında taçlar vardır ve ilahi huzurun ihtişamın tadını çıkarırlar… (Babil Talmudu, Berahot, 17a). Ne var ki, Talmud bilginlerinden bir tanesinin olumlu belirttiği bir vakayı başka bir bilgi olumsuz olarak yorumlayabilmektedir ki bu da Talmud içerisinde bir homojinezinin olmadığını göstermektedir."
Alıntı yazı özetle, Yahudi din adamları, bulundukları yerde hangi millet hükümetse, o milletin dinine göre değişiklik yapıldığını söylemektedir. Aynen, Haçlı idaresine giren Müslümanlar arasında Hristiyanlığa benzeyen tarikat ve cemaatlerin üretilmesi gibi bu durum her dinde asırlar boyunca olmuştur. Değişmemiş din yoktur. Yenilmiş, hastalık, doğal felaket gibi nedenlerle sürülmüş insan veya toplumların ürettiği Sabilik, Zerdüştlük, Zervanilik v.b. şeytan ibadeti dinlerinin son ve en yaygın kabul edilen dinleri Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam dinleridir.
Ay Tanrısı dini Sabiliğin Sin Mezhebi, ondan Yahudilik, Hristiyanlık, İslam gibi şeytani mezhepleri olarak doğduğu Süryani ve Nasturi Hristiyanlarının okudukları kitaplarda geçmektedir. Bunları da blog arşivinde bulabilirsiniz.
Kuran da Arapların Şeytanlara ibadet ettiklerini ve sapık olduklarını yazmaktadır;

İSLAM ÖNCESİ ARAPLAR ŞATANİSTTİ.

NİSA 4;117.ayet:"117- Onlar, Allah'ı bırakırlar da, yalnız dişilere taparlar. Böylece ancak inatçı şeytana tapmış olurlar." Onları da yukarıda işlemiştik zaten.
Elmalılı Hamdi Yazır Hocanın Tefsirinden;
117-İşte Nisâ sûresinde şirk ehlinin iki çeşidi, birbirine benzeyen iki âyette, iftira ve sapıtma durumlarıyla tesbit edilerek affolunmamakta, birleştirildikten ve bu şekilde buradan yukarıya dikkat çekildikten sonra bunların derin sapıklıkları Nisâ sûresinin konusu ile uygun olmak üzere şu şekilde açıklanıyor:
Allah'a ortak koşanlar Allah'ı bırakarak ancak inâs (dişiler)a dua ederler, kancıklara çağırır ve kancıklara taparlar, onların en çok taptıkları, gönül verip yalvardıkları veya adına davet ettikleri tanrıları kancıklar olur. Bunların nazarında ilâh düşüncesi, mabud tasavvuru, her şeyden önce bir kadın hayalidir. Ve bunun içindir ki, putların çoğunluğu dişi şeklinde, dişi ismindedir....
.....Tefsirciler burada "inas" kelimesini, hakiki olmayan müennes (dişi) mânâsıyla "asnam" (putlar) diye yorumlamışlar ve bununla inas (dişi) şeklinde süslenir, dişi isimleriyle anılır bir takım putlara tapıldığını göstermişlerdir. Arap müşriklerinin "el-Lat", "el-Uzzâ", "menât" gibi kadın isimleriyle isimlenmiş bir çok putları vardı ki, "el-Lât", "el-Lâh"ın dişisi; "el-Uzzâ", "el-Aziz"in dişisidir. Ve denilmiştir ki, Arabın her kabilesinin bir putu vardı. Ve "filan oğullarının unsâsı, filan oğullarının unsâsı" diye anarlardı.Yani puta unsa (dişi) derlerdi. Yunanlılar ve diğerleri gibi putperest toplumların putlarının çoğunun da dişi olduğu bilinmektedir. Şu halde bu mânâ aslında doğrudur....
.....Ve en çirkin bir kadının, en güzel bir puttan daha kıymetli olması gerekirken, tanrısını kadın kabul eden müşriklerin elinde gerçek kadınlar öyle bir aşağı düşerler ki, hürmet şöyle dursun, en basit insani haklardan bile mahrum edilirler. Davaya bakarsınız kadın herşeydir, tatbikata bakarsınız kadın oyuncakların en düşüğü olmuştur. Bu hal müşriklerin öyle bir sapıklığı ve şeytanların öyle bir aldatmacasıdır ki, herhangi bir şeyi sevecek olsalar, ona mutlaka bir kadın tasavvuru karıştırırlar. Güneşe taparlar, dişi tasavvur ederler. Yıldıza taparlar, dişi tasavvur ederler. Meleklere taparlar, dişi tasavvur ederler ve bu şekilde bütün tapmanın zevkini şehvetlerde toplayıp, hakları, gerçekleri hayallere feda ederek, kadın hayalleri karşısında gerçek kadınları ayak altında süründürürler...""
Buraya kadar Arapların kadn düşmanlıklarını işleyen E.Hamdi Hocanın kıymetini göstermek için konuyu uzattım ama asıl şeytanı şimdi göreceksiniz;
""...Evet, müşrikler Allah'ı bırakırlar da ancak "inas" (dişi)a dua ve ibadet ederler. Veya Allah'ın kudreti altındakilere kadın gibi yalvarırlar, ve böyle yapmakla inatçı şeytana dua ve ibadet etmiş olmaktan başka bir şey de yapmış olmazlar. Bunu onlara yaptıran, teşvik eden şeytandır.
Onların dişiye tapmaları ya şeytana tapmanın aynı veya başlangıcı veya sonucudur. En yüksek sevgilerini bir Allah'a tahsis etmeyip de kadınlara tahsis etmiş olanlar, şeytana aldanmaktan, şeytana kul olmaktan kurtulamazlar. 
Nitekim "Kadınlar şeytanın ağlarıdır" denilmiştir. Şeytanlar başka yol ile aldatamadıklarını en çok kadınla aldatırlar. Bu şekilde müşriklerin putlara tapışları da şeytanın emridir. Aynı şekilde bütün hareket ve kuvvetin kaynağı olan Allah'ı bırakıp da O'nun dışındakiler e kadın gibi yalvaranlar, kendilerini inatçı bir şeytana teslim etmiş olmaktan başka bir şey yapmış olmazlar...."",
Büyük İskender den İslama kadar Tevrat ve Kuran ayetleriyle Arapların cüce, dişi çöl şeytanlarına tapındıklarının, Allah bunların babası  ve sıradan bir kovulmuş tanrı yani şeytan iken; Hay, Hayya, Hayyül Kayyüm, rahman ve rahim tanrının da Sabilerin Cinze Rabba kitaplarında anlatılan İlk Yaratılış tanrısı, ışıktan olan, toprak, su esaslı maddelerden oluşmayan ilk iki büyük tanrının ikincisi olduğunu, Müslümanların bunu araştırmakla görevli olduklarını ifade ettim, takdir sizlerindir.

Keykubat

Bu yazının ilk halinde; Kaynak E.Siraceddin. Hz.Muhammedin Hayatı.İnsan yayınları.Başbakanımız R.T.Erdoğan’ın damadının çalıştığı şirketin satın aldığı gazete olan Sabah tarafından “ücretsiz dağıtılan” bir kitap olduğunu belirtirim.Kimse iftira atıyor falan demesin. Aynı bilgiler bütün hadis ve siyer kitaplarında aşağı yukarı aynı olarak vardır. Bu adam da yalancı değildir.
Kaynakça: ‘Duvarın Öteki Yüzü, Yahudi Kaynaklarına göre Yahudilik’te Ahiret İnancı’, Dr. İsmail Taşpınar, Gelenek Yayıncılık, 2003 - See more at: http://www.salom.com.tr/haber-84391-yahudilikte_ahiret_inanci.html#sthash.gcbaRpwn.dpuf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.