Sayfalar

27 Şubat 2015 Cuma

ERGENEKON FOS,KEYKUBAT HAKLI ÇIKTI


2007 yılının son aylarında art arda meydana gelen Dağlıca baskınlarında kaybettiğimiz askerlerimizin (2012 ile karıştırmayınız-Okuduktan sonra tıkla)) şehadetinin ardından 2008 yılı başlarında zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ABD’ye gitmiş, dönüşünde de bu gün ERGENEKON adıyla bildiğimiz tutuklamaları başlatmıştı.

Ordu mensupları ağırlıklı, İşçi Partisinden ve bazı basın mensupları, Üniversite, emniyet mensuplarına uzanan bir dizi seri tutuklamalar, altı yıla yakın süre bu insanların yargısız, sonradan başlayan yargılama aşamasında da uydurma deliller, terör örgütü mensuplarından yandaşlarına uzanan kişilerden oluşan gizli tanıklar, Amerikan adalet sistemine uygun hakim ve savcıların beş, on yılda okuyamacakları kadar delil furyası ile boyanan gözler, yandaş Tv kanallarında her saniye başı süren “Ergenekon Terör Örgütü” ETÖ iftira programları 2014 yılına kadar hepimizi meşgul etti.

Emekli ve siyasetle  ilgisini kesmemiş, vatansever bir polis olarak, PKK terör örgütünün, 1980 darbesi ürünü olduğunu, devlet ve zamanın ANAP hükumeti+Derin NATO eliyle kurulduğunu zaten biliyordum.
Bu ötgüt, devlet koruması ile şımartılmış, işlediği cinayetlere göz yumulmuş, serbest bırakılan Kürt kökenli solculara ceza evlerinde sistemli işkenceler yaptırılarak devlete düşman edilmiş, içeriden demokratik harketlerin, dışarıdan ABD-AB baskıları ile yavaş yavaş salınan solculuktan başka suçları olmayan gençlerin devlet eliyle, kurulan terör örgütüne yani Ermeni APO şeytanının çiftliğine katılmaları sağlanmış, hem kendi ordumuz hem de anılan dış güçlerin orduları ve istihbarat örgütlerince levazım, mali, mühimmat,siyasi olarak desteklenmişlerdi.

Bunların hepsini zaten biliyordum da bu Ergenekon neydi?
1-Ergenekoncular Gizli Kişilikler Değildi; Devletin kendisini korumak için kurduğu gizli bir yapılanma olsaydı bu kadar kolay tasiye edilemezdi bana göre. Zira tutuklananlar daima göz önünde olan kişilerdi, hiç bir gizlilikleri de yoktu.

2-El öpmeden, ABD Onayı Almayan Genelkurmay Başkanı Olamıyordu; Kenan Evren’in cumhurbaşkanı olmasından sonra yerine geçen ve süreleri doldukça değişen genelkurmay başkanlarının hepsinin, “el öpme sırası” takip ederek mevkilere geçtiklerine tanık olmuştum. Genelkurmay başkanı adayı belirlenince, önce Kena Evren’e ziyaret yapılıyor ardından ABD gezisinde Amerikalı kurmaylarla görüşüyor, duruma göre sivil hükumetlerle de görüştükten sonra dönüşünde 30 Ağustosta rütbeyi takıyorlardı.
Bu sıra Ergenekon tahkikatına kadar bütün genelkurmay başkanı olacak paşalarca aksatılmadan takip edilmişti.

3-Bu Şartlarda, ABD’ya Sadakati Olmayan Genel Kurmay Başkanı da Yoktu.


Öyleyse bu tutuklamalar neyin nesiydi?

Benim açıklamam şuydu; 1980lerin başından sonuna on yıl boyunca süren cunta ve yarı cunta dönemlerinde, Tv’lerdeki açık oturumlarda “Ordunun elinde II.Dünya savaşı artığı ABD’nin hediyesi, işe yaramaz silah, araç gereçler geçen yıllarda yenilenmemişti. Ordunun, silah, araç, mühimmat, levazım v.b. gibi yaşamsal konularda modernize edilmesi, 21. yüzyılın savaş şartları olacağı ön görülen “gerilla tarzı savaş taktiklerinde tecrübe kazanması” gerektiği, bu tecrübenin de doğu Anadolu’da kurulacak bir terör örgütü ile çıkartılacak “danışıklı iç savaş” ile olacağını zamanın koca kafaları profesörlerden yıllarca sabahlara kadar dinlemiştim.

Geçen 25 yılda ordunun eğitimi tamamlanmış, terör örgütü de ABD-AB+NATO’nun Irak işgalinde, sil baştan silahlandırılarak kullanılmıştı.
Artık terör örgütü tasfiye edilmeyecek, diğer komşuların işgallerinde sahiplerinin askerliğini yapacak, Türkiye ve NATO yapılanması da arkasında koruyuculuk yapacaktı.

Yani, Terör örgütü ile yasal devletin ordusunun yanyana çalışacağı günler gelmişti. Şimdi yapılan, biraz da ülkenin parçalanacağından endişelenen Rusyacı, Vatansever, terör örgütüne kinli, onun hedefi olan subayların tasfiye edilerek, terör örgütü ile uyum içinde çalışacak yeni subayların iktidara getirilmesi sağlanıyordu.

Bu operasyon, ömrünü askeri darbe ve muhtıra baskılarıyla geçirmiş halkı, “cuntacı ordudan”,onun siyasal ve askeri vesayetinden kurtarıp, demokratik, sivil, özgürlükçü sivil hükumet” idaresinde yaşama devrimi olarak gösterilmekte de kullanılıyordu.
Bir taşla iki veya daha fazla kuştu bu. 

Devletimizin Ergenekon adlı derin, koruyucu yapılanması olacak ve böyle keklik gibi avlanacaktı, böyle şey olamazdı. Suçalamada kullanılan deliller, uydurma ve Amerikan yargı tarzındaydı. Bu da operasyonun hükümetçe değil, dış kaynaklı projelere göre yürütüldüğüne beni ikna etmişti.
Ayrıca, tutuklanan subayların ve kişilerin büyük çoğunluğu Alevi kimlikli, kripto Ermeni teşhisi koyduğum tiplerdi. Bunun böyle olduğu bu gün de ortadadır. Sabetaycı Müslüman/ Yahudi tarikatına girenlerin Türk Alevileri, Müslümanlığa 1915 tehciri döneminde geçmiş Anadolu Gregoryen Ermenileri olduğunu da araştırmalarımda az çok yakalamıştım. Tunceli hizmetin sırasında, bazı halktan kişilerin “Biz, Kürt değil Zazayız ve kayıp 12 Yahudi kabilesinden olduğumuza inananlarımız da var” sözü de aklımdaydı.



ERGENEKON ADININ BATI KÖKENLERİNİ ARAŞTIRMAYA BAŞLAMAM

Ama, Ergenekon adının batıdillerine ait bir adl olduğu konusunda elimde delil de yoktu, ne yazabilirdim ki?

Ergenekon konusunda en sık dile getirdiğim ifade de şuydu; "Silivri bir Koloni Hapishanesidir, içindekiler, sömürgec devletlerin mahkumlarıdır. Ergenekon,rolleri gerçek oynanan, en iyi sinema, tiyatro sanatçılarına el öptüren rollerin oynandığı bir tiyatrodur."

Ergenekon'un küresel güçlerce senaryosu yazılmış bir tiyatro olduğunu biliyordum ama bu adın "batı edebiyatındaki aynını nasıl bulacaktım?"

Araştırırken, İlk Hristiyan şehidi kabul edilen Aziz George (Corc) efsanesini bulmuş, bununla ilişkilendirmeye çalışmıştım. Kısmen gerçekten ilgisi de vardı. Aziz George’un adıyla, Müslüman ordusuna sindirme operasyonu yapıldığını işlemiştim. Bu operasyon, yazdığım amacından daha çok ordunun genelinde yılgınlığa sebep olmuştu çünkü. Malum, gizli projeler askerlere açıklanmaz, kurmayca bilinir ve takip edilirdi. İşin aslını bilmeyen ordu mensupları gerçekten umutsuzluğa kapılmıştı ve ihanete uğradıklarını düşünyorlardı. Yanlış ta değildi.

Ermenilerin, Bitlis-Ani sürgünlerinin işlendiği İngilizce yayınlanmı bir Ermeninin anıları kitabında da, yazarın 1892 Bitlis Ermeni Sürgününe “Ermenilerin Ergenekonu” adını verdiğine tanık olmuş, kitabın adı, linkiyle birlikte dilimize ilgili sayfayı çevirerek yayınlamıştım.


Bir gün,Hindistan veya İngiliz haber sitelerinden birisinde “Er George Operation in Irak” başlıklı bir makale görmüştüm.
Haberi okuduğumda, Irak’ta vatansever olduğundan şüphelenilen Iraklıların evlerine Saddam’ı veya kurmaylarını ya da askerlerini saklıyor, silahlanıyor endişesiyle, imsak vakti (Sabilerin ve Ortodoks Hristiyan olan Süryanilerin ilk sabah namazlarını kıldıkları vakittir) yapılan baskınlarla tutuklamaların yapıldığını yazıyordu ve evinde Amerikan askerine nefretle bakan, çocuğuna sarılmış Iraklı bir kadın resmini de habere eklemişlerdi. Bunu dilimize çevirip linkini verdim, sonra yerli basında da haber oldu. Bu haberi, Aziz George efsanesiyle “Hristiyan fanatizmiyle” birleştirip “Haçlı saldırısı” olarak işlemiş, Ergenekon örgütü diye bir örgütün olmadığını açıklama gayretimi sürdürmüştüm.

Sonunda madeni bulmuştum.
II.Dünya savaşı sonrası ABD idaresine giren Avrupa ve ülkemizin de dahil olduğu diğer dünya devletlerinde, “ABD karşıtı, bağımsızlık yanlısı, sağcı, solcu, milliyetçi” görüşe sahip kişi veya örgütlenmelere karşı yine “imsak vakti operasyonları” yürüten C.İ.A başkanlığına gelmiş, operasyonlara adını vermiş Er George Claire adlı şahsın hayat hikayesini yakalamıştım.
Bu da işi bitirmişti. Bunu da “Ergenekon Tezgahının Ardındaki Gerçekler” başlığıyla yuayınlayınca tabi blogum engellendiğinden yazı yazamaz hale gelmiş, yeni bir blog daha açmak zorunda kalmıştım.

Özetlersek;
1-Ergenekon, içeriden siyasi özgürlük devrimi değil, aksine dışarıdan planlanmış, orduda istenilmeyen tiplerin tasfiyeleri, yeni çalışılacak kadronun tespiti için başlatılmıştı.
2-İlk Hrisityan şehidi Aziz George, Ermenilerin 1892 Bitlis-Ani sürgününe Ergenekon adını vermeleri, Irak’ta uygulanmış “Er George” baskınları ve son olarak da C.İ.A başkanı Er George Claire’nin adını verdiği “Er George baskınları” ve buna ABD Cumhuriyetçi Partinin kurduğu "Neo Conservatism" akımının baş harflerini ekleyerek "ER GEorge NEo CONservatism(Tıkla)" kısaltmasından elde edilen adla birlikte düşünüldüğünde, Ergenekon operasyonunun “dış kaynaklı operasyon” olduğunu da görmüş , delillendirmiş oluruz.

Bu gün de Ergenekon davasını yürüten görevli savcı Sait Kunt, “Ergenekon diye bir terör örgütü olmadığını (Haber için TIKLA)” açıklayarak bu işe son vermiştir.

Ergenekon’a geçmiş olsun, yakında, değişen şartlara göre çalışacakları kadroları belirlemek için sıraya bakalım neleri koyacaklar?
Bunu yaşarsak hep birlikte, aksi halde kalanlar görecektir.
İçerden, dışardan her türlü kışkırtma, tahrikler ekarşın uyanık olup dpğru tespit yapmadıkça, halkın birbirine girmesi kadar salakça bir davranış olamaz.
Bu tezgahlar boyunca halkımızın bu özelliğine tanık olduğum için de gururluyum. İşte, bizi büyük ve saygın kılan da bu “doğruyu araştırma, sorgulama yeteneğimiz” ile “”gerçeğe, adalete” olan bağlılığımızdır.

Bu yazıyı, kendimi övmek için değil, bu güne kadar yayınladığım 2500 kadar yazımın hepsinin “aynı mantıkta, aynı hedefi gösteren yazılar olmaları” özelliklerini bildiğimden, okumayanların okuyarak bir şeyler çıkartıp, öğrenebilecekleri konular bulabileceklerine olan inancımdan dolayı yazıyorum.
Bu güne kadar okuyanlara, değer verip ülkemizi maceralardan kurtaran aklı selimlere ve  okuyarak böyle davranacak olanlara saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.
Son söz;
Ergenekon fos, “keykubat” haklı çıktı.

Benim haklı çıkmam, suçlamaların düşmesi bu tiyatroda, rolleri ölüm olanların canlarını veremese de bundan sonra benzeri tiyatrolara maruz kalmayacağımız anlamına gelmez. Zira her gün yeni tiyatrolar sahneye konulmaktadır. Bu tiyatroları deşifre edenlerin şöhretlerine değil, delillerine, samimiyetlerine bakarak ilgililerin karar vermeleri gerekir.
"Devlet işinde, samimiyet, arkadaşlık, kankanlık olmaz." Bunu herkes bilmeli ve kafasının içine de dışına da çivilemelidir.


Buraya kadar sabredip okuduğunuz için teşekkür ederim.


İlgili yazılarımın linkleri (Bunlar yeter umarım);

25 Şubat 2015 Çarşamba

SON YILLARIN OLAYLARI SAVAŞA ZORLAMA BASKILARIDIR.

Türkiye bir yerlere girmeye zorlanıyor. Yeni değil uzun zamandır bu bir gerçek.

2003 Mart teskeresiyle Irak'a girmek ve ülkeyi Amerikan üssü haline getirecek girişimler boşa çıkarılmış, 2088'de 1992'nin tekrarı olan Gürcü-Rus savaşına girmemiz, zamanın genelkurmayının çabalarıyla engellendi. 2011 Libya işgaline bira tuz atarak kurtulduk, ardından gelen Suriye işgali üstümüze yıkıldı ondan da El Nüsra, ÖSO, IŞİD, EL KAİDE örgütleri öne sürülerek kurtulundu.

Bunlar, küresel işgalci Haçlı ve Lev Tahor Yahusisi Mason sermayenin hoşuna gitmedi.

PKK'ya doğu Anadolunun peşkeş çekilmesi, şehirlerin yağmalanması, eğitim kurumlarından sokaklara anarşinin hortlatılması, öğrenci olayları, tecavüzler, insanlık dışı cinayetler hep "kaos üretim merkezlerinin" ve işbirlikçilerinin işleridir.

Kuzeyde, her ne kadar geçenlerde Rusya ve Ukrayna ateşkese razı oldularsa ola bitmemiştir. ABD, Ukrayna'ya daha iki gün önce 600 asker göndereceğini açıklamış, bu RT ve EuroNews kanallarında haber olmuştur.

Rusya'Nın Kırımda dahi kalmasına razı olmayan küresel sermaye, Rusya'yı Ukrayna, Türkiye ve Kafkaslardaki Vehhabi Çeçen, Çerkez, Yahudi Kırım Tatarları, Gürcistan ve Türkiye ile Karadenizin ötesine hapsetmek istemektedir. Aynı baskıyı doğudan Japonya, Çin, Tayvan, G.Kore gibi ülkeler ve Filipinlerle yürütmektedir.

Rusya'Nın başına getirilen Putin küresel sermayeyi ciddi olarak tehdit etmektedir.

Ukrayna sorunu, Rusya'nın Karadeniz'in
ardına hapsedilmesini hedeflemektedir.
Suriye'nin ve ABD'den korkuya düşmüş, Ortadoğu Müslüman ülkeleri ile Afrika ülkeleri de Rusya ve Çin'i alternatif, kurtarıcı bir denge unsuru olarak gördüklerinden ABD'nin hegemonyası "prestij" kaybına uğramaktadır. 

Çin'in de ABD muhalifliğine katılmasına ek olarak, ABD'nin küresel hakimiyetinden hoşnut olmayan AB ülkelerindeki bazı milliyetçi sermaye de bir meydan okuma içinde olmasa da hoşnutsuzluğunu göstermektedir.

Örneğin Almanların Libyaişgaline destek vermemeleri, bazı Avrupa ülkelerinde ABD karşıtı toplantıların yapılmaları gibi olaylar aratarak sürmektedir.

İşin kötüye gittiğini gören ABD'de üstlenmiş küresel sermaye, Obama'nın "demokratik kişiliği, yumuşak emperyalizm faaliyetlerini" korkaklık, başarısızılık olarak görmekte ve Obama'nın ABD senatosundaki çoğunluğunu elinden alarak, faşist, köktendinci Cumhuriyetçileri beslemektedir.

Bütün bu gelişmeler ışığında, ABD, Türkiye'nin bir an önce, Suriye, Ukrayna, Kafkasya, İran cephelerinde aktif askeri güç/jandarma olarak görev alması için baskı yapmaktadır.
Putin, Obama görüşmeleri
barışçıl sonuçlanmıyor.

Bunu yaşama geçirmek için de Türkiye'ye de beslettiği Irak Suriye'deki terör örgütlerini, ülkemizdeki uyuyan yapılanmalarını harekete geçirerek hükumeti ve devleti tehdit ile Jandarmalık görevine zorlamaktadır.

Sözde IŞİD tehdidi yüzünden Süleyman Şah türbesinin kaçırılmasını takiben Malatya'da iki uçağın kaza ile düşmesi pek akıllıca gelmediğinden, gerçekte, ülkemizin savaşa zorlanması amacıyla düşürülmesinin düşünülmesi akılcı olacaktır. Bu da ülkemizin savaşa zorlanmasından başka şey değildir.

Seçim öncesi de sonrası da AKP buna cesaret edemez. Savaş kan, ölüm, yağma, talan, işsizlik ve kıtlık getirir. AKP'yi ilk boğacak olan onu ayakta tutan kesim olur. 

AKPKK bunun bilincinde.

Ama bir gün kaçınılmaz son kapıyı çalacak, bundan da kaçış olmayacaktır.

Bakalım daha ne kadar idare edebilecekler.
ALMAN EKONOMİ BAKANI SİGMAR GABRİEL
ABD TİCARETİNDE KAYIP ENDİŞESİ OLDUĞUNU
AÇIKLADI VE İŞ ADAMLARINI UYARDI.
(Tıkla)


Siyaset tarihimizin gelmiş geçmiş en fırıldak siyasetçisi Recep Tayyip Erdoğan ve AKPKK'sı bu baskılara bakalım daha ne kadar dayanabilecekler?

Sevgili milletimiz ise, her şeyin hep böyle gideceği rahatlığı içinde AKP'nin kendilerine verdiği kıymet ölçüsünde sunduğu büyük-küçük nafakaların hep süreceği zannından kurtulmalı, bastıkları toprağa aktif olarak sahip çıkmalıdırlar.

Son yıllarda yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz her türlü olumsuz olayların ardında bizi savaşa zorlama siyasetleri olduğunu lütfen görelim.

Bir de AKP'li milletvekilleri Osmanlıcılık adı altında sarıklı türbanlı resimleriyle kendilerini tanıtma kampanyasına başladılar. Oysa, sarık kökeni İslam'a dayanmayan, şeytana Güneş Tanrıçasına tapınam dini olan Sabilikten ve Keldanilikten alır.

IŞIK KRALI (NUR) olarak anılan tanrı, ilk yarattığı meleklerine, kızlarına (karılarına) "nurdan hale"den bir taç yapar giydirir. Bu halenin temsili olarak da "Beyaz Sarık" örtmelerini emreder. Sabilerin kutsal kitabı "Ginza di Rba" (Öğretmen Ze Cin'i/Hazine) theogony (Tanrı yaratılış) ve Cosmogony (Evren yaratılış) yaratılış mitlerinde bu genişçe açıklanır.

2003 Gürcistan Azınlık Raporu da (A.B parlamentosuna sunulan) R.T.Erdoğan'ın Gürcistandaki kökeni olan Batum Bakata  (Asi demekmiş)kasabasının da Batum'un da 1915'de Enver paşanın tehcirinden kaçan Süryanilerin sığındığı kasaba olması, Süryanilerin de Sabilerin Ortodoks Hristiyanlığa geçmiş Sabi kavmi olması (Armiler ve Haramiler) bu bağı doğrulamaktadır.

Yani, Osmanlı adı altında Kürtçe, Aramice dil ve gelenekleri yerleştirilmekte, halkımızın dini, giyimi, günlük yaşamı dönüştürülmektedir.

Buı dönüştürmenin uzaması da savaşa girmeyi erteleme gerekçelerinden biri olarak AKPKK'yi başımıza getiren küresel güçlere sunuluyor olabilir inancındayım.
Şarkıcı Atilla Taş'ın bir Twitter paylaşımıyla da bu konuyu bağlayalım;

Osmanlılaştırma hızla sürüyor. Aslında bu Sabileştirmedir.
Sabilerin kitabında Allah beyaz sarık giyer ve Adem'e de
bundan giydirir, diğer meleklerede.
İslam'daki Sarık ise Sabilikten Yahudiliğe geçmiş Sarığın
kutsanmasıdır ama pek de üstünde durulan şey değildir.
Sarık Sabi Beyt Şems Yahudileri, Sabiler, Süryaniler,
Keldaniler kısaca "ŞEYTANA TAPINANLARIN" kıyafetidir

Takdir sizlerindir.


Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc