AKP NİN ÇÖZÜM SÜRECİNDEN EMİNE NİN ÇAĞRISINA
1991’de ABD’nin Turgut Özal iktidarının işbirliğinde başlattığı I. Körfez Harekâtının ardından başlayan ABD karşıtlığı sonucunda ANAP iktidarını kaybetti yerine DYP, SHP, RP, DSP, MHP gibi partilerin koalisyonlarından oluşan iktidarlar getirildiler. Bunların ABD-AB karşıtı siyasetleri oldukça ülkemiz büyük küresel sermaye güçlerince planlı olarak ekonomik krizlerle terbiye edildi ve ellerindeki medyayı da kullanarak bu hükumetleri birer vatan haini olarak göstermeyi başardılar.
Bu partilerin içlerindeki sahtekâr, hırsız milletvekilleri ve bakanlar da bunlara çanak tuttular. En sonunda 2002’de AKP iktidarı başımıza getirildi.
Geçmiş hükumetlerin bütün başarısızlıkları, ordu içindeki laik, rejim yanlısı kadronun da terör olaylarındaki bazı gizli faaliyetleri de “vicdan muhasebesi” benzeri tartışmalar eşliğinde gözden düşürüldü.
AKP hükumeti her türlü adaletsizliği, zorbalığı, silahlı çıkar gruplarını hedef almış, halkın huzuru için savaşan bir kahraman olarak gösterildi ve bunun için her şey yapıldı.
Halkımızın yarıya yakını zaman içinde AKP’nin aslında “kendisine muhalif yapılanmaları” yok eden ama kendi yandaşlarına her türlü kanun dışı işlerinde kapıları aralayan işbirlikçi bir parti olduğunu kolayca anladılar.
Anlamayanlar da başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gizlice terör örgütü ile yaptığı görüşmelerin, büyük devletlerle ülkemiz ve bölge ülkelerinin köleleştirilmesinde bir taşeron olduğunu görmeleriyle doruğa çıkmıştır.
“Biz yapacaklarımızın işaretini önceki yaptıklarımız işlerle verdik. Anlayan anladı, anlamayan anlamasın!” diye her şeyi itiraf eden özü Çemişkezek’li Rum olan Süryani Bülent Arınç’tan, “Geçmişte bize ille de böyle olacaksınız diye bazı dayatmalar oldu. Biz de dayatmalardan kurtulmak için batıyla ittifak yaptık!” diyen Fethullah Gülen’e rağmen aymayan halkımızın büyük çoğunluğu ve yandaş medyası hala AKP’nin arkasında sabırla durmaktadırlar.
AKP’nin başlattığı “çözüm süreci” özünde devletin anayasal düzeninin, hukuk sisteminin, haritasının değiştirilmesini, Ortadoğu coğrafyasının su dâhil bütün doğal kaynaklarının emperyalist batılı devletlerin idaresine verilmesini sağlayacaktır.
Terör örgütü silah bırakmayacak, Suriye, İran ve Kafkasya’ya yönlendirilecek, ülkemiz önce Kenan Evren Rum’unun imzaladığı şekilde sekiz federe bölgeye ardından da 36 ayrı parçaya bölünecek, etnik farklılıklar kışkırtılacak, herkes birbirine girecek akan kan yollara, nehir yataklarına sığmaz hale gelecektir. Batılı devletler istediği sürece terör örgütü ülkemize saldırmayacak ama hükumet bir batı karşıtı eylem veya söz ettiğinde tekrar hortlayacaktır.
Başsız ve korumasız kalan geniş Ortadoğu topraklarında emperyalizm de bölge halklarının doğal kaynaklarından emeklerine azgın bir sömürgeci haline gelecek, gittikçe semizleyecektir.
Kendi kamuoyunu savaşa ikna edebilmek için çıkarttığı sahte ekonomik krizlerle batılı ülkelerin halkları savaşlara mecbur bırakılacak şekilde fakirleştirilmekte, dünün zengin batılı ülkelerinin tek tek iflasa sürüklenmektedir.
Böylece refaha alışmış, uyuşturucu ve seks ile safahata düşürülmüş batılı halklar gelen kıtlığa dayanamayacaklar ve savaş propagandalarına, Türk-Müslüman düşmanlığına, Haçlı Seferi kampanyalarına destek verecekler ve böylece büyük kıyımların yaşanacağı korkunç savaşlara zemin hazırlanmış olacaktır.
Özünde, Tevrat’ın, İncil’in ve Kur’an’ın kökeni olan Sabi dininin Hıristiyan görünen Süryani Arap, Rum ve Yezidi Kürt’lerinden oluşan AKP hükumeti Irak sınırımızda kurdurduğu “Özerk Kürdistan’ın” yanına bir de “Süryani Özerk Vilayeti” eklemeyi başarmıştır.
AKP hükumetinin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, sözde akan kanı durdurma bahanesi ile yaptığı çağrılara ve attığı yalanlara eşlerini de katmışlardır. Başbakanın eşi olan Siirt Süryani’si Arap Emine Erdoğan da kampanyada yerini almıştır.
EMİNE ERDOĞAN’IN ÇAĞRISI
Emine hanım yaklaşık 10 yılı aşkın süredir aralıksız başbakan olarak görev yapan eşine yeri geldikçe destek olan çıkışlar yapmakta ve bu çıkışlarıyla da kadınları, anaları etkilemeyi hedef almaktadır.
Bu çok doğal ve yerinde bir davranıştır. Herkes için iyi olacağına inandığı bir konunun sadece erkeklerin değil, bundan etkilenen kadınların, anaların da elleriyle, dilleriyle sürece katılımlarını sağlamaktır.
Bu gün de eşinin İmralı ile birlikte yürüttüğü sürece katkı istemiş yine “akan kanın, anaların, eşlerin yürek acılarının dinmesi için” bu anlaşma çabasına katkılarını istemiştir.
Akan kanın dinmesini kimse benim veya benim gibi terörle mücadele etmiş emekli ya da çalışan polisler, askerler kadar isteyemez.
Hatta elan silahaltında vatan hizmetlerini yapan “sağ dönebilecek miyim?” kaygısı içinde tezkere bekleyen askerler, onların aileleri ve askere gitmek için gün sayan “sağ salim dönüp dönemeyeceği endişeleriyle” yüreği kabarmış gençler ile aileleri kadar isteyemez.
Devlet memurları yönetmeliğinde Şark Hizmeti olarak bilinen bu doğu görevi için görev emri tebliği edileceği günden orada görev alıp ilk taciz atışı olaylarından silahlı çatışmalara girinceye kadar insanın en çok istediği şey bu terörü ve onu çıkaranları her an lanetlemektir.
Çünkü herkes sonunda bir can taşımakta ve sorumluluğunda eşi, evlatları ve öteki aile üyelerine karşı da sorumluluklara sahiptirler.
Bu yüzden şark hizmetine gitmiş ya da şarkta kışlaya teslim olmuş vatan evlatlarının yüreğinden geçen en masum düşünce bu belanın bir an önce bir şekilde, insan eliyle olmazsa tanrı eliyle her nasıl oluyorsa bir an önce bitmesidir.
Bu korkaklık değil insanca yaşama arzusunun verdiği bir yakarı, dileme, umuttur. Bu umudu duymaya, açıklamaya bu insanların hakları vardır.
Bilgisayar başından “yok terör örgütüyle her türlü anlaşmaya karşıyız, her türlü çözüme karşıyız!” sloganı atan, sıcacık evinde klavye başından ya da TBMM kürsülerinden açıklama yapmak bu bölgede görev yapmayanlar tarafından yapıldığında gerçekçi değildir.
Terör gerçekten çözülecek ise bir daha halkımızın evlatlarının kanlarını içmeyecekse, sokaklarda çöp kutularına konulan bombalarla, şehir içinde yolu kesilip yakılan belediye otobüsleri içinde can vererek bir anda insanların dünyası kararmayacaksa, askerlik görevi veya şark hizmeti adı altında yapmak zorunda olduğu göreve giderken geriye sağ ve tek parça olarak dönme endişesi taşımayacaksa niye olmasın?
Elbette bu, emperyalist devletler ile işbirliği yapan başımızda devlet adamı olarak bildiğimiz işbirlikçilerle kurulan 21’ncü yüzyılın Ortadoğu ülkelerine yeni şekil ve düzen vermek isteyen çok uluslu bir sömürü projesinin ilk aşaması için kurulmuş örgütün beş bin kişilik kadrosuyla bir milyon askeri olan Türk Silahlı Kuvvetlerine silah bıraktıran bir zafer olarak nitelenmezse, devletin bölünmesini parçalanmasını getirmezse, belirli bir etnik ve dini grubun Monarşik saltanatına dönüşmezse ve dönüşmeyecekse niye olmasın?
Buraya kadar Emine hanımın kendi evlatlarını askerlik hizmetinden sıyırtmayı başarmış mahir bir anne olarak, başlarına düşen terör kayasının altına itilmekten kurtulamamış anaların evlatlarını ve gözyaşlarını hesap, ederek çağrı yapmasını olumlu bir empati olarak görmek yerindedir.
Emine hanıma bu çağrılarına istinaden bir de şu soruyu sormak isterim;
Terör örgütü devletin adını, anayasasını, haritasını ve her şeyini değiştirmek ve özerk Kürdistan bölgesi kurulmasını istemektedir. Bunlara herkesin karşı olmasına rağmen diyelim ki siz yaptınız oldu. Peki PKK gerçekten silah bırakacak ve komşularımız olan ülkelerde eşinizin katkılarıyla oluşturulan ÖSO tarzı yapılanmalara katılarak oralarda kan dökmeyecek mi?
Ve;
-Sizce sadece ülkemizin bölünmesi pahasına yapılacak bir anlaşma tatmin edici midir? Komşu ülkelerde hem Müslüman hem de soydaşını olan Arapların kadın ve çocuklarının arzlarına geçilmesi, kanlarının akıtılması, ömürlerini verdikleri birikimlerinin ellerinden çıkartılması, köleleştirilmesi sizi rahatsız etmiyor mu?
-Siz eşinizin komşu Müslüman ülkelerde emperyalizmin çıkarları için savaşan terör yapılanmalarına destek vermesine, bu işte orduyu ve emniyeti kullanmasına karşı niye bir çağrı başlatmıyorsunuz?
Kenan Evren'in imzaladığı SEKİZ eyaletli Türkiye Haritası |
Emine hanım bu işlerden anlamadan ya da art niyetli konuşmaktadır. Biz gene de biraz açıklama yapalım;
Bilinen ve uzlaşılmak istenilen terör örgütü 12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesi Suriye’ye kayınpederi M.İ.T görevlisi bir pilot albay olan Urfa kökenli Süryani (Gregoryen Ermeni) Abdullah Öcalan’a bizzat 12 Eylül 1980 darbesini yapan Amerikancı cunta tarafından kurdurulmuştur. Aynı cunta, “Solcu, Komünist” olarak tanımladıkları o zamanın “yüreklerinde ırkçılık ve ayrılıkçılık hisleri barındırmayan” antiemperyalist yani batılı sömürgeci devletlere karşı olan ve herkesin alın terleriyle iş ve aşını sağlayabileceği Sosyalist bir düzeni istemekten başka suçları olmayan vatansever insanları cezaevlerinde, “ülkücü görünen cezaevi görevlilerinin” kullanılmasıyla hak etmedikleri işkencelerle devlet ve Türk düşmanı etmişlerdir.
Ardından Amerika ce Avrupa Birliği ülkelerinin destekleriyle (AB istedi yaptık dümeniydi bunlar) çıkartılan af dâhil muhtelif hafifletici yasalarla serbest bırakılan bu gençler kendilerini Apo şeytanının çiftliğinde bulmuşlardı.
İhsan Doğramacı |
Serbest kalanlar dağlardaki çiftliğe koşarlarken TRT televizyonlarında cunta hükümeti “TSK’nın Modernizasyonu” konularını tartışıyordu. Bunu tartışanlar zaten 12 Eylül 1980 olaylarının da kurgulayıcılarıydılar. 1982 Anayasası profesörü Orhan Aldıkaçtı, Y.Ö.K başkan İhsan Doğramacı, her pisliğe imzası olmazsa rahat edemeyen geçenlerde ölen ProfesörToktamış Ateş ve yanlarına aldıkları birkaç yüksek rütbeli muvazzaf veya emekli subayın kafa sallamalarıyla birlikte halka gecenin 23.00’ü ile 03.00’ü arasında şöyle diyorlardı;
NOT:(Yazı tam bu noktada iken kızımı kaybettim. Aşağısı sonradan, 10 Nisan 2013’te eklenmiştir. Bazı eklemeler de yapılmıştır.)
“Türk Silahlı Kuvvetlerinin elinde 1952 Kore savaşlarının ardından NATO’ta girmemiz nedeniyle verilmiş atıl durumda, verimsiz araçlar, silahlar, teçhizat ve mühimmat vardır. İngiltere İRA ile, İspanya ETA ile çağdaş savaş tekniği olan “Gerilla Savaşında” tecrübe kazandılar ve caydırıcı oldular. TSK’nın da acilen benzer bir eğitime ihtiyacı vardır!”
Açık Oturum programını yöneten spiker soruyor, cevaplar geliyordu;
- Bu durumda gerilla eğitimini TSK’ya verebilecek bir gerilla ordusunun da kurulması gerekiyor. Bu gerilla ordusu nerede kurulacak ve bu eğitim kaç yıl sürecek?
- Herhalde buğday ambarımız olan İç Anadolu’da, sanayi bölgelerimiz olan Ege ve Marmara ya da dış müdahaleye en açık durumda olan Karadeniz bölgesinde değil elbette.
- O halde doğu ve Güneydoğu Anadolu’da mı kurulacak?
- Elbette en uygun bölge orasıdır.
Bu konuda 2007 yıllarında Yunan Genelkurmay Başkanı bile ülkemizde yapılan bir NATO toplantısında “PKK terör örgütü TSK’yı çok iyi eğitti!” tanımını yapıyordu.
Diğer yandan ANAP hükumeti görevi aldığından beri bütün basın günümüzdeki AKP iktidarının yaptığı gibi tüm basını ya satın almış ya da bir şekilde susturmuştu ve tek muhalif Gırgır dergisiydi. Onu da ÖZAL’ın yalaka iş adamlarından birisi dört katı fazla para ödeyerek satın alarak devreden çıkartmıştı.
Satın alınmış ve diğer yalaka medya o günlerde de “Amerika’nın Ortadoğu’daki monarşik yapıları tasfiye ederek bölgeye demokrasi getirmesinin zamanının geldiği ve bu konuda Türkiye’nin ABD’nin jandarması olması gerektiğine halkı ikna etmek için gene yalaka gazeteciler, profesörler, iş adamları her akşam ekranlardan halka bu fikirleri maharetmiş gibi şırınga ediyorlardı.
1984 Eruh baskınıyla faaliyete geçirilen “ayrılıkçı” Süryani Arap-Yezidi Kürt- Gregoryen, Katolik Ermeni yapılanması olan ve “Ne idüğü belirsiz dört beş çapulcu” olarak tanımlanan malum terör örgütü 1991 I. Körfez krizinde ABD yanında olmuş, Irak Kürtlerini silahlandırmış ve Irak’ta Saddam rejimi karşıtı hareketin fitilini tutuşturmuştu. Celal Talabani ve Mustafa Barzani’ye Turgut Özal tarafından “Kırmızı diplomatik T.C pasaportu” verilmiş, Amerika ve Avrupa Birliğinin başkanları ve ileri gelen Fransa, Almanya, İngiltere, Hollanda gibi devletlerin başkanlarıyla da bağlantıları sağlanmıştı.
Avrupa Birliği ülkeleri kaçak işçi ve uyuşturucu ticaretini rahatça yapabilmesi için terör örgütüne her türlü kapıyı açmışlardı. Hatta işçi olarak bulunan vatandaşlarımızdan haraç toplamasına bile göz yumuluyordu.
Ülkemizde ise köy basmaktan çocuk öldürmeye, kamu hizmet araçlarından Jandarma, Polis araçlarının yakılmasından içlerinde insanlarıyla ev, otobüs yakmalarına, güvenlik birimlerinden okullara ve işyerlerine, oradan halkın yoğun olduğu kalabalık iş ve dinlenme merkezlerine kadar her ortamda çöp kutularına bombalar koyup halka zulüm etmesine kadar her türlü faaliyetine göz yumularak örgütün kendisine eleman toplamasına ve mali kaynaklar sağlamasına izin verilmiştir.
Geçen otuz yıl boyunca 50.000 kadar insanımızı kurban alan bu “TSK’nın Modernizasyonu ve Gerilla Savaşında Eğitilmesi” projesi başta ülkemiz ile diğer üç devletten toprak alarak Büyük Kürdistan kurma hayallerinin 2/4’ünü gerçekleştirebilecek kadar güçlendirilmiştir.
Böylece 21’nci yüzyılda Amerikan İmparatorluğunun çıkarlarına jandarmalık edecek “gerilla savaşında tecrübeli” bir TSK bence NSK (Nato Silahlı Kuvvetleri) yaratılmıştır. Otuz yıl boyunca bu iç savaştan kaybedilen çocuklarımız özünde ne bir vatan savunmasında ne de din savunmasında ölmüşlerdir. Bu bağlamda şehit değil, Amerikan çıkarlarının jandarmalığını yapacak bir ordu ve emperyalizmin Türk ve Müslüman dünyasına kolay girmesinde “içerden kale kapısını açan” Türk ve Müslüman maskeli Yezidi Kürt, Arap, Rum Süryani ve Ermenilerin bölgedeki devletlerin başlarına hükümran olabilmelerini sağlayacak ihanet projelerinin “Eğitim Zayiatıdırlar!”
İster beğenin ister beğenmeyin işin özü budur.
Fethullah Gülen 1991'de Papa II. Jean Paul'dan Sadakat Nişanı alırken |
Yandaş yerli ve dış kaynaklı basınların da etkisiyle Gülen’in “teslimiyetçi” fikirleri halka tanrı emriymişçesine şırınga edilerek halk hipnoz yöntemiyle ikna operasyonlarına tabi tutulmaktadır.
AKP hükumetinin ve başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Süryani’sinin Siirtli Süryani eşi Arap Emine’nin çağrılarıyla başlattıkları “Silahlar sussun, akan kan dursun!” sloganlı barış ve birlik çağrılarının arkasında 4.500 yıldır dağlarda sürgün yaşayan Arami-Harami/ Süryani/Ermeni iktidarında yeni Bizans yatmaktadır.
Süryani Fethullah Gülen Süryani papazı Yusuf Çetin ile |
Ancak farz edelim ki istedikleri gibi olsun ve halkımızın akan kandan, evlatlarını kurban vermekten bıkkınlarından da yararlanarak bölgede ülkemizin haritasını ve adını değiştirecek bir projeyi gerçekleştirmiş olsunlar.
1979’da İran’da Humeyni de bu kadronun desteğiyle iktidar olmuştu. Bu gün İran kendi rejimini yaratan kadroya meydan okumaktadır. Yarın öbür gün bu iktidar da benzeri bir durum sergilediğinde adı PKK olmasa da başka bir şey olabilecek yeni terör yapılanmalarını emperyalizmin körüklemeyeceğini kimse garanti edemez. AKP değil emperyalizm bile garanti edemez.
Bu durumda bir iktidar ve koltuk uğruna sadece ülkemiz bölünüp dağılmakla, etnik çatışmaların kucağına itilmekle kalmaz her ülke her millet bundan nasibini alır.
Müslüman ve Türk maskesiyle emperyalizmin işbirlikçiliğini yapan AKP ve yandaşları da bu ülkenin, bu toprakların insanlarıdırlar. Bu devletin adını, dinini, tarihini, haritasını değiştirirken çok iyi düşünüp karar vermek zorundadırlar.
Yoksa gün gelir, etrafları kale duvarları gibi surlarla çevrili, silahlı özel güvenliklerin koruduğu Saklıbahçe konutlarındaki sırça köşklerinden kaçmak ve sığındıkları ülkelerde de hapishanelere düşmek zorunda kalabilirler.
Marcos Filipinler'de ABD kuklasıydı. Çaldığı paralara ABD el koydu, yiyemeden öldü. |
Filipinli Ferdinand Markos ile eşi İmelda Markos’un yaşamları buna en iyi örnektir.(Tıkla)
Başbakan’ın son zamanlarda oluşturduğu ve adını “Âkil Adamlar” koyduğu 1950’leri, 60’ların ve günümüzün porno yıldızlarından sosyete fahişelerine kadar adları sanatçı olanından “her günün adamı olmayı ilke edinmiş dönek, kaypak, kişiliksiz ve hiçbir şey üretmemiş üniversite hocasına, yandaşından satılmışına basın mensuplarından ibaret bir takım satılmış işbirlikçiler halkı bölünmeye, birbirleriyle boğuşacakları korku günlerine, sömürgeci batılı devletlere teslim olmaya, evlatlarını, vücutlarının parçalarını kurban ettikleri terör oyunlarına, üstüne bastığı toprağın suyundan çiçeğine, tahılından meyvesine madeninden havasına, ağaçlarına her şeyine kadar vaz geçmeye ikna edeceklermiş.
Etsinler de görelim!
Takdir okuyanındır!
İşte ihanetin ücreti. Az para değil:)) |
PKK'nın gerçek kuruluş amacını Yedi yıl önce yazmıştımç Bu gün dedğim gerçek olmaktadır.;
http://keykubat.blogspot.com/2011/10/pkk-tarihi-basindan-bu-gune_3834.html#axzz2EHfEVaOq