KURBANDAN
KURBAN BAYRAMINA TESPİTLER
İnsan kurbanı eski İran Mihri dini ve Zerdüştlüğünde, Zervanilik dinlerinde olduğu gibi Irak’ın Sümer, Babil, Suriye’nin Asur, Mısır’ın Ra, Hindistan’ın Brahmanizm, Greklerin Mitracılık dinlerinde uygulanan çok eski bir gelenekti. İnsan, hayvan kurbanı yanında, küçük kuşlardan Kumrulara kadar kurban, tahıl, tütsü adakları da yapılırdı. Tevrat Levililer bölümünde bunlar geniş olarak açıklanmıştır.
PUTLARA KURBAN KESME GELENEĞİ
İnsan kurbanını önce İran’da M.Ö 600’lerde Zerdüştlüğü takip eden Mitra dini kaldırmıştır. Aynı anda hayvan kurbanı ile erkeklere baş örtmeyi de birlikte kaldırmıştır. Onun ardından gelen ve adeta Mitra’nın Yahudi taklidi olan Roma İncilinin Haz. İsa’sı Hıristiyanlığı da aynı işlemi tekrar etmiştir.
İnsan ve hayvan kurbanının kaldırılması, İranlılar, Yahudiler ve Hıristiyanlığı kabul eden Greklere ve Roma halkının tapındığı tanrılarca yapıldığından, o tanrıların soyu olmayan kavimler insan ve hayvan kurbanı geleneğini sürdürmüşlerdir. Hicaz Araplarının insan ve hayvan kurbanlarını sürdürmesinin sebebi de bu inançtır.
Bir başak insan kurbanı Hint-Günümüz |
İslâm öncesi Hicaz (Mekke-Medine-Taif bölgesi) Arapları, 360 kadar puta taparlardı. Bu putların taştan işlemeli, işlemesiz heykelleri vardı. Bunların 160 tanesinin Kâbe içinde, diğer 180’ininde Kudayt’ta Nahle ovasında, Taif’te bulundukları Kur’an tefsirlerinde ve en eski İslâm bilginlerinden İbnî İshak’ın “Kitab-ül Asnam” (Putlar Kitabı) ’nda geçer. Necm Suresi 20-24 ayet tefsirlerinde de birçok tefsirci bu bilgileri verir.
Hac zamanı veya Kâbe’ye yapılan herhangi bir ziyaret esnasında olduğu gibi, adak kurbanları da adanan putlara her zaman kesilirdi. Bu, zorunlu ibadet gereği olan veya adak kurbanlar zamanlarında yapılırlardı. İslâm’da da hac dışında kesilen, hayır, bağış, zekât gibi işler için kurban kesilmesi gerektiği Kur’an Hac, Enam, Maide gibi surelerde anlatılmaktadır.
Putlara İnsan Kurbanı;
İslâm öncesi Mecusilerde, İnsan yerine "10" deve kurbanı, "1" insan kanının yerini tutmaktadır;
Hz. Muhammed'in dedesi
Abdülmutallip'in (1) Hz. Muhammed'in babası Abdullah'ı (2) adak olarak Kâbe’de
Hubel Put’una (Allah) kurban etme olayı vardır. Gençliğinde Abdülmutallip’in
çocuğu olmaz. 10 oğlu iki kızı olan kardeşine özenir.
İçinden “Hey
Allah’ım bana da kardeşim gibi 10 erkek çocuk verirsen birisini saba kurban
edeceğim!” diye adakta bulunur.
Zaman geçer kardeşi kadar çocukları olur, büyürler. Abdullah (Allah’ın kölesi
demektir) en küçükleri ve en çok sevdiği oğludur. Gün gelir rüyasında Allah
verdiği söz üzerine ondan evlatlarından birisini kurban ister. Evlatlarını
kaybetme endişesine kapılan Abdülmutallip ne kadar pişman olsa da yapacak şey
yoktur. Olan çocuklarını Alla putunun verdiğine inandığından istediği kurbanı
da vermekten başka çaresi yoktur.
Kâbe’de ibadetleri
yürüten, her yıl Nevruz bayramında Allah ile cinsel ilişkiye girerek ondan
çocuk doğurduğuna, Allah’tan gizli bilgiler öğrendiğine ve mucizevi yetenekleri
olduğuna inandıkları başrahibe olan Kâhine çocuklarını alarak gider. Durumu
anlatır. Kâhin, Kâbe’de başta Allah ve öteki putların ortasına geçer. Ortasında
top bulunan bir oku yere koyar. Çocukları daire şeklinde dizer. Oku çevirir ve
ok art arda üç kez Abdullah’ı gösterir. Böylece Abdullah’ın kurbanlığı
kesinleşir. İşte sorun da burada başlar.
Abdullah annesi Fatıma’nın
tek oğludur. Bu yüzden Fatma, eşinin tek oğlunu öldürerek kendisinin karılık
haklarını elinden almak için kocasının plan yaptığından kuşkulanır.
Abdülmutallip’in Abdullah’ı kurban etmesini engellemek için kendi kabilesinin
ileri gelenleri ile birlikte Kâbe’nin avlusuna girer. Kabilenin ileri
gelenlerinin itirazları üzerine, karşılığında bir bedel ödenerek Abdullah’ın
kurtarılması için tekrar Kâhine danışmaya karar verilir. Abdulmutallip,
Abdullah ve bir oğlunu da alarak doğduğu şehir olan Yesrib’e (Medine’ye) gider.
Aradığı kâhin Hayber’e gitmiştir. Kâhini bulurlar ve kadın olan bu kâhin gece
ruhlarla konuşup sabah bilgi vereceğini söyler. Sabahleyin de “insan karşılığı
kan bedeli” miktarını sorar. Miktar “on devedir”.
Develer ile Abdullah
arasında ikisinden birini gösterecek şekilde ortaya geçen falcı “kan bedeli”
olan 10 deve ile kuraya başlar.10 kez Abdullah’ın kurban edilmesi yönünde ok
gelir.11.kezinde ok develeri gösterir. Üç kez daha art arda ok develeri
gösterince “Tanrının kanaati” olarak kabul edilir ve Abdullah kurban edilmekten
kurtulur ve 130 deve kan bedeli kurban kesilir. Hz. Muhammed de bu kan bedeli
sonrası kurtulan babadan olmadır. Yani Yahudiler İbrahim ile insan kurban
etmeyi bırakmışsa da İsmail soyu Mekke-çevresi Arapları ile diğer Arap
kavimleri bu geleneği sürdürmüştür.
Bu olay aynen İbrahim
peygamberin oğlu İsmail’in kurban olayını andırmaktadır. İbrahim’in “evladını
kurban edecek kadar” kendisine bağlı olduğunu gören Allah, İsmail’in kurban
edilmesini engellemek için nasıl koç gönderdiyse, bu olayda da Abdullah’ın
başını kurtarmak için “130” deve” kesilmiştir.
İsmail'İn kurbanını engelleyen melek |
Bu iki örneğin bütün
Müslüman dünyasına vermesi gereken ileti şu olmalıdır. “İnsan başının kesilmemesi
için “kurban” kesilmelidir. Peygamber
örnekleri bunu göstermektedir. Abdullah kesilseydi Muhammet diye bir peygamber
de olmayacaktı.
Bir Abdullah "10" deve ediyorsa, bir deve de ederi kadar para fakirlere dağıtılarak daha fazla sevap işlenir. Zaten günümüzde kurban dağıtan yok. Kesip yiyorlar.
Hacca gidenlerin
kurban kesmeleri “yolculuk ve doğuracağı yiyecek sorunlarının engellenmesi
için” doğaldır. O dönemlerde İslâm öncesi de hac ibadetine açık olduğundan
Mekke halkının geçimi zaten Hacılardan sağlanıyordu. Çöl ortasında kum ve
taşlar arsında yaşayan, fare, kertenkele yiyen, deve sütünden başka şey
bilmeyen Hicaz’ın çöl Arapları bu Hac ibadeti sayesinde karnını doyuruyor,
yapılan kurban bağışlarıyla da et yiyor, para kazanıyordu.
Günümüz Mekkesi
dünyanın en zengin petrol gelirlerine sahip olması yüzünden zenginleştiğinden,
artık hacılara “can simidi” değil de “kurtulunması gereken yük” olarak
bakmaktadır. Kesilen kurbanlar greyderlerle, kepçelerle açılan çukurlara
doldurulmaktadır. Bu nedenle Mekke’ye gidip kurban keseceğine kendi ülkemizdeki
“100.000” e yakın evsize ev, 10 milyona yakın işsize iş olmasa da birkaç
apartman birleşerek en azından borçlarının kapatılması için kurbana ayrılacak
paraların kullanılması daha hayırlı değil midir?
En azından, işsiz bir
aile reisine, kendisini sevmezseniz, çaktırmadan bir çocukla “namınızı
gizleyerek” gönderip yardım etseniz daha sevap değil midir?
Takdir sizlerindir.
Kurban bayramının adı Arap dilinde “Eyd el Eda” olarak geçer. Arap diline Hint dilinden geçen “Eda” kelimesi “Kurban” demek olup, “İyd/Eyd” sözü de “Bayram” demektir.
Hint dil gruplarının konuşulduğu, Pakistan Urdu, Bengal Güney Pasifik ülkelerinde Endonezya, Malaya ülkelerinde “Eydul Eda-Aydulada” şeklinde söylenmektedir.
Sami dilleri olan Farsça’da “Eyde Gurban”, Tacikistan’da “Iydi Kurban”, Kazakistan’da “Kurban Ayt”, Uygurlarda “Kurban Eyit” çeşitli Hint dillerinden Bengal’de “Kurbanir İd” şeklindedir.
Afgan Peştu dilinde “Gurbaney Aktar”, Çince’de “Gerbang cie”, Malaya dillrinde “Hari Raya Kurban”, Filipinlerde “”Arav enci pag- Sasakripisyo”, Azericede “Kurban Bayramı, Tatarca’da “Kurban bayrami”, Bosna’da “Kurban Bayram”, Sind dilinde “Eyd Kurbani Vari” şeklinde söylenmektedir.
Araplar arasında Kurban Bayramına verilen adlardan birisi de “Eyd el Zuha’dır. “Eyd el Uzaiyya” şeklinde de söylenirmiş. “Zuha” Kurban anlamına da gelen bu kelimenin “Uzaiyya/uzaiyye (Kurban etmek)” kelimesinden türediği yazılmaktadır. Uzaiyya’nın da kökeninin, putperestlik döneminde Hicaz Araplarının Allah’ın kızlarından Uzza’ya kurban kestiklerinden, “Uzza’ya adanan/yaklaşan” anlamına geldiğini söylemek yanlış olmaz.
Kurban Arapça bir kelimedir ve “dini amaçla kesilen hayvan (veya insan)” şeklinde açıklanabileceği gibi, “Allah’a yaklaşmak” anlamındadır. Kurbanın amacı da zaten Allah’a yaklaşmak, onun rızasını kazanmaktır. Bizde bilinen yaygın anlamı birinci anlamıdır. Bu da en çok hayvan tüccarlarının hoşuna giden kısmıdır. Ülkemiz tarım ülkesi olduğundan, Kurban Bayramı hayvan yetiştiricilerinin bayramı olarak anılsa daha mantıklı yorumlanmış olur. Zaten günümüz şartlarında her iki dini bayram da geçim sıkıntısını iliğine kadar hisseden halkımızı, kredi kartlarına, banka kredilerine muhtaç edip borca sokmaktan başka bir işe yaramadığı tartışmasız kabul edilmektedir. Çocukluğumdan beri duyduğu tek şey;
-“Eyvah gene bayram
yaklaşıyor, eve ne alacağız, çoluk çocuğa elbise, ebeveyn, hısım akraba
ziyareti ne götüreceğiz, ne giyeceğiz, kurbanı neyle alacağız, konu komşuya mahcup
olmaktan nasıl kurtulacağız, para nereden bulacağız? Kaygılarından başka
şey değildir.
Şimdi okuyalım bakalım bu “Kurban” konusunda din ulemalarımız
hangi tespitleri yapmışlar?
Kurban konusunda en belirgin ayetler Maide, Hac, Enam surelerinde
yer almaktadır. Ben tümünü alma gereği duymadım. Arzu eden Elmalılı Tefsirini
indirip okuyabilir.
Kur’an Maide (Sofra) Suresi 35. Ayeti;
5:35- “Ey inananlar, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya yol arayın ve O'nun
yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz”.
Ayetinin tefsirinde geçen “Yaklaşma/Kurban” kelimesi şöyle
açıklamaktadır;
“…Şu halde kötülüklerden kaçınmakla yetinmeyip, tam mânâsıyla
korununuz da Allah'ın korumasına girmek ve affına ve rahmetine ermek için
Allah'tan vesile de isteyin. Boş durmayıp, yalnız iman ve korku ile yetinmeyip,
Allah'a yakınlık için vesile
de arayınız…
…Dilimizde bilindiği üzere "vesile", kendisiyle bir gayeye ulaşılan, yani yaklaşılan
sebep, yaklaşma sebebi demektir ki "mâbihittakarrub"
(kendisiyle yaklaşılan şey)
mânâsına, sadece "kurbet"
(yaklaşma) da denilir. Nitekim Hasen, Mücahid, Atâ, Abdullah b. Kesir
gibi birçok selef tefsircileri "yani
yakınlık" diye tefsir etmişlerdir…”
Kur’an
Maide (Sofra) Suresi 27. Ayeti;
5:27- “Onlara Âdem'in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyla oku. Hani her
ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul
edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine):" Seni öldüreceğim"
demişti. Diğeri ise şöyle demişti: "Allah, yalnız kendisinden korkanlardan
kabul eder".
Bu ayetin tefsirinde “Kurban”
kelimesi “Allah’a yaklaşmak” olarak
tercüme edilmiştir;
“…Bir zaman iki âdemoğlu birer kurban sunmuşlardı da, her nedense
birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemiş idi. "Kurban", örfümüzde Allah'a
yaklaşmak için kesilen kurbanlığa denirse, de asıl mânâsı Allah'a yaklaşmak için sunulan herhangi
bir şey demektir ki, gerek kurbanlık ve gerek diğer sadakalardan
daha geneldir…”
Şeklinde Elmalılı Hamdi Yazır yorum yapmıştır.
Yahudilerin yaptıkları "kan içen Allah" resmi. Allah, Yahudilerden "İlk Doğan Çocuklar" yerine Levi soyunu kurban almıştı. Bir Levili'nin icabına bakarken. İyi bakın. |
Ayrıca devamında Kurban’ı
kesecek kişinin Allah’a inancında yüreğinde şüphesi, kuşkusu, hoşnutsuzluğu
olmayan, günahtan kaçınan, günah ve haramlardan uzak duran, dini akidelere göre
yaşayan insan
olması gerektiğini de okuyoruz. Yani bir insan istediği kadar Müslüman olsun,
işi gücü yalan, dolan hile hurda, yankesicilik, dolandırıcılık, fahiş fiyatla
mal satma, devlet malını zimmetine geçirme, halkını soyan, kendi çıkarları
uğruna devleti savaşa sokan, fitne çıkartan, gayrimüslümlerle iş yapıp, onları
üstün kendi halkını soydurup aşağılatan devlet adamları, siyasetçiler,
işçisinin hakkını gasp eden işverenler, Allah hakkında yüreğinde şek/şüphe
barındıran, başkalarına karşı kinci, fesat duygular taşıyan, toplum
ilişkilerinde sorunlu olan ve daha nice soysuz ve şerefsizlikler içinde boğulan
kişi için yapılsa da geçerli olmayan bir ibadettir. Okuyalım;
“…Tefsircilerin çoğu bu iki Âdemoğlu, Hz. Âdem'in oğulları olan
Kâbil ile Hâbil olduğunu söylemişler, Hasen ve Dahhâk ise kıssanın sonundaki
"bundan dolayıdır ki" âyetinin karinesiyle bunların
İsrailoğulları'ndan iki şahıs olduğunu söylemişlerdir…”
“…Herhangi bir delil ile birinin
kurbanının kabulü, diğerinin ise kabul edilmeyişi anlaşılınca, kurbanı kabul edilmeyen diğerini çekemeyerek, yemin
olsun ki, seni öldüreceğim, dedi. Öbürü
de dedi ki: Allah ancak yeterince
korunanlardan kabul eder.”
Kurban kesecek kişinin, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun yaşantı
sürüp, haramlardan, günahlardan sakınan insan olma gereği apaçık
vurgulanmıştır.
Günümüz şartlarında yetmiş üç milyonluk ülkemizde bu şartlara
uygun yaşayan bir insanın bile olduğuna inanmıyorum. Yani, birbirinize gösteriş
olsun diye boşuna hayvan katliamı yapmayınız.
İki, “kurban=Allah’a
yaklaşma” olayının ille de bir zavallı hayvanın boğazlanması ve mangalda,
tencerede hazırlanıp ilkembe-i kübraya indirilmesi de gerekli değilmiş. Bu
fakir, muhtaç insanlara yardım şeklinde ya da düşünebileceğiniz bir başka hayır
şeklinde de olabiliyormuş!
İlla da benim
kurban kesmem gerekir diyorsanız okumaya devam ediniz!Hayvan Kurbanı;
Maide 5:4-4- Kesilirken üstüne Allah'tan başkasının ismi çekilen" ve mesela "bi'smi'l-lâti ve'l-uzzâ" (Lât ve Uzzâ'nın ismiyle) denilen ki, beraberinde "Bismillah" gerek denilsin ve gerek denilmesin. Bu da Allah'tan başkası adına kesildiği için haramdır. Hayvanı yaratan, insanın emrine veren ve buna onu kesmek hak ve kudretini lütfeden Allah olduğu halde, o hayvanı Allah'tan başkasının adına kesmek büyük bir zulüm, bir şirktir. Böyle kesilen bir hayvan da manevî ve hukukî durumuyla murdar ve haramdır.
Maide 5:10 - Dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlananlar. Bu kısım, "Kesilirken üstüne Allah'tan başkasının ismi çekilenler." üzerine atfolunmuştur, bu da haramdır. Demek ki her kesme, şer'î kesme değildir.
NUSUB, " mansub" (dikilmiş) mânâsına tekil, veya "nisab"ın veya "nusbe" nin çoğuludur, bunun çoğulu da "ensab" gelir. Bazı tefsirciler bunu "asnâm" (putlar) diye tefsir etmişlerdir. Fakat diğerleri "asnâm" ile "ensab"ın farkını göstermişlerdir. Şöyle ki "asnâm", resimli ve nakışlı taşlar, putlardır. "Nusub" ise dikili taşlardır ki, resimli veya nakışlı olması şart değildir, vesen (put) gibidir.
Nitekim Adiy b. Hâtim boynunda haç ile geldiği zaman Peygamberimiz : " Boynundan şu putu at" buyurmuş, haç'a vesen demişti. Demek ki "Nusub" resimli ve nakışlı olması şart olmayarak evsan (putlar) kabilinden hürmet için konulmuş ve dikilmiş taşlardır ki, zamanımızda "âkide" derler. Bunlar tek parça bir taştan, ibaret olabileceği gibi, birçok taşların birleşmesinden de olabilir ve sadece bir yığın halinde de bulunabilir. "Nusub"ın tekil ve çoğul olması düşüncesi de bundandır. "Ensab" da birçok nusublar demektir.
Kısaca cahiliye devrinde Kâbe'nin etrafında böyle dikilmiş veya konulmuş birtakım taşlar vardı ki, bunlara hürmet ve tazim ederler ve üzerlerinde kurban keserlerdi. Hatta bunlara bile kurban keserlerdi. Mekke'de olduğu gibi diğer Arap beldelerinde de böyle saygı ve hürmet edilen putlar vardı ki "Sa'd" dedikleri taş da bunlardan biri idi. İşte Mücahid, Katade ve diğerlerinin dedikleri gibi nusub (dikili taşlar) bu taşlardır.
Mücahid'in açıklamasına göre cahiliye insanları bunların üzerinde kurban keserler ve isterlerse bunları daha hoşlarına giden diğer taşlarla da değiştirirledi.
İbnü Abbas hazretlerinden de : " Bunlar üzerinde kurban keserler ve bunlar üzerinde ihramdan çıkarlardı" diye nakledilmiştir.
İbnü Cerir demiştir ki:" Bunlar asnâm (putlar) değildirler, sanem resimli olur. Bunlar ise üç yüz altmış kadar dikilmiş taşlardı. "Derler k i, üçyüzü Huzâa'da idi. Kurbanları kestikleri zaman, bunların Kabe'ye gelen taraflarına kanları serperler ve etleri yarıp bu taşların üstlerine korlardı.
İşte bütün bunları haram etmiştir. Bunlar ya açıktan açığadır veya o kabildendir, o manadadır. Bu şekilde iki mânâ ile tefsir edilmiştir. Birisi, "lâm" mânâsına olarak "putlar için boğazlanan" demektir. Fakat bunun, cümlesinden olduğu açıklamaya muhtaç değildir.
Diğeri, "Putlara karşı, yani ona bir hürmeti içererek üzerinde veya dibinde ve yanında her ne adına olursa olsun kesilen" demektir ki, bu şekilde boğazlanırken dikili taşların veya putların veya diğer bir adın anılıp anılmamasından daha genel olur. Ve hatta dikili taşlar (putlar)a hürmet fikri beslemek üzere yalnız Allah'ın ismi anılsa bile yine haram olur.
Devlet Büyükleri veya Hatırlı Kişilere Kurban
Haramdır;
Elmalılı Hamdi Yazır hoca devam
ediyor;
Özetle her halde dikili taşlar
(putlar) üzerinde ve üstünde kesilene mahsus değildir. Ve bununla yalnız kesilenin haram olması değil, bir kesme tarzının haram oluşu da açıklanmıştır. İşte bütün bu mânâlarla haram olduğundan
dolayıdır ki, bir âmirin veya
büyüklerden birinin gelişinden dolayı kurban kesmek haramdır.
Ya da Elazığ Valisi Muammer Muşmal gibilere de kesmeyin.
Cumbaba da olsa kesmeyin!
Politikacıların insnaların kanlarına girdikleri
yeter hayvanlar bari kusur kalsın!
|
Fakat Allah için misafire ikram veya fakirlere sadaka olarak dağıtmak üzere
kesmek caizdir(Uygundur).
Ayrıca İslâm’i mezhepler arasında kurban,
Sünni mezhebinde “vacip” yani kurban kestiğinde maddi olarak zorlanmayacak
derecede mali durumu olan imanlı Müslümanlarca kesilmesi gereklidir.
Şii ve Şafilerde ise Sünnet olup, bazı
Şii mezheplerinde “Sünnet-i Lâzım” yani “yapılması gerekli sünnet” olarak kabul
edilmektedir.
LEŞ SAYILAN VE YENİLMEYECEK HAYVAN ETLERİ
3- "Çeşitli hayvanlar size helal kılındı", fakat size şunlar haram edildi.
1. Meyt e, (leş yani, kesilmeden ölen, daha doğrusu tezkiyesiz ölen.) Meyte, canlı karşılığı ölü demek değil, hiç bir haricî tesir olmadan ölen demek de değil, mezbuh (kesilmiş) karşılığı ölü, "kesilmeden ruhu ayrılan" tam şer'i mânâsıyla söylenecek olursa karşılığı ölüdür ki, aşağıda gelecek olan "ancak tezkiye ettikleriniz" ifadesi bu karşılığı gösterecektir.
2- Dem, yani kan ki, maksad akıtılmış kan olduğu diğer bir yerde, bu cümleden olarak En'am sûresi 145. nci âyette açıklanmıştır. Meyte (leş) meyte, kan da kan olduğu için bizzat kendileri pis ve haramdırlar. Fakat kanın böyle haram oluşu şunu anlatır ki, leşin haram olmasında, akabilecek kanın tamamen içinde kalmış olmasının da az çok bir hissesi vardır. Ve leşin mânâsına bu dâhildir. Bazı müşrikler leşi yerler ve "Kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz da Allah'ın öldürdüğünü niçin yemiyorsunuz?" derlermiş. Aynı şekilde kanı bağırsaklara doldururlar ve kızartır misafirlerine yedirirlermiş.
Allah'ın kızlarının heykelleri |
4- Kesilirken üstüne Allah'tan başkasının ismi çekilen" ve mesela "bi'smi'l-lâti ve'l-uzzâ" (Lât ve Uzzâ'nın* ismiyle) denilen ki, beraberinde "Bismillah" gerek denilsin ve gerek denilmesin. Bu da Allah'tan başkası adına kesildiği için haramdır. Hayvanı yaratan, insanın emrine veren ve buna onu kesmek hak ve kudretini lütfeden Allah olduğu halde, o hayvanı Allah'tan başkasının adına kesmek büyük bir zulüm, bir şirktir. Böyle kesilen bir hayvan da manevî ve hukukî durumuyla murdar ve haramdır.
Bu dört, esastır. Bundan sonrakiler, dinen bunların şumülüne dahildir. Onun için birçok âyetlerde yalnız bunların zikredilmesiyle yetinilmiştir. Fakat cahiliye devrinde bir takım kimseler leşi yemedikleri halde, leşi "bir harici tesiri olmaksızın kendi kendine ölen" diye kabul ederler ve gerçekte leş kabilinden olan, gelecekte görüleceği üzere ölüleri yerlerdi ki, Müslümanlar dışında böyle kimseler hala vardır. Şu halde burada dini bakımdan leşin kısımlarından bazı l arı şu şekilde açıklanıyor:
Sabilerin Aşera'sı, Hicaz'ın Uzza'sı, cennetten kovulmuş Dişi şeytan |
6- Vurulmuş, yani yakından veya uzaktan her hangi bir darbe ile vurulup ölmüş olan.
7- Tereddi eden, yani yüksekten aşağı veya bir kuyuya, bir suya düşüp ölen.
8- Tosuşan, yani süsülmüş ve süsmüş olan. At veya diğer bir hayvan tekmesiyle ölen de bu mânâda olmakla beraber, daha önce mevkûze (vurulmuş) de dÂhildir.
9- Canavarın yediği, yırtıcı bir hayvan tarafından telef edilen. Belki bundan maksat hayvanın boğazına giden değil, artığı ve hatta yırttığıdır.
SEBU', nâb denilen sivri dişleri bulunan arslan, kaplan, kurt, köpek ve diğerleri gibi âdet olarak saldıran, kapan, yırtan, öldüren her hangi bir yırtıcı hayvan demektir ki, pençe denilir. Pençesi bulunan yırtıcı kuşlar da aynı mânâda dâhildir.
Dilimizde canavar (cânver) ismi üç mânâda kullanılmıştır. Biri, canlı mânâsına, genelde hayvan demektir ki, bu kullanış şimdi kalmamış denecek kadar azdır. İkincisi özellikle domuza veya kurda söylenmesidir ki, kara canavar, boz canavar diye ayrılır. Üçüncüsü cana saldıran yırtıcı hayvan demektir, örfümüzde canavarın asıl mânâsı budur. "Sebu" da bu demektir.
Cahiliye devrinde leşi yemeyenler içinde de münhanika" (boğulup ölen) dan buraya kadar sayılan beş ölüyü yiyenler bulunuyordu. Nitekim bugün Hıristiyanlar domuz etini yedikleri, gibi, darbe ile vurularak ölen (mevkuzey)i de yerler ve özellikle domuzu tepesinden ağır bir demirle vurarak yerler. Güya bunları, dâhili bir sebeple ölmeyip, bir insan veya hayvan fiil ve tesiriyle ölmüş olduklarından leş gibi değil, kesilmiş gibi telakki ederler. Halbuki bunların beşi de kesmek suretiyle kanları akıtılmamış olduğundan tamamen leştirler ve haramdırlar.
Bir gün peygamber camide halkla konuşurken Allah’a yaklaşmanın yollarını, ibadetin, zekâtın, fitrenin, sadak ve öteki iyiliklerin faziletlerini anlatırken cemaatten birisi çıkıp şöyle der;
Müslümanlar: “Ey Allah'ın Resulü, cahiliye halkı Kabe'ye kan ile saygı gösterirlerdi. Bu ise bize daha çok layık değil mi?” demişler. Peygamberimiz "hayır" dememişti. Bunun üzerine "Onların ne etleri, ne de kanları Allah'a ulaşmaz. Fakat sizin takvanız ona ulaşır". (Hacc, 22/37) âyeti inmiştir."
1950'de Filistin Hazoır'da "Ay Tanrısı" tapınağı kazıolarından çıkartlan, göğsünde "Hilal Ay" bulunan 20.cm yükseklğinde Allah putu. Buna kan akıtıp, kurban kesiyorlarmış. Dört değil tek resimdir. |
Aynı kazıda çıkartılan "Hilal Ay-Yıldız ",onlara açılmış dua eden eller |
Böylece Müslümanlarda “Kurban geleneği” Zerdüştlerde, Hıristiyanlarda olduğu gibi kaldırılamadı. Müslümanlar yeryüzünde yaygın olarak kurban kesen bir topluluk olarak kaldılar! Bu konudaki kuvvetli kanıtın nedir derseniz birincisi yukarıdaki Maide Suresi 10. Ayetin tefsirini yapan Elmalılı kullandığı kaynakta “peygamberin “hayır” demediğini belirtmesidir.
Levhanın
solunda Mekke, ortasında "Sadece Müslümanlar!" (düz ok), sağındaki ok "Gayrimüslümler! uyarısı. Mekke "Harem" olduğundan "sadece Müslümanların girebileceği" yerdir! Levha bunu anlatır. |
İkincisine gelince peygamberin belki de en büyük amacı Rum Suresi tefsirinde de geçtiği gibi kendi kavmini Yahudi ve Hıristiyanlara yamayarak onları “Kur’anla” birlikte “Kitap ehli” kavimler arasına sokmaktı. Yahudilerin bazı mezhepleri ve Hıristiyanlar kurban kesmezler. O çağlarda Mecusi, Yezidi olan Hicaz Araplarının inançlarında “okuryazarlık” yasak olduğundan, diğer kavimlerde de okul eğitimi devlet adamlarının ve çok güçlülerin bile değil sadece ruhbanlar ile saray mensuplarının tekelinde olduğundan, en çok bilgi sahibi olan topluluk Yahudiler ile Hristiyanlardı. Bu durumda Kurban ve erkeklerde örtünmeyi kaldıracağı kesindi diyebiliyorum. O Hicaz Araplarının yetiştirdiği en büyük reformcuydu. Bu reformculuğunun delili de İslâm ile “İnsan Kurbanının” son bulmasıdır. Muhammed, babasının çektiklerini başkaları çekmesin diye Hicaz Araplarını hiç olmazsa bu sapık gelenekten kurtarmıştır.
Onun ölümünden sonra geçen 1400 yıl içinde kendi ülkesinde, onun reformlarından memnun olmayanlar devleti idareyi, dini ele geçirmişlerdir. Onlardan halen Suudi evlendirme bakanı olan bir Vehhabi olan Ahmet El Mubi’nin “Muhammed, Ayşe ile “6” yaşında evlemiştir. Ailesinin rızası varsa “bir günlük çocukla bile evlenilir” fetvası veren cinsi sapık, peygamberin ilk karısı Hz. Hatice’nin peygamberden “15” yaş büyük olduğunu gündeme getirip de gençlerin ekonomik durumlarını düzeltmek için de olsa kendilerinden yaşça büyük hanımlarla evlenebileceklerini niye tartışmaz?
Ya da, peygamber zamanında savaş ganimeti olan kız çocukları ile köle çocuklarına daha doğar doğmaz cinsel tacizde bulunan Sabi Yezidi atalarının bu sapıklığını “6” yaştan gerdek için “9” yaşına kadar çıkartarak çıtayı yükseltmesini örnek alarak ülkesinde çocuk evliliklerini neden yasaklamazlar?
Çünkü bunlar Muhammed Müslümanı değil, onun bıraktıklarını ölümünden sonra tahrip eden Muaviye, Yezid serisi halife çocuklarının, Mekke’ye sürdüğü Mervanilerin soyundan gelen İngiliz istihbarat masalarında hazırlanmış İslâm-ı yaşayan “Hıristiyanlaşmış” sapıklardır.
Kendi sapık şehevi duygularına hitap edecek yasal düzenlemeleri öne çıkartan bu sapıkların da sapıklıklarının da kökenleri altı bin yıl geriye giden antik çağ dinlerine dayanmaktadır. Kendileri ne halt ederlerse etsinler ama insanları da rahat bıraksınlar. Çocuklar çocukluklarını yaşasın, üniversite eğitimlerine kadar doya doya gençliklerinin tatlarını çıkartsınlar.
Kendi saçmalıklarını, sapık arzularını topluma “tanrı emri” diye şırınga eden sapık devlet adamları İslâm dünyasını olduğundan çirkin ve iğrenç göstermektedirler. Evlilik konusunda olduğu gibi Kurban konusunda da, Müslüman ülkelerin sergiledikleri “hayvan katliamı” görüntülerinin sorumluları, Kur’an’ın tanıdığı “geniş yorum olanağının” hayvan tüccarlarınca, onlardan olan veya işbirliği yapan din simsarlarınca üstünün örtülmesinden başka nedir?
Pakistan'da toplu kurban sahnesi |
İşte yabancı ülkelerde Müslüman düşmanlığı propagandasında kullanılan Ahmet El Mubi gibi sapıkların sayesinde hem peygamber hem de Müslümanların “pedofili=çocuk seviciliği/kulamparalık” suçlamaları yanında Kurban kesimi resimleri de önemli oranda İslâm düşmanlığını arttırmakta etkilidir.
Filistin'den bir kurban sahnesi |
Malezya'da dağıtılan bayram etlerinin hali (Bizde böyle dağıtma da kalmadı) |
ABD-NATO ordularının 2003 Irak işgal harekâtının tam da “Kurban bayramında” yapılması, işbirlikçi AKP hükumetinde “Başka ülkelerin topraklarında şehit olan Amerikan askerleri için duacıyız” şeklinde yorumlanırken, Türk milleti ve öteki Müslümanlar arasında resmen “Haçlı Seferi” olarak yorumlanmıştır.
Resim linki |
Ama batı dünyası ile gayrimüslüm dünyada Amerika ve NATO “mazlum hayvancıkların kurtarıcısı” olmuş, + PUAN ALMIŞTIR.
Tayyip ve A. Gül'ün dua ettikleri "cesur ABD askerinin Iraklılara bakışı1 |
Ve Tayyip'in duacı olduğu "Cesur Amerikan" askeri görev başında Üç milyon kadın, çocuğa tecavüz yetmedi "Develere de Tecavüz"! |
Amerikan askerlerinin erkek-dişi-hayvan ayırmdan işledikleri tecavüz olayları |
Bizim RE.T.E ve Gül'ün ve Hillery'nin duacı oldukları "Cessur Amerikan" askerlerinin tecavüzüne uğrayan bu Iraklı kız acaba zevke gelmiştir? Olabilir mi sayın RE.T.E? |
Irak'ı geçin Japonya'da bile Amrikan solcırlarının teccavüz mağdurlar isyanlarda!
Amerikan ordusu Cinsi terörist! Yazılı |
Bu da 100 yıllık ABD kolonisi Filipinlerden;
"Kadınlarımıza,çocuklarımıza tecavüzü durdurun!" ile yukarıdaki ifade yazılı. |
Wikileaks belgeleri Irak cezaevlerinde 40.000 Iraklıya tecavüz edildiği geçiyor.
Tayyip'in, Gül'ün Cessur (!) Amerikan solcırları komşumuz Iraklı erkeklere işkence ve tecavüz işleriyle meşgul! |
Aslında sapık hillary'ye böyle bir tecavüz iyi gelir mi acaba?
Aslında gerçek yüzleri bu! |
Ve adalaetleri de, demokrasileri de kendileri gibi!
Bu Filistin karikatürü, İsrali tanıkının altında ezilen Filistinli'yi suçlu ilan eden İsrail Yargısını öne çıkartmış! Bunlar da "Kurbandır! |
İyi olur da bizdeki “reformcuların beyinleri” 1400 yıl öncekilerden daha da geride bir anlayışı temsil ettiğinden bunun şu an önerilmesi bile abesle iştigaldir. Bu yüzden, din “halka devletçe dayatılan bir zorunluluk” olduğuna göre, bu dini, cinsi bozuklukları, yanlışları en iyi düzeltecek olan halkın ta kendisidir.
Afgan Talibanlarından insan kurbanı manzaraları! |
Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc
Açıklamalar;
1-Abdülmutallip, “Talip’in
sadık kölesi” demektir. Yemen
Sabilerinin Ay Tanrısının adı Talip’tir. Abdülmutallip, adından da
belli olduğu gibi Yemenli Adnani kabilesindendir.
2-Kâbe’nin baş
putu “Allah’ın kölesi” demektir. Gene Allah adının, İslâm öncesi Hicaz
Araplarında “Abdullah” (Allah’ın
kölesi) yer aldığına dair bir başka örneği Kur’an Enam Suresi “7. Ayet” tefsirinden
verelim;
Enam Suresi
6:7; 7-“Ey Muhammed biz yukardan senin üzerine kâğıtta yazılı mücessem bir
kitap indirseydik de, onlar gözleriyle gördükten başka, ona elleriyle de
dokunsaydılar, o küfre alışmış olanlar mutlaka, "Bu açık bir sihirden
başka bir şey değil" derlerdi”. Kaydı, dokunma hissinin, görme
hissinden daha yakın ve daha kuvvetli olduğunu ve yalnız gözün aldanabileceği
yerde dokunmanın aldanmayacağını işaret eder.Bu âyetin iniş sebebi Abdullah b. Ebi Ümeyye olmuştur. Resulullah'a karşı açıkça inat ederek, "Sana iman etmem, tâ ki göğe çıkasın, sonra bir kitap indiresin ki, onda; 'Aziz olan Allah'dan Abdullah b. Ebi Ümeyye'ye' diye yazılmış olsun ve bana, seni tasdik etmemi emretsin ve bununla beraber bunu da yapsan tasdik edeceğimi sanmıyorum" demişti. Fakat sonra iman etmiş ve Tâif'te şehit olmuştur…”
Şimdi önce hayvan kurbanını görelim ki Kurban Bayramı arifesinde belki birilerinin işine yarayacak bir şeyler öğrenebilsin;
*Allah ve Kızları= Hıristiyanlık ve İslâmiyet’e kadar bütün dinlerin bir kavmi vardı. Her dinin bir tanrısı ve onun soyundan gelen milleti vardı (Feodalite). Hicaz Mecusileri/Yezidileri, Harran ve Yemen Sabiliği kökenli inanışları vardı. Ay tanrısı Allah’ın kızı Uzza cennetten kovulmuş bilge çöl şeytanıydı. Hicaz Arapları onun soyundan ürediklerine inandıkları için her işe “Bi’smi’l-lâti ve’l Uzza” (Uzza’nın adıyla) diye başlarlardı. Besmele’nin kökeni Urfa/Harran Sabilerine uzanır. Harran Sabi Arapları da Allah’ın (Ay Tanrısı Sin’in adlarından biri) kızı El Roha/El Ruha adlı gökten düşmüş dişi şeytandan ürediklerine inanırlardı. Uzza’ya karşılık gelen bu şeytanın Lat ve Menat adlı iki kız kardeşi de vardı. M.Ö.2300 yıllarından Lübnan’da Petra halkının tanrıçalarıyla. “Bismillah” ve “Lailaheillallah” Harran Sabilerince dört bin yıldır bilinir. İslâm’dan 610 yıl eski olan Kudüs-Lübnan Hıristiyanları İsa’ya Allah nazarında tapındıkları için ona “İbn el Allah el Mesih” (Allah’ın Oğlu Mesih) şeklinde İsa peygamberi “Allah” adıyla anarlar. Oysa İslâm henüz “1400” yıllıktır. Muhammed de peygamberlik öncesi Mecusilikte dinden çıkmak sayılan “Öğle ve ikindi namazları” kıldığı için “Sabi Muhammed” olarak anılırdı. Amcası Ebu Süfyan ona bu namazları yasaklamıştır. Zira Ebu Süfyan da namaz kılardı. Mecusiler onu uzaktan görünce “Sebat et Nucüm” (Yıldız göründü) diye alay ederlerdi.(Necm Suresi tefsirine bakınız)
İranlılar da
Ahura Mazda’nın adıyla başlarlardı. İslâm öncesi “Allah” Kâbe’de bulunan putların en büyüğüydü. Diğer bilinen adı da
“Hubel” dir. Lut peygamberin soyu
olan Muavilerden Kâbeyi korumakla görevli Cürmühilerce Lüban’dan alınıp
getirilmiştir. Üç kızı olduğu kabul edilirdi. “Allah’ın Kızları” ya da “Üç
Ulu Kuğular“ adlarıyla anılırlardı.
Savaşa giderken önce Allah
putundan yardım dilenildikten sonra kılıç tanrıçası olan Uzza’nın putuna gelerek ondan da yardım dilenilirdi. Bunlar,
El Lat (Güneş), El Uzza (Venüs/İştar) ve en
yaşlıları olduğu kabul edilen Menat’tı
(Ay). Necm Suresinde “melek”
oldukları, meleklere “dişi”
denilemeyeceği 19.20.,21.,22.,23.ayetlerde dile getirilmiştir. Bunlar Nahle
(Hurma) ovasındaki vahada (su kenarı) bulunan üç semüre ağacında yaşayan “ağaç
tanrıçalar” dı. Uzza’yı, peygamber Muhammed’in emriyle Halid Bin Velid boynunu
kılıçla keserek öldürmüştür. Bu yüzden ona “Allah’ın Kılıcı” adı verilmiştir. Kur’an’da “Allah Suresi”
adında bir sure yoktur. Kur’an “Rahman”
adını getirmiştir. Er Rahman Suresi günümüz Kur’anında “55.Sure” olmasına
karşın iniş sırasına göre “76.” Sıradadır. Mekke’nin fethinden sonra inmiştir.
“Rahman” olan tanrıyı yarattığı insan, hayvan, gök cisimleri ve adalet hakkında
bilgiler vermektedir. “Bismillahirrahmanirrahim”
kelimesinin ilk geçtiği Fatiha suresinde tanrının “Rahman” olduğu açıkça ifade
edilir. İlk inen 10 suresinde “Allah”
adı geçmediği görülür.
Hatta
Araplar, “Biz Rahman’ı bilmeyiz.
Rahman’a inanmayız.” Diye açıkça tavırlarını koyarlar. “Bize
ulaşan bilgiye göre, sana öğreten (Tanrı değil), Yemame’deki şu adamdır. Rahman denen adam. Tanrı’ya ant
içerek söyleriz ki, biz Rahman’a
inanmayız.” (Bkz. Ibn Ishak, Siyer, tahkik ve ta’lik: Muhammed Hamidullah,
Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra: 254)
Burada Rahman denen adamla kastedilen
İslam’da Müseylime olarak tanınan Yemameli Rahman Müslim’dir. O da
peygamberlik iddiasındaydı ve o da ayet yazardı. Muhtemelen Rahmancı
haniflerdendi.
Meryem Suresi ile
sıklıkla anılan “Rahman“ adı birden ardından gelem TA HA Suresinde yerini Kabe
putu Hubel’in diğer adı olan El lah -Allah’a bırakır ve bu olay çok açık
görülmektedir.
Arapların
dayatmasıyla kabul edilmiştir.