Sayfalar

11 Mart 2011 Cuma

METROPOLLERIN KAYBEDENLERI VE GELECEGIN MAGARA ADAMLARI

Metropolde gecekondu mahallesi-Hindistan
METROPOLLERİN KAYBEDENLERİ ve GELECEĞİN MAĞARA ADAMLARI

İnsanlığın ilk yerleşim biçim olan mağara devrini taş devrine, avcı-toplayıcı toplumdan yerleşik köy-tarım toplumuna onun da yerini şehirlerde kurmaya başladığı medeni şehirli toplum kültürünü tecrübe etmeye başlamasından bu yana binlerce yıl geçti.

15.yy. içinde hızlanan coğrafi keşifler teknoloji üreten keşiflerle desteklendi ve 18.yy.içinde sömürgeciliğin yarattığı sermayeye dayalı sanayi devrimi 19.yüzyılda hızlandı ve başta ABD ve İngiltere olmak üzere Hıristiyan Avrupa’sını ele geçirdi.

Batının ürettiği uzun menzilli toplara ve tüfeklere rakip olacak etkili silahlar üretemeyen diğer toplumlar gittikçe sömürgeleştiler ve kendilerine plan yapmak yerine kendileri için batının hazırlamış olduğu ve batının çıkarlarına uygun projelere razı edildiler.
Nükleer Santral-ABD

Günümüzde batıya karşı proje üretemeyecek kadar gerilediler.20.yy. başlarında, ABD ve Avrupa’da olağanüstü gelişme gösteren metropolleşme geri kalmış toplumlara “kalkınma modeli” olarak dayatıldı. Onlarda belki bir umut olur gibisinden ya da karşı gelemediklerinden bu projeye sarılmak zorunda kaldılar. İlk ve ortaokul kitaplarımı hatırlıyorum, sayıları on milyonları aşan nüfuslarıyla New York,Londra,Paris gibi şehirler “Sanayi Devriminin esas unsurları” olarak gösteriliyor ve ülkemizin de sanayi ve teknoloji üretebilmesi için acilen metropolleşmeye geçmesinin gereği vurgulanıyordu.

Sonunda “sanayileşmek ve teknoloji üretmek” hariç, İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin, Kayseri gibi metropollerimiz oldu. İşçi, öğrenci ve anarşi eylemlerine, kitlelerin mal gibi pazarlanmasına  yataklık ettiler.  12 Eylül 1980 askeri darbesi ile, SSCB saflarına geçmesi engellenen ülkemiz bütünüyle sömürgeci AB-D merkezli ekonomik ve siyasi projelere mahkum edildi. Henüz, 12 Eylül öncesi olayların davaları devam ederken,1967’lerde başımıza  musallat edilmiş ASALA Ermeni terörüne bir de “ayrılıkçı Kürt terörü” de eklenmişti. 
Ülkenin batısında en ufak asayiş olayına en sert şekilde müdahale eden hükümetler ve cunta yapılanması, doğudaki ayrılıkçı terörü görmezden gelerek büyüttü. Terör örgütünün baskılarından yılan halk büyük şehirlere göçe zorlandı, halkımızın tahılından etine kadar her türlü besin zincirini oluşturan ürünleri üreten çiftçi-hayvan üretici kesimi kasaba görmeden metroplollere yığıldı. Bu hem doğudan hem de ülkemizin bütün bölgelerinden değişik eylemlerle teşvik edildi. Örneğin doğuda “ayrılıkçı terör” bunu yaptıysa diğer bölgelerde çiftçinin mahsullerini tarlada bırakan siyasetlerle onlar da projeye dahil edildiler.
Ülkemizin en büyük metropolü İstanbul

Kimi sermaye-yetenekleri ölçüsünde başarılı oldu ve geldikleri yeni yerlerde güç sahibi oldu ama sermaye-eğitim yani yetenek yoksunu olan büyük kesim ise, siyasi olaylarda yevmiye ile figüran  edildiler, kimi dağlara kimi şehirlerin sefalete boğulmuş köşelerinde sefilliklerine katlanmak zorunda bırakıldılar. Başka şansları da zaten yoktu. Adını dahi telaffuz edemedikleri siyasi gelişmeler, idealler uğruna evlatlarını kurban vermeye başladılar. Bu kurbanlık çocukları ya dağlarda veya şehirlerde ayrılıkçı terör olaylarında yer almak, hayatlarını vermek ya da karın tokluğuna bazı kurnazların korumaları-teşvikleri ile metroplollerin karanlık sokaklarının sefil kadın-erkek-çocuk fahişeleri haline getirildiler.

Yalnız bizim ülkemizde değil, dünyanın her yerindeki ülkelerde bu insanlara verilen ad sadece “kaybedenler” di. Evet, onlar sömürgeci toplumların her türlü gücünü ellerinde tutanların ürettikleri “ yeni dünya düzeninin” kaybedenleriydiler.
İst-Sultanbeyli-Gecekondu direnişçisi
Her gün sayıları sınırsız ve sorumsuz biçimde artmakta, tarım toplumunun ve taşra şehirli kültürünün kültürel değerlerinden bile yoksun, her türlü insani değerden uzak bırakılmış olan bu sefil kalabalıklar bir yudum ekmek uğruna her türlü adi, aşağılık davranışta bulunabilecek, her türlü suça meyilli birbirinden bağımsız yürüyen, gezen, düşünen ama beyni boş  serseri mayın sürülerini oluşturdular. Ebeveynleri tarım ve hayvancılık kültürüne ve öyle bir toplumun yerleşik kültürüne sahip olan bu insanlar, patatesin ağaçta mı, toprağın altında mı yetiştiğinden habersiz, süt hayvansal bir besin midir yoksa sanayi mamulümdür bilmeden tüketen ve sadece tüketen insan şekilli hayvanlar haline geldiler.

1990’lardan 2003’e kadar geçen sürede Irak’ın işgaline psikolojik zemin hazırlayan sömürgeci ülkelerin yerli işbirlikçisi olan basınımız, Saddam Hüseyin’in İstanbul, Ankara, İzmir şehirlerimiz başta olmak üzere 16 büyük şehrimize cehennem topları, nükleer füzelerle saldıracak diye korkutuldu. Oysa, zalim diye korkutulan o adam 1999 depreminde ülkemize koca bir şehir kurdu, bağışladı ama, canımız devletimiz bu şehri depremzedelere çok gördü. Hesap edin asıl zalim kim? Diye.

Rus-Gürcü Savaşı nedenleri haritası
15 Ağustos 2008’de,Gürcü-Rus Savaşı ile ilgili olarak “Savaşa Adım Adım Yaklaşırken”  başlıklı makalemde, bu gün de geçerliliğini daha hissedilir biçimde sürdüren şu sözleri yazmış olduğumu görüyorum;
Türkiye Cumhuriyetinin milli çıkarlarının tümüyle ABD-AB'ye teslimi, halkımızın da onların Ortadoğu ve Kafkaslarda "askeri" olmasını sağlayacaktır.

Halk da kaderine razı olduğuna göre yapacak bir şey yoktur. 

Soros'un dediği gibi "Ordunuzdan başka İhraç Malınız Yok" sözü artık terör örgütü ile yeterince eğitilen ordumuzun ABD-AB çıkarları için korkunç Rus ve Çin silahları önünde "ERİTİLMESİ" ile sürecektir. Rusya bu gün "Nükleer silah" kullanacağını da açıkladı. Her iki taraf da kararlı olduklarına, Gürcistan'dan sonraki piyon da biz olduğumuza göre "geçici refah döneminin" faturasını ödeme vakti gelmiş görünüyor.
Poşet dolusu hediyelerin, köy ortasına dökülen kömürlerin sandık kenarında dağıtılan paraların faturalarını evlatlarının canları ile öderken bile bu milletin ayacağı inancında değilim.

O zaman da "Şeriat ve din" uğruna savaş yalanları içinde avutulacağı şimdiden belli değil mi?
Gürcistan da aynı vaatlerle uyutulmuş, her şey kuzu kuzu yolunda giderken, daha refah bir Gürcistan umudu beklentisi içinde giderken birden nasıl savaşın içinde kendini bulduysa bizim de aynı olasılığı "çok yakında" yaşamamamız için hiç bir neden yoktur.


Saakaşvili'nin, Gürcistan ordusu, şehirleri ve halkı Rus ordusu ve silahları karşısında perişan olurken Türkiye'den, Amerika'dan yardım isteyen  acı acı "İnsanlık daha ne bekliyor, Amerika, Türkiye nerede?" diyen imdat çığlıklarını hatırlayınız.

Tatlı tatlı yemenin acı acı osurması olur değil mi?
Şimdi acı acı osurma vaktinin geldiğini bu gün büyüklerin Tv kanallarında, ABD ve Rusya'nın "Nükleer Silahların kullanılması tehdidine kadar uzanan restleşmeleri ile bir daha gördük.
Tadını çıkarın ey millet, şimdilik alabileceğiniz zevki alın, yakında acılardan bu günleri hatırlamayacaksınız bile.”

Mağara Adamı
1950’lerde  Menderes’in Demokrat Partisine de aynı hedefi gösteren ABD bu gün aynı projeyi aleyhimize daha da bozulmuş haliyle önümüze koymuştur.2011 genel seçimlerinden sonra ya tek başına AKP veya AKP-CHP koalisyonu şeklinde gelmesi muhtemel bir hükümet ne yazık ki bizi Gürcistan’ın 2008’de tecrübe ettiği savaş kumpasının içine çekecektir. 

Bu savaş kumpası, Arap ülkelerinden Asya’nın kuzeyinden doğusuna doğru uzayan bir şekilde metropollerde birikmiş insanımızı önce asker olarak, ardından yapılacak nükleer dahil her türlü ağır ve teknolojik silahların etkilerinin denendiği sokaklardan insan kanlarının dere gibi aktığı bir geleceğe insanımızı taşıyacaktır.

İşte bu silahlar göklerden başımıza yağmaya başladığında, ülkenin enerji santralları yıkılacak, elektrik, petrol ürünlerinin olmadığı, dünyanın parasını verdiğimiz otomobillerin ve benzeri motorlu araçların çalışmadığı, mikserlerin süt, puding karıştıramadığı, bilgisayarların çalışmadığı 15- 20 katlı binaların tepelerine çalışmayan asansörler yüzünden çıkılamadığı, suların akmadığı, yeşilin ve doğanın olmadığı metropollerden kaçışı getirecektir.

Bir Atom Bombası resmi.-ABD
İşte bu kaçışta, bir tek ağacın bile bırakılmadığı, ormanların, akarsuların hatta küçücük derelerin bile sularının sahiplenildiği, ot bile yetişmeyen cascavlak bir doğada yaşam savaşı vermek zorunda kalacak olan “metropol insanı” başlangıçta büyük çoğunluğunu kaybedecektir.

Yaşama şansı bulabilecek olan küçük bir kısmı ise inekten süt sağmayı bilmeyen, hangi otun yenilip yenilmediğinden habersiz mağara devri insanından daha geri bir vaziyette asrımızın ilk “ilkel toplumlarını” kuracaklardır.
Yeryüzünün belirli bölgelerinde uzay teknolojisine sahip toplumlar diğer bölgelerinde tarım toplumunun gerisinde taş devri kültürünün gerisinde vahşi insan toplulukları, gücü elinde bulunduran toplumların köleleri olacaklardır.

Sümer, Mısır, Grek ve diğer toplumların din kültürlerinde işlenegelen, göklere, yıldızlara çıkan, ısı, ışın, ses silahları ile insanlara hükmeden, kendilerine karşı direnen insanları sfenkslere yediren, bu gün de tapınılan dinlerin temelini oluşturan  işgalci göksel kavimlerin efsaneleri yeniden yaşanır hale gelecektir.

Bu topraklar yani Anadolu ve Ortadoğu Tanrı-Köle kavimlerin yaşadıkları merkezdi. Bütün büyük dinlerin ve peygamberlerin bu bölgede görünme, ortaya çıkma nedeni de bundan başka bir şey değildir.
Henüz hafızamızda olan bu “köleci Tanrılar ve köleleri olan atalarımız” kültü bir şekilde hafızalarımızda mevcutken, bu toprakların insanlarını güvenleri ile devletlerin başında bulunan gönüllü- gönülsüz işbirlikçi devlet adamları, en azından “numune medeniyet” yaşayabilecek bir yapılanmayı oluşturmalıdırlar.

1945 Hiroşima Atom bombası mağdurları
Bu onların kendilerini oralara getiren halklarına karşı yapabilecekleri en temel görevleridir. Medeni yaşam şartlarını barındıran, dağılmış kalabalıklara “önder” olabilecek bir “çekirdek medeni yaşam bölgesi”  acilen yaratılmalıdır. Bunun için her ne kadar geç kalınmışsa da henüz barış ortamındayken fazla harcama gerektirmeyen yöntemlerle böyle bir “çekirdek medeniyet bölgesi” oluşturulabilir inancındayım.

Aksi takdirde, sömürgeci devletlerin “jandarmalığına” soyunmuş olan devletimiz, en yok edici en yakıcı-yıkıcı savaşların merkezi olacak bir bölgededir. Biz istesek de istemesek de I. Dünya savaşında olduğu gibi bu karanlık-insan yiyen savaş denilen mekanizma bizim kapımızı muhakkak çalacaktır.
Kapımızı çalmadan ülkemizin siyasileri oluşumlardan birisine ülkemizi yamamaya gayret etmektedirler. Bu gayretlere “barışçı” olarak, “savaş dışında alternatifler oluşturulması amacıyla”  devletin proje uygulayıcılarını yerip durmaktayız.

Bunu AB-D ülkelerinde de yapan “barışçı-savaş karşıtı” insanlar çabalarını sürdürmektedirler. Biz de sürdürüyoruz. Kertenkele tanrılarını doyurmak için, II. Dünya Savaşında 60 milyonu bulan kurbanlar alan bu aşağılık, rezil, adına “savaş” denilen eylemlerin bitmesini istiyoruz. Bunun için yazıyoruz. Ama, hükümran güçler insanlığı bu pisliğe sürüklemek için eknomik,din dahil kültürel her şeyi kullandıkları günümüz ortamında insanlığın kurtulabileceği bir tuzak olmaktan öte geçmiş, kaçınılmaz bir kader haline gelmiştir. Son, ”sözde Arap Devrimleri” bu pis geleceğin ayak seslerinden başka bir şey değildir.
Albümümden-Doğayı koruyalım,daha çok lazım olacak !!!
Devlet adamlarımızdan en azından sömürgeci devletlerin bu tuzağını kısmen bozabilecekleri böyle bir uygulama başlatmalarını “insanlık adına” rica ediyorum. Aleyhlerinde o kadar yazıp çizdim ki beni dinleyeceklerini sanmamama rağmen, bunu yapmalarının da kendi soyları için bile gerekli olduğundan yabana atmayacaklarını umuyorum.

Beni “karamsarlıkla” suçlayarak geçiştirebilirsiniz ama , “Su Dünyası”  vb. sayısız bilim kurgu filmleri de mi karamsarlık sizce?
Saygılarımla!