ANAYASA’YI “HALKA OYLATMA” SAÇMALIĞI
Demokrasilerin “olmazsa olmazı” halkın tercihidir,halkın oyudur.Kim ne derse desin,” halkın oyu” ile kabul görmüş bir konu hakkında ileri geri konuşanı da “çok konuştun” diye sustururlar.
Peki öyleyse ben niye “saçmalık” dedim?
Açıklayayım;
1-Türkiye’nin 1/3 nüfusunu oluşturan ve mevcut anayasamıza göre “özgür birey” sayılan Kürtler,halen feodal yaşam içindedirler.
Büyük şehirlere göçlerinden,devlet dairelerinde örgütlenmelerine, iş dünyasında yer almalarından anarşi, haraç,uyuşturucu,gasp çetelerine ve terör ve adi suçlarda yer almalarına,ek olarak bu feodallerin siyasilere “tulum oy” kıyaklarından,mecliste parlamenter olmalarına ve hatta üniversitelerde “profesör edilmelerine “ kadar (Nihat Hatipoğlu,Ali Rıza Septioğlu,Kamuran İnan,Ahmet Türk vb) her türlü rezaletin,pisliğin başını,onların bu yapılanmaları oluşturur.
Özgür olmayan “köle toplumların feodal örgütlülükleri”,aralarında yaşadıkları “özgür ama, askeri rejimlerin getirdiği baskılarla her türlü demokratik örgütlenmeden yoksun bırakılmış halkın” feoadaliteye karşı haklarını koruyamamaları,ezilmeleri ile sonuçlanır.
Köyünü "halkı ile satan" Züğürt Ağa halen hafızalarda.
Karşısında, gözü kapalı adam vuran,bombalar patlatan örgütlü merkezden kumandalı intihar komandolarına karşı koyamaz.
Türk milletinin durumu da “tam olarak budur.”
Türkiye’nin bence birinci sorunu budur.
Feodal yaşamı sürdüren Kürtlerin ve her türlü dini cemaatlerle bağı olanların “oy kullanmaları” yasaklanmalıdır.
Ortada resmen suistimal vardır.Bir taraf ezilmektedir.
Bu şartlarda gerçek demokrasinin çalışmadığı 90 yıldır ortadadır.
2-Teknik uzmanlık gerektiren her iş “ehline,uzmanına” verilmelidir.Anayasa gibi.
Örnek olarak,ben,emniyetten emekli olduktan sonra bile halen,Ceza Hukuku,CMUK,Memurin Muhakematı Kanunu,Polis-Jandarma Mevzuatı,Siyasi Partiler yasası,Medeni Hukuk v.b. konularında kitaplarımı kurcalamaktayım.Hayatım boyunca idari veya adli bir çok davam oldu ve adli davalarımın hiç birinde “avukat” tutmadım,savunmamı kendim hazırladım,ceza da almadım.Davacı olduğum konularda dilekçelerimi kendim yazdım,avukatsız takip edip tamamladım.(Bilgime güvenirim ama parasızlık başı çekmiştir hep.)
Emniyet bünyesindeki karakollarda ,şubelerde adli mukayyitlik,DGM mahkemelerinden ilçe mahkemelerine kadar çok defa adli tercümanlık da yaptım.
Buna rağmen kendimi “anayasa maddelerinin adalete,evrensel hukuka uygunlukları” konusunda yargı yapabilecek kadar yeterli görmemekteyim.Bu konudaki değerlendirmemden eminim.
12 Eylül "Tutuklu" manzaraları.Sokaklar almazdı.
Yani,Türkiye’de yarısı “feodalite veya cemaat kölesi” yarısı de askeri rejimlerle saadece kitap okuyor diye karakollarda sopalardan geçirilerek,hapislere atılarak, sağcı-solcu olmaktan idam edilerek “sindirilmiş” olan bu millete,hiçbir şeyi bildirmeden “şıp” diye “anayasa oylaması” yaptırmak ne kadar akıllıcadır?
Bu iş oylatana da oylayana da uygun değildir.
Şıhların dizi dibinden,Erbakanın kanadının altından, Amerikan Büyükelçilerinin kanatlarının altına uçmakla başlamış bir maceranın sonunda ülkemizin başbakanı olmuş, belediyeci mi,mürit mi,tekkeci mi, topçu mu, Gürcü mü Rum mu olduğu belli olmayan,ağzından ABD-AB emirlerinden başka şey çıkaramayan bir adamın ABD-AB talimatı ile hazırlanmış bir takım cümleleri , ”eşit oy hakkı, profesör çoban oyu eşitliği” gibi garibi yücelten yaldızlı,parlak laflarla,bu milletin saflığından yararlanmaktan başka bir şey olmayacak olan bir “anayasa halk oylaması” sonucu “anayasa” ilan edilmesine herkes sonuna kadar karşı olmalıdır.
Anayasa maddelerini hükümet halka sunabilir,ama hazırlanan anayasa taslağının,toplumca kabul görmüş ehil kişilerce halk önünde tartışılmadan,ilgili siyasi ,sivil kurum ve kuruluşlarca onaylanmadan halk oylamasına sunulması “işin ehline verildiği” anlamına gelmez.
Şöyle ki,başbakan Çamlıca’daki muhteşem köşklerinde rahatsızlandığında, kendilerinin muhteşem bedenlerinin tedavileri için hastane yerine Bostancı Sanayi Sitesine sevklerini,makam şöförü yerine,makam aracını bir gorile sürdürmeyi uygun görüyorlarsa anayasayı doğrudan “halka oylatmalarında” hiçbir sakınca yoktur.
Nasılsa çoban ile profesör arasında fark yok değil mi?
Hastane ile sanayi sitesi,hukuk profesörleri,hakimleri ile köprü altındaki tinerciler arasında da fark yoktur.:))
Var mı?
Öyleyse;
Anayasa konusu en azından 4-6 ay kadar kamuoyunda tartışılmalıdır.Böyle,”çadırımın üstüne şıp dedi damladı” örneği “şıp” diye,Hacı Hüsrev işi, yani Roman işi anayasa değiştirilmez, değiştirilemez.Bu “cunta yasası” da olsa.
Halkın “kurtuluyor muyuz?-yeni bir köleliğe mi giriyoruz?” sorusunda fikirleri netleştirilmelidir.
İşte bu yüzden,gizli kapaklı,dış telkinli bir takım karanlık yerlerde hazırlanmış birkaç paragraflık cümleler dizisinden ibaret bir “anayasayı halka oylatmak”,işi de alel acele “şıp” diye yapmak saçmalıktır,halkı bilinmeyen maceralara sürmektir.
Başbakanımız kendilerini “halkın çobanı” olarak görse de,gerek babadan “kayıkçı(ayıp değil)” olmaları,gerek de büyüdüğü yer Kasımpaşa’nın çobanlıkla değil “yankesicilerin (ayıp) anavatanı sayılan Hacı Hüsrev Mahallesi” ile ünlü olması nedeniyle, kendilerinin “sürüsüne sahip çıkan bir çobandan” ziyade “hileci bir pazarlamacı,resmi evrakta sahtecilik suçlarıyla haksız kazanç elde edenlerden” görülmesi icraatları itibarıyla daha da uygun düşmektedir.
Çünkü,muhalefetin “aklan” çağrılarına kulak tıkamaktadırlar ve “anayasa değiştirmekle” kurtulma olanakları aramaktadırlar.
Malum,”evrakta sahtecilik” davaları,kendisinin ve ailesinin zenginliklerinde “önlenemeyen yükselişilerinin” de AKP hükümeti zamanında olması, gemicikleri,çocuklarına askerlik yaptırmamak için Amerikan vatandaşı etmeleri,niceleri herkezce bilinmektedir.
İcraatları ile halkımızı,darbecileri arar hale getirmişlerdir.
Saygılarımla.
Keykubat