"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

25 Aralık 2011 Pazar

YAHUDİLER ÜSTÜN IRK MI CÜZAMLILAR ORDUSUNUN SOYU MU


YAHUDİLER ÜSTÜN IRK MI YOKSA CÜZAMLILAR ORDUSUNUN SOYU MU?


Asırlardır Yahudiler tartışılıp durmaktadır. Kimine ve kendi kitaplarına göre hatta onlardan türeyen kitaplara göre tanrının seçtiği "üstün ırk ve seçilmiş kavimdirler." Böyle olduğunu büyük ölçüde kabul ettirdiler. 


Kimine göre de yersiz yurtsuz başıboş ve kovulmuş kavimdiler. Bu yazı onların hakkında en çarpıcı gerçekleri M.Ö.3.yy. da açıklayan Maneto'nun kitabından kısacık bir anlatıdan oluşmaktadır. Bu kitap yazıldıktan sonra kaybolmuş ancak izleri kitaptan dört yüzyıl sonra Apion adlı bir İskenreriye'li Grek tarafındant tekrar gündeme getirilince Yahudiler çok sert cevap vermişler.
Türklere de asırlardır "Şeytanın askerleri" anlamında "Yecüc- Mecüc- Gog- Magog" diye adlar takanlar da bu Yahudilerdir.
İki gün önce de bir Macar Yahudi'si olan Fransa Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy "vatanlarını savunan dedelerimizi SOYKIRIMCI" ilân etti.


Elimiz boş mu duralım?
Onların inançlarının, kökenlerinin neye dayandığını yazmayalım mı?
Bakalım bu "üstün ırk" kendi kitaplarında başkalarınca nasıl yorumlandığını yazmış mı?
Macar Yahudi'si Sarkozy

Şimdi Tevrat’ın şu ayetlerine bakalım;

Yar.43: 32 “Yusuf'a ayrı, kardeşlerine ayrı, Yusuf'la yemek yiyen Mısırlılar'a ayrı hizmet edildi. Çünkü Mısırlılar İbraniler'le birlikte yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı.”

Yar.46: 33 “Firavun sizi çağırıp da, 'Ne iş yaparsınız?' diye sorarsa,”
Yar.46: 34 '”Atalarımız gibi biz de çocukluktan beri hayvancılık yapıyoruz' dersiniz. Öyle deyin ki, sizi Goşen bölgesine yerleştirsin. Çünkü Mısırlılar çobanlardan iğrenir."
Musa'nın Sudan gelen sepet çocuğu efsanesi
Asur'un Sargon'una aittir.

Bu ayetlerin ışığında soralım da birisi bize açıklasın;

-Allah aşkına bu Yahudilerin neresi “Sam soyu” yani “Semitik”?

İnanın bunlar kuraklıktan göçmüş, başkalarına karışmamış, sanatıyla ekmeğini kazanan çingene bile değiller.

Şimdi işin aslını öğrenelim;

Osarseph (Osarsef) veya Osarsiph (Osarsif) Mısır’ın peygamber Musa’ya karşılık gelen efsanevi bir şahıstır. Hikayesi Ptolomeo döneminde yaşamış olan Mısır’lı tarihçi Maneto’nun yazdığı Aegyptiaca (Eciptiyaka-Mısır’ın Tarihi) adlı eserde  yer almıştır. Ancak eser kaybolduysa da Yahudi tarihçi Josephus ondan yoğun alıntılar yapmıştır. (Kimin neden çaldığı belli olmuş.)

Hikâye, Osarfis’in dinden dönmüş bir rahip olduğu ve cüzzamlılardan kurduğu ordusu ile firavun Amenophis’e (Amenofis) karşı savaşmış ve firavuna karşı Hyksoslarla da işbirliği yaparak firavunun Mısır dışına çıkarlmasını sağlamış ve ardından Mısır’ın tanrılarına firavunun dönmesine kadar büyük saygısızlıklar yapmıştır. Firavun Mısır’a döndüğünde Osarfis Mısır’dan sürülmüş, ömrünün sonuna doğru da “Musa” adını almıştır.

Çok tartışılmasına ve ret edilmesine rağmen tarihi gerçekler insanların önünde durmaktadır. M.Ö. birinci ve ikinci yüzyıllarda, Tevrat’ın “Mısır’dan Çıkış” bölümünün “tersine çevrilmişi” olarak suçlanıp “Yahudi karşıtlığı” ile ilişkilendirilmiştir. Fakat Mısır bilimcisi Jan Assmann, efsanenin arkasında hiçbir kimse veya olayın kast edilmediğini ve zamanın travmalar yaratan olayları ile Akheneton (Amenophis IV)’un kayda değer icraatlarını dile getirdiğini belirtmiştir. Akenethon bilindiği gibi “Tek Tanrılı Dini” Mısır’da kuran ve “put ticaretini” ortadan kaldırarak devlet bütçesine zarar verdiği için rahiplerce öldürülen ilk firavundur.
Tek Tanrıcılığı başlatan
ilk firavun Akeneton

Yukarıdaki açıklamalar ışığında Maneto’nun Osarsif/Musa’nı okumadan önce sırasıyla yazarı Maneto ve onu yüzyıllar sonra gündeme getirerek başını Yahudilerle derde sokan Grek Apion’u tanıyalım;

Manetho (Manethon- Maneton); M.Ö.III.yy.da Ptolomeo döneminde (Grek dönemi) yaşamış Mısırlı rahip ve tarihçidir. Aegyptiaca (Mısır’ın Tarihi) adlı kitabı yazmıştır. Firavunların saltanat dönemlerinin kronolojik tarihleri ve Mısır’ın geçmişi hakkında deliller bulmak için Mısır bilimcilerinin çok sık başvurduğu bir kitaptır. Adının anlamı günümüzde kaybolmuşsa da “Thoth’un Sevdiği”,”Thoth’un Gerçeği”,”Neith’in Sevdiği”,”Neith’in aşkı” anlamlarına geldiği hakkında spekülasyonlar yapılmaktadır. Daha az kabul edilen anlamları arasında “Seyis, At çobanı”, “Ma’ani Djehuti-( MâniYehuti)” “Thoth/ Yahudiyi* Gördüm anlamları da vardır. Eski Grek kaynaklarından olan Kartaca ve Flavyus Josephus’un eserlerinde Manethônn Plato’da ve öteki Greklerde Manethôs, Manethô, Manethôs, Manethôn ve Manethoth olarak geçmektedir. Latincede Manethon, Manethos, Manethonus ve Manetos olarak geçmektedir.

*Djehuti, Tehuti, Jehuti tanrı Thoth’un adlarındandır ve bu adlar “Yahudi” demektir.

Maneto, Mısır’ın Grek Firavunları Ptolemi I.Soter (M.Ö.323-283) ve Ptolemi II.Filedelfiyus (285-246) saltanatları döneminde yaşamış olduğu M.Ö.241/40 tarihli Hibeh Papiri’de yazmaktadır. Ayrıca Aegyptiaca’nın da yazarı olduğu ve III.Ptolemi Euergetes (M.Ö.246-222) döneminde de yaşadığı belirtilmiştir. Kendisi Mısırlı olmasına rağmen, sadece Grek dilinde eserler vermiştir. “Heredot’a Karşı, Kutsal Kitap, Din ve Antik Kültür Üzerine, Bayramlar Üzerine, Kifi’nin Hazırlanması Üzerine ve Fiziğin Lezzeti” adlı eserleri vardır. Astroloji üzerine “Sothis’in Kitabı” adlı eser ona atfedilmiştir. “Aegyptiaca- Mısır’ın Tarihi” adlı eserinde Grek hanedan dönemini ve devletin gücünü anlatmıştır.

Kendisi Heliopolis’te güneş tapınağında bir rahip olup Ra dinine inanırdı. Syncellus’a göre tapınağın başrahibiydi. Osiris- Apis boğa kültüne dayanan Sarapis kültünde otoriteydi. Bu kült, Greklerin Mısır’a yerleşmelerinden sonra doğmuş Mısır/Grek inançları harmanı bir dindi.

Apion (M.Ö.20-MS-45-48); -M.S.I.yy.da Siva Oasis’de yüzyılın ilk yarısında doğmuş, Homer üstüne yorumlar yapan sufi, Mısır/Grek dil bilimcisidir. İskenderiye’de yetişti ve Caludius zamanında Roma’da bilinmeyen bir yere yerleşti. Çok sayıda yazdığı eserlerden hiç biri günümüze kalmadı. En çok bilinenleri “Androclus and the Lion –Androklus (Kaçak kölenin adı)ve Aslan” Aulus Gellius’ta korundu, diğeri de “Aegypiacorum (Mısır’ın Harikaları) dır. 
Apion’un Yahudi kültürüne yaptığı eleştiriler Josephusún “Against to Apion- Karşı Apion” yazısıyla cevaplandırıldı. Josefusun cevabında “Yahudiler inançları için ölmeye hazırdırlar” ifadesini “ölüm tehdidi” olarak algılamış olsa gerek ki Roma’ya adresi meçhul bir yere göçerek kendini emniyete almaya çalışmıştır. Eserlerinin “Anti-semitik” olması yüzünden Maneto’nun “Aegyptiaca’sının kaderini paylaşarak hiç birisinin bulunamaması da bu savı desteklemektedir.

Ayrıca, dünya imparatorluğunu henüz Roma’ya kaptırmış olan Greklerin kendi kültürlerini korumak için Yahudilere karşı verdikleri kültürel mücadelede Apion mükemmel bir kişilik olmasına rağmen ne yazık ki, Roma- Bizans’ın, İran Mitra/ Mehr ve Zerdüşt dinî kültür emperyalizminden kendisini kurtarıp kendilerine uygun yeni bir din kültürü yaratmak isteyen ve bunu Yahudi uydurmalarından temin eden Grek rahiplerinin Yahudi ürünü olan İsevilik/ Hıristiyanlığı devlet dini yapmaları yüzünden bu güne kadar batı dünyası bir Apion çıkarmış değildir. Hele Grekler, atalarının başlarını taşlara vurduracak derecede Hıristiyanlığa bağlanarak tam bir Yahudi mevalisi/ kölesi olmuşlardır. Aynen öteki kavimler gibi.

MISIR’IN MUSA’SI / OSARSİF’İN HİKÂYESİ;
"On Emir taş tabletini tutan
Mısır'ın Musa'sı /Osarfis mi
Yoksa Peygamber Musa mı?
Josephus’un “Against to Apion” adlı çalışması Maneto’nun Agyptiaca’sından çok sayıda alıntıya yer vermektedir. İlk olarak Hyksosların  (bu ad Maneto’ca verilmiştir) kovulmaları ve Judae/ Yuda’da yerleşmeleri ardından Jerusalem (Kudüs) şehrini kurmaları anlatılmaktadır. Maneto kendisi bu konuda herhangi bir tespit yapmazken, Josefus, Maneto’nun Hiksoslarının kovulmalarını Yahudilerin Mısır’dan Çıkışları olarak altını çizerek belirtmiştir.
İkinci olarak Osarfis’in hikâyesi ondan iki yüz yıl sonra anlatılmıştır. Josefus’a göre, Maneto, Osarfis’i Heliopolis’teki Osiris mabedindeki korkunç bir yüksek rahip olarak tanımlamıştır.

Firavun Amenofis tapınaktaki tanrıları görmek ister ama ilk önce Mısır’ı cüzzamlılardan ve kirli insanlardan Mısır’ın temizlemesi gerekir o da onlardan 80.000’ini doğu deltasındaki Hiksosların eski başkenti olan Avaris’e onları hapseder ve taş ocaklarında çalıştırır. Bundan sonra Osarsif onların önderi olur ve tanrılara ibadet etmeyi bırakmalarını kutsal sayılan hayvanları yemelerini emreder. Osarsif’e inananlar bunun ardından Hyksos’ları ülkeye davet ederler onların da yardımıyla firavun Amenifisi oğlu Ramses ile birlikte Nubiya’ya sürgüne sevk ederler. Firavun ve oğlunun sürgünde oldukları 13 yıl boyunca şehirleri, tapınakları, tanrıların heykellerini, büstlerini tahrip ederler ve tapınakları da mutfağa çevirirler, kutsal hayvanları ateş üstünde kızartırlar. Sonunda firavun ve oğlu Ramses dönerler, Hyksoslar ile cüzzamlıları kovarlar, eski dini de yeniden onarırlar. Hikayenin sonuna doğru, Maneto, Osarfis’İn Musa adını aldığını bildirir.

APİON’A KARŞI veya KARŞI APİON
Yahudi Kabalası
“Karşı Apion “ latince “Contra Apionem veya İn Apionem” Josephus Flavius’un klasik felsefenin ve Yahudilik  (Judaism) dininin, Greklerin çok daha eski geçmiş geleneklerindeki algılanmasına karşı vurgulama yapmak ve savunmak için yazdığı ihtilaflı bir yazıdır.

“METİN”
Karşı ApionYahudi metinlerinin olduğu kitabın olduğu gibi görülmesini tanımlar;
“Greklerde de olduğu gibi birini yalanlayan ve onunla anlaşmazlığa düşen sayısız çoklukta kitaplara sahip değiliz ama eski zamanlara ait kayıtlar içeren sadece “22” kitabımız vardır. Bunların beşi Musa’ya ait olup, insanlığın kökenleri, gelenekleri, onun yasaları hakkında ölümüne kadar yazdığı ve ilahi olduğuna inanılan kitaplardır. Küçücük üç bin yıllık bir dönemin araya girmesi hariç Musa’nın ölümünden sonra Zerkses’ten saltanatı devralan Pers kralı Artakzerkses’in saltanatları boyunca gelen peygamberler on üç kitap yazdılar. Kitapların kalan dördü insan yaşamının idare edilmesi ve tanrıya ilahileri içermektedir.
Tarihimizin Artakzerkses’ten beri çok özel olarak yazıldığı doğrudur ama o cetlerimizce biçimlendirilmiş bir otorite gibi kabul edilmemelidir çünkü o zamandan beri peygamberlerin mutlak tahta geçmeleri olmamıştır ve geçtiğimiz çaplarda olduğu gibi milletimizin bu kitaplara ne kadar bağlılık ve güvenleri ve sıkı bağlılıkları yapabileceklerimizin kanıtıdır. Hiç kimse onlara ne bir şey eklemeye ne de çıkarmaya cesaret edememiştir ve bütün Yahudiler o ilahi ilkeleri içeren kitaba bağlılıklarını sürdürmeye ve uğrunda hemen gönüllü ölmeyi doğal görmektedirler.
Yahudiler ve Hyksoslara dayanan Maneto’nun görünür kafa karışıklıkları olmasına rağmen yaşlı Maneto’nun olduğu kadar Apion’a (Josephus onların Grek olmadığını ifade eder) bazı Semitizm karşıtı iddialar Josephus tarafından atfedilmiştir.
Maneto’nun işaret ettiklerine tamamen alışık olan Josaephus’un farzettiği gibi, Maneto bütün Semitik insanları tamamen susturacak kolay bir suçlama yazmıştır. Hyksosların bilindiği gibi kuzey Asya kökenli Semitik kavim olmaları olasıdır. Onların tam kökenleri ve milli kimlikleri bilinmemektedir.

Josephus’un Apion’un üzerine “Kan Davası Yazısı” (Karşı Apion 2:8)

Apion’un öteki insanların da peygamberi olması sebebiyle der ki; “Antiokus/ Nemrut bir gün tapınağımızda yatağın üzerinde uzanmış, üzerinde denizin balıklarından kuru toprakların kümes hayvanlarına kadar çeşitli leziz yitecekler bulunan önünde küçük bir masa bulunan bir adam bulmuş ve adam hemen dizleri üzerine çökerek salıverilmesi için yalvarmaya başlamış. Kral ona oturmasını, kim olduğunu orada neden oturduğunu, böyle yürek parçalayıcı iç geçirmeleri, gözlerinde yaşları ile içinde bulunduğu durum hakkında rahatsızlık yaratan şikayetler yapmasıyla masadaki çeşitli yiyeceklerin ne anlama geldiğini sormuş.

Ve, adam kendisinin Grek/ Yunan olduğunu, bu eyalete geçimini sağlamak için geldiğini ve birden yabancılar tarafından tutlarak tapınağa getirilip içeri kapatıldığını ve kimseye gösterilmediğini ve önceden yapılmış sinsi planla, görünüşte büyük bir ikram gibi görünen leziz bol yiyecekler verilerek şişmanlatıldığını, bir ara yanına gelen hizmetçilerden ona söylenmemiş bir Yahudi yasasına göre bütün yıl boyunca onu şişmanlatıp  bir ormana salacaklarını ve öldürerek ayinlerinde kurban edeceklerini, barsaklarının tadına bakacaklarını ve her yıl bir Grek yabancıyı böyle yakalama adetlerinin  ve Greklere düşmanlıklarının olduğunu ve sonunda vücudunun kalan parçalarının da bir çukura atılacağını öğrendiğini anlatmıştır.”

Böyle bir hikâye zalimlik ve terbiyesizlikten başka hiçbir şeydir. Greklere karşı sinsi işbirliğine gizlice yemin etmek ve onlara tuzak kurup kanlarını akıtmak nasıl olabilir? Ya da Apion’un yaptığı gibi bütün Yahudiler nasıl olur da bir araya gelerek bir insanı kurban ederler kanını akıtırlar ve barsaklarının tadına bakarlar ve o adam binlercesine nasıl yetebilir? Ya da nasıl olur da kral bu adamın her kim veya her ne adı taşıdığına dikkat etmeden büyük bir törenle onu gerisin geriye ülkesine göndermez?

Bu vesile ile kendini dindar ve Greklerin büyük dostu olarak sayan ve bu sayede kendisini nefret edilen Yahudi doğumlulara karşı bütün insanlığın büyük yardımlarını sağlayan biri olarak görmek istemekteyiz. Ama şimdi bunu bırakalım ve “kendilerini onlara karşı yapan şeylere başvurmak” için, aptalları kandırmanın çok özel yolu olan “ kelimelerin çıplak anlamlarını” kullanmayalım.

Yahudilerin Apion’a karşı duyguları ne olursa olsun ama bu ihtilaf bazı gerçekleri ortaya sermiştir;
Resimde de görüldüğü gibi geçimleri doğal olarak
tarım ve hayvancılık olan Mısır'lıların
çobanları aşağılaması olanaksızdır.

1-Yahudiler, bu hikâyeyi üstlerine alınarak doğrudan kendilerinin “üstün ırk-tanrının seçtiği kavim” değil de “cüzzamlılar ordusunun soyu” olduklarının anlaşılmasından endişeye düşmüşlerdir.

2-Kitabı çalarak başkalarının okuyup öğrenmelerini engellemişlerdir. Bu sayede yalanlarına inanılacak “rakipsiz kültür ortamı” yaratmışlardır.

3-Yok ettikleri kutsal hayvanların kutsallıkları, Mısır gibi ekvator ikliminde her türlü zararlı canlının kolay ürediğinden bu hayvanlar onları yiyerek halkı zararlı hayvan istilalarından koruyorlardı. Mısır tanrılarının çoğunun Kartal, İbiş kuşu (Kelaynak kuşu/ Kara Leylek), doğan şahin, kedi, aslan gibi yılan, çiyan, akrep gibi zararlıları tüketen hayvanlar olmalarından gelmektedir.

4- Yahudilerin neden diğer halklara kolayca karışamadıkları ve çölde “kırk yıl dolaşma” cezasına çarptırıldıkları da böylece ortaya çıkmıştır. Cüzzamlıların sağlıklı nesilleri seçilerek çölde “yeni bir kavim” yaratılmıştır. Hastalıklı olanların ölerek tükenmeleri beklenmiştir.
3000 yıl önce Mısır'da tarım

5-Yahudilerin “üstün ırk” saçmalıkları da asırlardır yaşadıkları bölgede “cüzzamlılar” diye iğrenilmelerinin bir “ruhsal bozukluk” olarak bilinçaltlarına yansımasının sonucu olduğu tartışma götürmez bir gerçek olarak bu efsaneyle ortaya çıkmıştır.

6-Tevrat’ın şu ayetini bir okuyalım; Yar.43: 32 “Yusuf'a ayrı, kardeşlerine ayrı, Yusuf'la yemek yiyen Mısırlılar'a ayrı hizmet edildi. Çünkü Mısırlılar İbraniler'le birlikte yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı.”

Ayette görüldüğü gibi, Yusuf bir başbakan/  Baş vezir (Köle başbakan) olmasına rağmen Mısırlılar ne Yusuf’la ne de Yusuf’un kardeşleriyle yemek yememişlerdir ve bunu “iğrenç” saymışlardır. Nedeni de “cüzzamlı soyundan” gelmelerinden başka ne olabilir ki? Oysa bu ayetin devamında “Mısırlıların çobanlardan iğrendikleri” belirtilerek Mısırlılar resmen karalanmış, insanların gözünde düşürülmüştür. Oysa Osarfis’in yazarı Maneto’nun adının anlamlarından birisinin de “At Çobanı-Seyis” olduğu gerçeğidir. 

Tanrıların ve kralların bile “insanların çobanı” olduğunu yazan dinlere inanan, tarım, hayvancılık ve çobanlıkla geçinen Mısır’da nasıl olur da “çobanlık” iğrenç meslek olur?


Günümüzden 350 yıl önce Evliya Çelebi zamanında da Yahudilerin "Cüzzamlı olmaları" iddialarının konuşulduğuna ve "Musa'nın inkârının İslâmı inkâr" olarak görüldüğünden ret edildiğine tanık oluyoruz;



Yahudilerin (Musa) Cüzzam Sorunları;
Hazreti Musa beyaz elini ve tecelli görmüş nurlu vücudunu halktan saklardı. Bu yüzden halk;
-“Musa’nın vücudunda CÜZZAM” var derlerdi.
Bir gün Musa elbiselerini bir taş üstüne koyarak Nil’e girdi. Çıkıp elbiselerini almak istediği vakit taş yürüdü. Musa arkasından koştu. Böylece şehre çıplak olarak girince halk onun vücudunda bir hastalık olmadığını gördüler. Hz. Musa asasıyla “12” kere vurdu. Taş dile gelip;
-“Ya Musa, ben Allah’ın emriyle şehre girdim ve halkın seni çıplak görmesini teminettim! Dedi. Hz. Musa da;
-Ya taş bilmedim sana vurdum, hele dervişe dervişan! Deyip özür diledi….” (Seyahatname C-3,S-206)

Elbette açıklaması işte bu “Osarfis” efsanesi olunca her şey yerli yerine oturmaktadır. 

Su arayan Yahudilere ille de
"kayadan su çıkarmaya" çalışan Musa.
Musa’nın ve tanrısının neden Mısır’ı “düşman” olarak gördükleri de bu sayede ortaya çıkmıştır. Yahudilerin her şeylerinin komşu kavimlerden çalınma ya da işgalleri altında yaşadıkları dönemde kendilerine yapılan dayatmalardan ibaret olduğu ortaya çıkmıştır. İsrail asla bağımsız olmamıştır ve Tevrat bağımsız ortamda yazılmadığı gibi, başka kavimlerin efsanelerinin Yahudilere göre uyarlanması olarak karşımızda durmaktadır.

7- Yahudilerin ne İsmail ne Lut ne Kenizeliler ne Amorlular ne Hititlilerle ne de Semitik Araplarla ve Greklerle asla akrabalıkları yoktur.

8-Bütün yaptıkları kendilerinin açıklarını keşfeden aydınları tehdit etmek, öldürmek veya bir şekilde aşağılamaya dayalı sinsi komplolarla varlıklarını sürdürmek olduğu Aion’a yazdıkları tehditkâr yazıdan da açıkça anlaşılmaktadır.

9-Ülkemizde, salak Osmanlı padişahlarınca devletin teslim edildiği bu adamların seçkinleri gizli açık dışardaki Mason yapılanmalarına ülkeyi peşkeş çekmiş, insanımızın cahil bırakılmasından emperyalizmin köleliğini kabul etmesine kadar her pisliğin içinde olmuşlar, Kürtleri ve Tatarları Yahudi olduklarına inandırarak komşularına düşman etmişlerdir. Yüzyıllardır akıtılmış sayısız masum kanın sorumluları bu işleri örgütleyenlerdir.

10-Televizyon, sinema, yazılı medyada sürekli olarak “soyluluk” kavramını utanmadan öne çıkararak halk arasında olmayan “sınıf farkı” yaratarak insanları bölmüşlerdir.

11-Josephus’un yazısı, Yahudilerin İran himayesindeyken İran etkisinde Tevrat’ı yazdıklarını da itiraf etmesi, “Değişmiş Tevrat” iddialarını da doğrulamaktadır.

12- “Soy davası güdenin soyuyla sorunu vardır” tespitim de böylece bir kez daha kanıtlanmış oldu.

Aslan bedenli, insan başlı Akeneton Güneş diski ile
13-Akeneton ((ack-en-AH-ten) Mısır firavunları içinde sadece tanrı “Aten’e”  Güneş diskine” tapınmayı şart koşarak “tek tanrıcılığı” başlatan ve bu yüzden öldürülen tek Mısır Firavunudur. M.Ö.1350’de iktidara geldiğinde bütün tapınakları kapatıp, rahipleri işsiz bıraktığı, tanrıyla sadece kendisinin iletişim kurabileceğini, tanrıdan dileği olanların kendisine bakmasının yeterli olacağı ilkelerini getirerek M.Ö.1346’da Amarna’da Aten tapınağını yaptırmış ve kendisini “tek rahip” tayin etmiştir. Firavunların ve eşlerinin öldükten sonra “tanrı” olacakları inancına sahip Mısır toplumu için geliştirdiği “kendisi ve eşi Nefertiti’ye” tapınılmasından ibaret inanç sistemi günümüze göre kusurlu da olsa hiç te yadırganacak bir “tek tanrıcı” din değildir. Bu durumda işsiz kalan sihirbaz kekeme rahip (Tevrat’ta Musa kekemedir) Osarfis’in Akeneton’a düşmanlığı hiç de anlamsız değildir. Bu durum da Yahudilerin önceden neden “putlara” taptıklarını açıklamaktadır. Yani Musa tam bir “sihirbaz ve putperestpiramit rahibiydi. Tevrat’ın günümüzdeki haline İran dönemindeki Zerdüştlük etkisiyle gelmiş olması gerekir. Günümüz Hıristiyanları, tanrıları olan İsa/ Hristos/ Christ’in başının arkasına koydukları bir güneş halesiyle halen Akeneton’un Aten güneş diskine tapmaktadırlar. Yahudilerin yaptıklarının gerisine artık siz karar veriniz.

Yazıyı Türkçeye çeviren ve yorumlayan;

Alaeddin Yavuz

Keykubat/adilyargıç


İşte İsraillilerin Gerçek Renkleri. Mısır'da Köle İsrailliler. Asla bağımsız olmadılar. Asla bağımsız Tevrat yazmadılar. Her şeyleri yalan. Başka milletlerden çaldılar, insanları kandırdılar.Seyredin İngilizcedir.

18 Aralık 2011 Pazar

YASAR KEMAL E ODUL NE AYAK ?


YAŞAR KEMALE ÖDÜL NE AYAK?

Fransa devlet başkanı ve Macar Yahudisi Sarkozy’nin bir ay kadar önce Ermenistan’a gidip, “Sözde Soykırım” anıtına çelenk koyup, sınırın beri tarafındaki Türk milletinin nefretinin kazanan aslı astarı olmayan sözler sarfetmesini, Fransa genel seçimleri arifesinde başlattığı “Soykırımı inkâr edene ağır para vb. cezalarını” içeren yasa tasarısını gündeme getirmesinin kökenine baktığımızda şu rezillikten başka bir şey yoktur.

O rezillik te şudur ki, 19.yy. içinde Rus Çarlığının Kafkaslar ve Balkanlar üzerinden sürdürdüğü “sıcak denizlere inme siyasetini”, Belçika ve İngiltere’de satın aldığı iki gazete üzerinden yaptığı yayınlarda;

“Rusya, sadece Hıristiyan toprakları olan Balkanlar ve Kafkaslardan Müslüman Türkleri çıkarma ve kovma görevinden başka bir şey yapmamaktadır. Biz, Hıristiyanlığın yücelmesi için çalışıyoruz” şeklinde açıklayarak Avrupa genelinde sempati yaratmış ve bu çorbada tuzum olsun diyen İngiltere ile birlikte o zamanlarda Fransa da Hıristiyan misyonerlerini göndererek çökmekte olan Osmanlı’nın dibine dinamit koymak için Rusların kışkırttığı Ermenileri tavlamaya başlamıştı.

Bu siyasetlerin sonucu olarak da çok sayıda Ermeni Fransa’da ikamete teşvik edilmiş, Osmanlı içindekilere de kiliselerden toplanan bağışlar verilerek “iş adamı” sıfatı kazandırılmıştı.

İşte, Sarkozy’nin her genel seçim öncesinde “Narkozy (Narkoz) çekmişçesine” beyanat vermesine neden olan şey o zamandan beri Fransa’da çoğalmış bulunan Ermeni azınlığın Fransa seçimlerinde “önemli düzeye ulaşan oy oranını kendisine çekmek” amacından başka bir şey değildir.

Ha, bir şey daha varsa o da, Libya’ya ilk vuran ülke olan Fransa’nın yanında olan NATO mason çetesinin bu olayda Müslüman ve Hıristiyan ülkelerince “Haçlı Seferi” oldukları suçlamasından sıyırmak için Suriye işgalini Türkiye’deki işbirlikçi hükümete yüklemeleri ve bu hükümeti, bu göreve zorlamak için “Soykırım” tehdidi ile korkutmak ve bu hükümet Suriye’ye girerse tasarıyı geri çekip işbirlikçilerini “kahraman ilan” etmekten başka bir şey değildir.

Narkozy yutmuş Sarkozy’nin “Sözde Soykırım yasası” tehdidini takiben işbirlikçi hükumet anında, Peres’e yaptığı “One Minute” çıkışını andıran bir çıkışı genel kurmay başkanı ile “Suriye’nin İşgali” konusunda yaptığı görüşmenin ardından patlatmıştır.

1960 darbesinden sonra CKMP’nin tasfiye edilmesiyle yerine kurulan ve görevi sadece NATO’nun verdiği “Solcu Avlama Görevi” olan MHP de hemen işbirlikçi AKP’ye, bir ay kadar önce açıkladığı, “anti emperyalist siyasete destek” ilkesi gereğince desteği patlatmıştır.

Bu üç kağıt dümeninin bu gün aşağıdaki haberle sürdüğünü gördük. MHP’nin başında bir “Türkmen Beyi” değil de “1917’de sürgünden dönmüş, Müslüman Türkj maskesi giyen, papazlar gibi “bekârlık” ilkesine bağlı bir Ermeni dönmesi Devlet Bahçeli’yi” de gördük.

Sözde Fransa “Türkiye’yi seviyor” havası veren bu haber aslında, Fransızların, Ermenileri Rusların kucağından alarak yanlarına Kürtleri de ekleyen Fransız- İngiliz- Vatikan siyasetinin devamından başka bir şey değildir.

19.yy. boyunca ve Kurtuluş Savaşı döneminde Kürtleri kucağına almayı başaramayan Haçlı koalisyonu Atatürk’ün ölümünden sonra bu işi başarmıştır.
Kimlerle başarmıştır?

12. Eylül. 1980 öncesinin “Solcu-devrimci” yazarı olarak bilinen ama 1990 sonrası tam bir “Kürt Milliyetçisi” kesilen Yaşar Kemal, Yılmaz Güney ve halen ülkemizin sinema, sahne ve tiyatro sanat dallarını ellerinde bulunduran “Kürt maskeli dönme Ermeni ve yandaşları ile Kürt Milliyetçileri” olan sözde “solcu ve Nurcularla” başarmıştır.

AKP de bu ihanet işbirliğinin tam bir temsilcisi olmaktan başka bir şey değildir. CHP, DTP ve MHP ise zil çalan destekçileridir ve “gaz alıcıları” canlandırmaktadırlar.

Yatış kalkış saatleri yani uyku saatleri bile Fransa’dan edilen telefonlarla düzenlenen, yazdığı her satır Fransız Üniversite hocalarınca yazılıp, adına bağışlanarak “aydın, önder” yapılan Yaşar Kemal, İngiliz rahip ajanı Mr. Frew tararfından yazıları hazırlanarak öne çıkartılmış Said-i Kürdi’nin, Fransız uyarlamasından başka bir şey değildir.

İşte o işbirlikçi, uşak, Kürt milliyetçisi, emperyalizmin uşağı “Yaşar Kemal’e” bu gün ödül vererek, emperyalizm Türk ve Müslüman milletlerini yeni bir “tartışma ortamına çekecek” girişimde bulunmuştur.
İşte, yarım asırdan fazla olan ömrünü “emperyalizmin hizmetine vermiş KÖLE KÜRT Yaşar Kemal’e” verilen ödülün haber yazısından bir paragrafı okuyunuz. Devamını merak eden linkten okuyabilir.
İşte emperyalizmin “kölesine verdiği ödül haberi”;

“Fransız Büyükelçiliği tarafından düzenlenen tören akşam saatlerinde İstanbul'daki Fransız Sarayı'nda gerçekleştirildi. Törene, Fransa'nın Türkiye Büyükelçisi Laurent Bili, Hürriyet Gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, Kanal D Haber Grup Başkanı Mehmet Ali Birand, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Hürriyet Gazetesi yazarı Doğan Hızlan, Radikal Gazetesi Yazarı Altan Öymen, Türkan Şoray, Zülfi Livaneli, sanat ve edebiyat dünyasında birçok isim katıldı. 

Bu haber metni sayesinde basın sanat dünyamızın “işbirlikçi kölelerinin” de adlarını okuyup öğrenmiş oldunuz.

Emperyalizmin “kölelerine verdiği ödül” sadece “kölelerini” ilgilendirir. Türk milleti bunu yutmamıştır ve yutmayacaktır.

Fransa’nın Kurtuluş savaşımız sırası ve sonrasında Atatürk’ün önderliğindeki “Türk Bağımsızlık Savaşına” verdiği destekle bu köleye verdiği destek asla aynı şey değildir.
Bağımsızlığın timsali Atatürk ve Fevzi Çakmak

Atatürk döneminin Fransa’sı bence Sarkozy’nin Fransa’sından belki milyon kez daha “adam” bir Fransadır.

Herkes kendisine gerekli payı çıkartsın.

Saygılarımla!

Takdir okuyucunundur!


15 Aralık 2011 Perşembe

IRANLI GOZUYLE ZERDUSTLUK VE MITRA DINI


İRANLI GÖZÜYLE ZERDÜŞTLÜK VE MİTRACILIK


İran’lı yazar Raşit Keyhüsrevi’nin yazdığı “A Period of Unawareness'- Bir Gaflet Dönemi” adlı kitapta geçen bazı önemli konulardan alıntı yaparak, Nurbakış Rahimzade’nin “İran Kültürünü Doğru Tanıtma” amacıyla kurulmuş olduğu belirtilen, “İran Chamber Society- İran Oda Topluluğu” İnternet sitesinde yazdığı “Zarathushtra; First Monotesit Prophet- Zerdüşt, İlk Tektanrıcı Peygamber” başlıklı yazısını dilimize çevirerek faydalanmanız için sunuyorum.

Daha önce yaptığım birçok tercüme yazımın yazılarım arasında en çok okunan ve başka sitelerde yayınlanan yazılar olması ışığında birkaç günlük gayret sonunda çeviriyi tamamladım.

Yazı hakkında hiçbir yorum yapmadım çünkü hem çok uzun hem de “pek yoruma gerek bırakmayacak berrak bir aklın iradesiyle yazılmış yerinde tespitleriyle bilgilendirici bir yazı” diyeyim o kadar.

Günümüzde dindarların aralarındaki anlaşmazlıkların ve düşmanlıkların dinsizlerle olan uyuşmazlıkların üzerine çıktığı, dini mezheplerin bütün büyük dinler dâhil yüzleri binleri geçtiği bu asırda, bu yazının aslını yazan kişi, biraz “Zerdüşt bir Kürt” araştırmacı biraz İran Şii kültürüyle harmanlayarak bu makaleyi yazmıştır.

Ben, yazıyı dilimize çevirirken, geçmiş tercüme tecrübelerime tarih, mitoloji ve din bilgilerimi de katarak en uygun kelimelerin tam gerçek anlamlarını vermeye gayret ettim. Sonunda bu yazıyı ne yazan İngiliz’di ne de ben Amerikalıydım. Her ikimiz de bu dili yaşayan insan olmadığımızdan ileride bir yorum farkı çıkarsa kusuruma bakmayınız. Ancak ben çıkacağı inancında değilim. Öyle olacak olsa yazıdaki cümlelerin anlamları daha okurken çelişmeye başlar, anlamını yitirir, kafaları karıştırır ve yazının ana fikrini bulamazsınız. Bu öyle bir çeviri değildir. Ancak uzun cümleleri anlayamazsanız tekrar okuyunuz. Kolay gelsin!

Religion in Iran-İran’da Din
Zarathushtra; The First Monotheist Prophet –
Zerdüşt; İlk Tektanrıcı Peygamber.
By: Noorbakhsh Rahimzadeh-
Nurbakış Rahimzade tarafından.




Zerdüşt
“Geçmişten günümüze kadar bir çok araştırmacı yazar  “tek tanrıcı dinin ilk kurucusu” olan peygamberin hangisi olduğu konusunda yüzlerce belki de binlerce yazılar, kitaplar yazmışlardır. Bütün bu kitapları okuyup incelediğimizde, insanlık tarihindeki peygamberlerin doğumlarından ölümlerine yaşamlarını uzatarak veya kısaltarak yapılan tespitlerden takip ettikleri özel nesnelere kadar hiç birisinin gerçek üzerine dayanmadıklarını görürüz. 

Bütün bu çalışmalarda mızrağın ucunun bütün merhametsizliğiyle İran peygamberi Zerdüşt’e doğrultulduğunu görürüz. Siyasi nedenler yüzünden peygamberlerin hayatlarının bir çok defalar değiştirilmiştir.

Şimdi, araştırmacıları açıklamalarına göre tezleri sınıflandırıldığında İran peygamberi Zerdüşt’ün doğum tarihi hakkında iki teori vardır.

İlk teoriye göre, peygamber İsa’dan 660 yıl önce doğmuştur.

İkinci teoriye göre de, İbn’i Sina’nın öğrencileri olan astronomlar, Bircandi ve Bahmanyar’ın, çağdaşımız olan profosör Sabih Behruz’un da desteklediği bu görüşe göre Zerdüşt, M.Ö.1768 yılında, İbrahim peygamberin doğumundan 47 yıl sonradır. İbnî Sina’nın öğrencisi, ünlü bilim adamı Behruz’a göre de bu doğru değildir. Bu hüküm batıya vardığında onlara dev bir kültürü kurma ehliyetini de vermişti. Zerdüşt’ün kurduğunu beyan ettiği bu hükme dayanarak Zerdüşt’ün İbrahim peygamberin öğrencisi olduğu ve Zerdüşt dininin de “Tek Tanrılı/Monoteist”  Yahudi dininin bir mezhebi olduğunu çıkarabiliriz.

Üçüncü bir teoriye göre de Hint-Fars araştırmacılarından Prof. Cemşid Kavus Ceykatrak ise Zerdüşt’ün İsa’dan 6600 yıl önce yaşadığına dair birçok kuvvetli yargıda bulunmuştur….
(Bir kaç paragarafı çevirmeye gerek duymadım.)

…Grek kronograflarına (tarihi olayları sıralama bilimiyle uğraşan)  göre Zerdüşt’ün doğum tarihi kayıtlarında yanlışlıklar olmasına rağmen, öteki elyazmalarının peygamberin doğumunu M.Ö.6000 olarak belirlerken Lertius’un üçüncü el yazma metni buna sonradan esas bir kaynak olarak sınırlama getirmektedir. Zerdüşt, Truva savaşından “5.000” yıl önce doğdu diyen yazar, Plato’nun öğrencisi Hermodoros’un kitabında geçmektedir. Zerkses Yunanistan’ı M.Ö 480’de feth etti, Truva savaşı, M.Ö. 1184’de olduğuna göre, Zerdüşt’ün doğum yılı Lertius’un ki ile bağlantılı olarak M.Ö. 6184 olmalıdır…”




Bir kıyaslama yaparsak, Tevrata göre Âdem M.Ö.3761’de, Nuh, M.Ö.2705’de, İbrahim M.Ö.1815’de, Musa M.Ö. 1392’de doğdular.
Biz İranlılar olarak itiraz eden millet olduk. 

Çünkü Arap, Moğol ve Tatar işgalcilerince milyonlarca ciltlik eserlerimiz yakıldı küle çevrildi. Arap işgalinden önce 12.000 inekte saklanılan altın mürekkeple yazılmış Avesta’nın tamamına sahip değildik ama Avesta’nın Tisfun’daki kütüphanede olan bizdeki uyarlamalarında 400.000 cilt tarihi, dini ve milli kitaplarımız vardı.

Bunların arasında bulunan Avesta, 7.259.700 kelime (83.000 kelimesi o zamanın nesline inmişti),348 bölüm ve 21 ciltten ibaretti.

Tisfun kütüphanesi Said İbn Abi Vakkas ile Susa’lı Ramhurmüz ve Kavrazm tarafından yakılmıştır. Milli kütüphanenin yakılmasından sonra geçen 500 yıl boyunca İran çocukları kimliklerini bilemeyecekleri bir şekilde Arap/İran İslam hareketi tarafından karanlığa gömülmüşlerdi. İleride Hasan Sabbah gibileri bir havari olarak çıkıp bir şeyler anlatmaya çalıştıklarında onları kimse anlayamamıştı.

Hasan Sabbah, Mısır’daki İskenderiye kütüphanesinde ve Greklerde bulunan İran tarihi ve dini ile ilgili kitapları çevirmeleri için öne çıkmış din adamlarını Alamut’tan Afrika’ya, Suriye’ye ve Yunanistan’a göndermiş ve Şii Mezhebini kurmuştu. “İçinde bulunduğumuz dönem, yakılmış ve unutturulmuş olan tarihimizin İskenderiye’de bulunan İsmailiye vaizlerince geri getirilerek yeniden inşa edilmiştir” denilmişti.

Günümüzde ortaya çıkartılan Sasani imparatorluğundan kalan 125 Pehlevi tablet kaydı elde edilmiştir. Bu tabletlerde 83.000 kelimelik kutsal şiirler Hindistan’daki Zerdüştlerce korunmuştur.

Bu 125 Pehlevi kaydına Firdevsi’nin Şahname’si de eklenince 126 Pehlevi tableti kabul edilmelidir. Çünkü Şahname, Pehlevi Kodanamesi ve Kodaname Akameniş, Part, ve Sasani dönemleri takvimlerini de içerir.

1979 İran devriminden sonra meclisimiz aldığı bir kararla, Dez Nebeşt ve Azer Goşab ya da Tisfun Kütüphanesi kazılarında korunan bu milletin tarihi, bütün insanlığın tarihidir ve korunmalıdır” kararını aldı.

Buna paralel olarak da Çin, Tibet, Hint tarihi kayıtlarında korunmuş İran kanlarını bulduk. Onların dillerinde yazılmış bu eserleri prof. Sacide ve öğrencileri gibileri güvenli olarak dilimize kazandırmaya gayret edeceklerdir.
Önceden söz verdiğim gibi okuyucularıma ve ikinci sınıf araştırmacılara Zerdüşt hakkında sıkıntıya düşmemelerini, bana kanıtlandığına göre, Zerdüşt “İlk tek tanrıcı” değil, ikinciydi.

Sonra “İnsanlığın kayda geçirdiği “İlk tek tanrıcı peygamber” kimdi? Kırk dört yıllık araştırmalarımdan sonra, keşfettiğime göre muhterem peygamberin doğum tarihi,1997’den geriye dönüşümlü olarak “11.697” yıl önce veya İsa’dan “9700” yıl önce, Zerdüşt’ün doğumundan “3593” yıl önceydi.
Bu peygamber, dünyada İranoviç* olarak bilinen ülkede/vilayette peçeli olarak yaşayan,  peçeli, eski zamanların “tek tanrıcı” dinini kuran Mehr (Mitra) dır.
*Tarih boyunca İran etki bölgesi Hint,Ortadoğu ve Avrupa.

Mitra/ Mehr/ Mihr
Dünyadaki araştırmacıların peygamber Meşir (Mehr /Mihr/Mitra)  adlı bu peygamberi ve Mehr dinini tanımlamakta başarısız olmalarından beri, bütün araştırmacılar onun ve dininin güneş tanrısına ibadet eden “tek tanrılı” bir din olduğunu söylemeyi yeterli buldular.

Şans eseri olarak Meşir peygamberin doğum tarihi İran’lı bilim adamı Sabih Behruz tarafından M.S.25 Aralık.271 olarak keşfedildi. Oysa bu bize (İranlılara) inmemiş olan Mehr’in Mitraizm’in kutsal kitabı Atrank’ta geçen ikinci peygamberdi ve 25 yaşında olduğu, 40’ında takipçilerini Mehr’e (Güneş İbadetine) davet ettiği onaylandı.

Ancak biz biliyoruz ki, Mehr veya Mitra dini sadece Part dönemiyle alakalı olmayıp Zerdüşt tarafından İran’da uygulanan dinin onayladığı bir dindi. Zerdüşt’ün tanrıyla buluştuğu bölgede “7. Dereceye” ilerlemiş olduğu onaylanmadan önce Zerdüşt’ün “sıkı bir Mehr destekçisi olduğu” kanıtlanmıştı.

O halde Mehr/Mitra dininin kurucusu kimdi?
Kurucusuz bir din olabilir miydi?

Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, Pişdadi kralı Huşhang’ın hükümranlığı döneminde Mehr dinine saygı gösteriliyordu. Çünkü Ebul Kasım Firdevsi’nin Kodaynamak veya Tanrının Kitabı’na dayandığımızda çok sayıda doküman bulmaktayız.

Firdevsi der ki;

“Eski imanımızdan utanmadık,
Dünya, Huşhang’ın imanından daha iyisine sahip değil ki,
Mehr’in bütün yasası doğruluk ve adalettir,
Ve bütün yasalar imtihan tarzımızdır bizim.”

Böylece, Zerdüşt’ün doğrulamasından çok önceleri Mehr/Mitra dini şüphesiz olarak İranlılarca Kiyani ve Pişdani dönemlerinde hiçbir tarihçi bahsetmese de Huşhang zamanında vardı seviliyordu, bu şiir de onun delilidir.
Mitra dininde "2.Dereceye"
 yükselme ayini
Din takipçileri, iman derecelerine göre yedi emek bölümüne ayrılmıştı, ilk üç derecesi zorunluydu. Kalan dört derecesiyse nasılsa gönüllülüğe dayalıydı.

Zorunlu evrelerine veya rütbelerine geçiş yaşı “5- ile 15” arasıydı. Günümüz hesaplama yöntemine göre eskinin evrelerini hesaplarsak bu evreleri, ilk/acemi evre, ilk orta/ çırak (İlk aşamaya kadar) evre, son orta evre ve sonunda çok zor olan mezuniyet sınavı aşamalarına bölebiliriz.

 Bu evrelerin son ikisi tek aşamada, kalan üçü ise “karga/sevinç çığlığı, nişanlanma ve dövüş” adlarını taşıyordu.
İlk aşamada takipçi, okuryazarlık ve dinin temelini, alt yapısını öğreniyordu. Bundan sonra eğitim, vücut geliştirmeye ve dirence dayalı fiziki spor eğitimi (Bahadırlık)  ile sonuna kadar ilerleyebileceği sosyal bilimler olarak ikiye bölünüyordu.

Bedeni idmanların ötesinde öğretmenler öğrencilerine sert açlık, cehennemi andıran çok sıcak bölgelerde susuzluk ve kutupları andıran soğuk bölgelerde iklim şartlarına direnmesi öğretiliyordu. Öte yandan yüzmek ve geniş ovaları yürüyerek geçmek ve zorluklarına katlanmak ta eğitimin içindeydi. Ata binme, polo oynama, arkadaş kazanma ve sadakat, insanların sevgisini kazanma, atların sahiplerine itaat ettirilmesi (terbiye) eğitimin temel öğeleriydi.

Sosyal bilimlerde öğrenciye doğru düşünme, günlük abdest alma ve anlaşmalara doğru olarak uymak, adalet ve doğruluk öğretilmekteydi. Örnek olarak adaletle ilgili konularda, ödüllendirme ve cezalandırmanın ilkeleri, doğruyu destekleme ve yanlışla savaşma, dinin yedinci derecesine erişmek, tanrının görkemini kavramak için bilgi biriktirme öğrenciye belletilen temel ilkelerdi.

Dövüş eğitimi üç temel savaş evresine ayrılmıştı. Bu dönem 10 yıldan oluşuyordu ve 3/10 yani 3.5 yıl zor sınavlardan oluşan nazari ve uygulamalı dövüş, savaş tekniklerinden oluşuyor ve mezuniyetinde, tarihe geçmiş Behram Gür’ün Bican’ı Zaloğlu Rüstem gibi büyük savaşçı ve ordu komutanlarını yetiştiriyordu. 

Nizami’nin Gencavi’sinde Behram Gür hakkında İran topraklarına girmiş Çin ordusunun üzerine 100 savaşçı askeriyle saldırarak dağıttığını ve bozguna uğrattığını ve Rüstem’i de hiçbir yabancı işgalcinin yenemediğini okuruz.

Üç aşamalı eğitimini tamamlayan öğrenci çok zor bir sınavdan geçirildikten sonra mezun ediliyor ve ona bir “deri kemer” veriliyordu. Sonraları Zerdüşt tarafından bu kemer güreşçiler için mezuniyet belgesine dönüştürüldü.

Eğitimini tamamlayan öğrenci, Mehr/ Mihr dininde herkesçe gıptayla bakılan kemerini aldıktan sonra topluma girmesine izin veriliyordu.
Diğer dört evreye Mitra takipçileri sorunlu değillerdi, ancak ileriki aşamadaki eğitimi almaya onları çekecek oldukça etkileyici nedenler de vardı.
Örnek olarak “küçük şahlar- paşalar”  dördüncü dereceden, valiler beşinci dereceden, Ordu komutanları ve Mahistan Meclisinin seçkin üyeleri altıncı dereceden mezun olmayı gerektiriyordu.

Mitra/ Mihr dini olan Roma'da Kuzgun
tanrıça Diana'nın omuzunda görünüyor.
Altıncı dereceden mezun olan birisi, sahibinin sağ omuzunda duran ilahi bir kuş olan Ferri İzadi’yi almış sayılıyordu ve öyle saygı görüyordu. Tanrı tarafından ona adil bir savaşçının şöhreti bağışlanmış sayılıyordu. Altıncı dereceyi öğrenmiş olan birisi eğer valiyse bir bölgeye savaş açabiliyordu. Tanrı kuşunu geri çağırırsa paşa bütün güçlerini kaybediyordu.  Cemşid de Mehistan meclisinde rütbesini böyle kaybetmişti.

Ferri İzadi eğitimsiz kişilerce görülemezdi. Kuş, sahibine bir insanın sahip olabileceğinden fazla güçler bahşetmekteydi. Rüstem, Zal, Giv, Gûdarz, Tûs, Bizhan, Kişvad ve Gurgin/Gürcan gibi Keykavus döneminin Mehistan Meclisinde biçimlenmiş ünlü kralların hepsi öğrendiler.

Yedinci dereceye ulaşmak, dinin hükümran olduğu zamanlarda çok az sayıda insana nasip olmaktaydı. Yedinci derece dinde en yüksek dereceydi ve tanrı ile iletişime geçebilecek her şeye sahip olan demekti. Pişdadi kralı Cemşid, Kiyani hanedanı Keyhüsrev, Mehr dininde yedinci dereceye ulaşmış olan peygamber Zerdüşt’ün derecesine cennette ulaşmış kimselerdi.

Adının peygamberliğe yazılmasından önce Zerdüşt, Mehr dininin çok sadık bir uygulayıcısıydı. E’tekaf mağarasında 10 yıl altıncı dereceye onu tamamladıktan sonra oruç gibi bedeni kefareti içeren uygulamalardan oluşan yedinci dereceye de 10 yıl devam ettikten sonra, Zerdüşt’e peygamberliğin gelmesi pek de şaşırtıcı olmadı.

Mehr/ Mitra dinindeki Yedinci dereceyi Zerdüşt elde ettikten sonra tanrı ile iletişime geçti ve eski Mehr dinini onarmayı kararlaştırdı. Zerdüşt’ün peygamberliğinin onaylanmasından önce Mehr dininde Tanrı “Ahura- (Frs. Ohr- Tr-Hür)” olarak biliniyordu ve sonra Zerdüşt onu “Ahura Mazda- (Frs-Ohrmazd-Tr-Hürmüz)” olarak değiştirecekti.

Dinin onarılmasından önce Mitra yeryüzünün koruyucusu olarak biliniyordu ve yeryüzüne indiğinde ona bir inek kurban ediliyordu (İsa’nın son yemeği Mehr dininin taklididir.) Sonra gene cennete iniyordu.

Bu anlamda aynı tanrı Zerdüşt’ün yasasında tanrılardan birisi olarak yaşadı. Her nasılsa Zerdüşt, kurban törenini kaldırdı ve Mitra Zerdüştlük imanında diğer bir yer görevine getirildi (Yeminlerin kayıtlarının tutulup korunması, gerçek ve adalet için savaşılması görevleri- Grek Hermesi).

Mitra zamanından günümüze kalan heykellerde Mitra, taşın kalbinden doğarken, doğumu sırasında ve ileriki dönemlerde kurban törenlerinde de ona secde edenler (Kootes and Kootypates) görünmektedir.
Allah’tan ki bir kısmı Avrupa’da bir kısmı da Asya’da olmak üzere hatırı sayılır miktardaki bu heykeller keşfedilebilmişlerdir.

Bu heykeller orta düzeydeki her insana şu soruyu sordurabilir;
“-İranlı Mehr dini inananları eğer Mitra’nın  “tek tanrı”  olduğuna inanıyorduysalar neden onu, tanrının yarattığı sıradan bir mağarada veya taştan doğmasını sağladılar? Ve devamla;
-Eğer o “tek tanrı” ise neden doğumunda bazı yaratıklar ve insanlar hazır bulunmaktaydılar?

Eğer tanrı taştan doğduysa o taşı/kayayı ve hazır bulunan Kûtileri ve Kûtibaşlı meşale taşıyıcıları kim yarattı?

Şahname’de Pşidadi ve Kiyani yöneticilerince korunan bazı dersler verilmiştir. Bu idarecilerin tahta geçiş törenlerinde “tanrı adına adaletsizlikten kaçınıp, adalet için savaşacaklarını” işaret ettiklerine tanık olmaktayız.

Bütün Pişdadi yöneticilerinin ve öteki Kiyani krallarının diğer dinlere taptığı sırada, Kiyani kralı Guştasb’ın krallık döneminin 40.yılında “tek tanrıcı” Zerdüştlük dinini kabul ettiğini biliyoruz.
Bu yüzden Firdevsi Siyamak oğlu Huşhang’ın taç giyme törenindeki konuşmasını tanımlamaktadır;

“O yükseltilmiş tahta oturduğunda,
Bu yüzden ona kraliyet tahtından işaret edildi;
Ben yedi milletin kralıyım,
galibiyet ve zaferler neredeyse ben oradayım,
Galip tanrının emri üzerine,
Yeryüzünde adaleti yayacağım!”

Zerdüşt inancına kadar, Huşhang’ın hangi dini ve tanrıyı işaret ettiği gerçeğinin tanıtılmadığı kabul edilir.
Şimdiye kadar batılı araştırmacılar, Mehr dini hakkındaki zayıf bilgiler yüzünden sesiz kaldıklarından, Mitra dinini, Aşu Zertoşt’un bir tarikatı olarak gördüler.
Bu resimde Zerdüşt Promoteus'un atası,
 "Işık getiren" olarak görünüyor.

İran’da Zerdüşt’ten önce belirli bir din vardı demekle yetindiler. Sabih Behruz gibi öne çıkan İran’lı ulemalardan Muhammed Mokadam ve mühendis Hami bu dine atıf yapmaya cesaret gösterdiler.
Profesör Behruz, İbn’i Sina’Nın öğrencileri olan Bircandi ve Behmanyar gibi astronomların raporlarına dayanarak, Partlar döneminde M.S. 25. Aralık 271’de Pazar günü akşamı, Mehr dininin peygamberinin doğduğunun belirlendiğini ilan ettiler.

Bu yargı, çağdaş bilim adamlarının doğru yargılama ilkelerine uymaktadır. Elbette peygamber Maşi (Mehr peygamberi/ Mitra)  o günde doğmuştu ama doğumundan önce Mehr dini gerçekte var mıydı?
O elbette Huşhang’ın taç giyme töreninde işaret ettiği tanrıya atıf yapan dinin peygamberiydi.
Bunu kabul etmekten başka çaremiz  yoktur ama Mehr dininin Mesihi veya ikinci İran peygamberi olduğunu da kabul etmeliyiz.

Ve kendimize, dinin kurucusunun ve ilk peygamberinin kim olduğunu sormalıyız?

Batılı araştırmacılar, her iki Mehr ve Zedüştlük dinleri dönemlerindeki İran kültürlerindeki, İzad Mehr ya da Mitra’nın, gün doğumundan önce çıkan ışık olan, “Güneş Dininin” takipçileri ve tapınıcıları olduklarını yazmışlardır.
Bu dinin monoteist / tektanrıcı doğasına ışık tutan, batılı araştırmacıların Avrupa boyunca tapınaklarında buldukları heykelciklerden daha iyi bir kayda sahip değiliz.

Bu heykellerde Mehr’in, Ku’ti ve Kûtibaşlılar olarak adlandırılan canlı iki erkek çobanın şahitlik ettiği, ya bir çam ağacının gövdesinden ya da bir kayanın kalbinden doğumu temsil edilmektedir.

Heykeldeki çağ veya kaya hangi mesajı vermektedirler?
Mitra’nın doğumundan önce, mevcut olan tek tanrının yeryüzünü ağacı ve kayayı yaratmış olduğu anlamına gelmez mi? Mehr dininde Mitr’nın “tek tanrı” olduğu inancı özel bir şekilde sona mı eriyordu?


Zerdüşt, Mehr dinini iptal etmemiştir ancak onu kendi görüşüne göre onarmıştır.

O kurban ayinlerini dinden kaldırdı, Ahura’yı (Frs-Ohr) Ahuramazda’ya (Frs-Ohrimazd) ve iyilik ile yardımseverliğe çevirdi. İzad Mehr’in kuruluş yapısını korudu ve onu /Mitra’yı, son akşam yemeğinin ve kurbanın koruyucusu gibi resmetmek yerine, imanın takipçilerine zaferler kazandıran, yeminlerin ve antlaşmaların yerine getirilmelerinin gözleyicisi olarak saygın bir göreve atadı.
Masonluğun temeli Mitra dininde
"3.Derece" yükselme ayini

Zerdüşt, dindeki yükselme derecelerini temsil eden, tanrıca bilinen Mehr ibadetinin yedi derecesi olan yedi Amşasepandayı tanıtmak yerine kaldırmıştır. Şimdi bu Amşasepandaların altı derecesi sonraları, yanlış sanıların, tanrıların üstüne kurulmuş yediye çıkarılmış derecelerinin bazılarının uygulanmaları sürdürülmektedir. Yasnaların başlıcalarında, Ahuramazda’nın adı ile üstünde ki Amşesapandaların yedisine atıf yapılmaktadır.

Ahuramazda, bir tanrı olarak tanrılık derecesinin yanında kendi tanrılığının derecelerinden biri miydi?
Zerdüşt, kendi dininde bütün Mitra tanrılarının haklarını kesinlikle geri vererek Mehr dininin onarılmış uyarlaması olan Zerdüşt imanını kurmuştur. Hatta Zerdüşt,15 yaşına kadar olan çocukların tapınaklardaki eğitimlerini de kaldırmıştır.

 Yaptığı tek değişiklik, ateş tapınaklarına mihrabın eklenmesidir. Hatta bu günlerde bile, Zerdüşt çocukları, dinin kurallarını öğrenip öğrenmediklerini görmek için sınandıkları sınavlara katılarak Sudralarını giymek ve Kusti kemerlerini takmak için bu imtihanları geçmek zorundadırlar.

Kuvvetle inanıyorum ki, Kusti kemerini takmak, Zerdüştler arasında ibadet edilen Mehr/Mihr dini ibadetinin Zerdüştlüğe uzanmış kesin bir taklidi olarak Zerdüştlerce yerine getirilen günde beş vakit namaz, Mehr dininin Zerdüştlükte yaşayan bir ayin şeklidir.

Çünkü kendisi de bir Mehr imanlısı olan Kiyani kralı Keykhüsrev’in tarihinde bilgilendirildiğimiz gibi,45 gün ve gece boyunca uygun bir yerde geçici süre kalarak Ahura Mazda’ya ağlayarak yalvarmış ve tanrının yeryüzünde üstün bir kuvvet olduğunda onun eşiğinde erimesine izin vermesi için yalvarmıştır. Ayrıca tanrının onun yakarışlarını duyduğunu ve onun cennetin tepesine  inmesine izin verdiğini biliyoruz.

Firdevsi’nin unutulamayacak kadar görkemli, değerli olan İran kültürünün beklenmedik bir biçimde çerçevesini çizmiş ve kendimi, bu tuhaf tarihi olayı ayrı bir dörtlüğün makalesinden bir çeviri yaparak yeniden yazmak zorunda hissettim.

Mehr/ Mihr dininin tektanrıcı doğasına olan saygı ile, birçok belgeyi açığa çıkarmaya zorlanmam noktasında hiç bir şekilde başımın ağrımak zorunda kalmayacağını düşünüyorum.
Pişdai kralı Feridun’un annesi Faranak’tan aktarıyorum;

“O(kadın), başı ve vücudunu yıkayarak” her şeye gücü yeten tanrıya” dua etti,
Sonra, ilk önce evrenin efendisini ziyaret etti,
Ve yaratıcıyı övdü,
Bu onun günlerinin neşeli ve keyifli geçmesini sağladı.”

Başı ve vücudunu yıkayarak” ve “evrenin efendisi” deyimleri veya “yaratıcı” sözü çok önemli iki çizgidir.

İbadetten önce vücudun yıkanması ayini, örneğin bu gün kuzey Irak ve Kuzistan’da Mehr/Mihr dininin kalıntıları olan Sabilerce hala uygulanagelen Mihr dini ayinlerindeki “boy abdestidir”
.
Hatta Hıristiyan dinine Mehr dininden girmiş onlarca ayinin Hıristiyanlıktaki en yaygın uygulamalarından birisi de yeni doğan çocuğa yapılan “vaftiz” ayinidir.

Müslümanlarda olduğu gibi Zerdüştler de ibadet öncesi abdest/ boy abdesti (özellikle Cuma ve bayram namazları öncesi) alırlar. Günde “beş vakit ibadet” ederler. Bu abdest alma ve ibadet törenlerinin Zerdüştlükten İslam’a aktarıldığına dair şüpheye bizleri sevk etmemelidir.
Zekeriya’nın oğlu Vaftizci Yahya’nın İsa’yı ilk vaftiz eden kişi olduğuna ve birçok araştırmacıların saygısızca onu İsrail ırkının bir peygamberi olarak saydıklarına inanıyorum.

Büyük bir olasılıkla Yahya, Yeruşalim/ Kudüs’te oturan bir İran Mehr /Mihri dini inananıdır.
 “Evrenin efendisi” veya “yaratıcı”  gibi öteki terimler okuyucuyu, Faranak’ın abdest aldıktan sonra tam gerçek olmayan şekilde tanrıyı fiziksel olarak ziyaret ettiği zannına yöneltebilir. Çünkü Faranak, evrenin hükümdarının anasıydı. 

Sonra şüphesiz ki tanrıya veya evrenin ruhani bir tanrısına ibadet ediyordu ve “tanrıya dua/ibadet etti” deyimi, tanrının eşiğinde ona dua etti demektir. Bu yüzden Mitra/Mehr/Mihri dinin inançlıları “tek tanrılı” bir dine inanıyorlardı ve “bedenlerini yıkadıktan sonra” tanrıya ibadete başlıyorlardı.

Bu bizi, Mehr dinine inananların dünyada ilk tek tanrılı dine, Zerdüştlük, Hıristiyanlık ve İslam gibi öteki dinlere inananlardan daha çok taptıklarına inanmaya sevk etmemelidir ve bunu aklımızdan çıkartmalıyız.

Mihr dini takipçileri ibadetten önce “tam bir boy abdesti” alırlardı ve en ufak bir kirliliğin, lekenin üzerlerinde bulunmasına izin vermezlerdi.
Ancak sonraki dinlerde “her şeye gücü yeten tanrıya” saygı azaltıldı ve o dinlerin azizleri, ibadet öncesinde, vücudun sadece eller, ayaklar, baş ve yüz gibi bölgesel temizliğinin yeterli olacağını vurguladılar.

Bu yüzden, kurucusunun aşağıda tanıtacağımız üzere, İran’da Guştab’ın krallığı  döneminden “40” yıl önce Zerdüşt’ün kralın imanına çevirdiği Mihr/Mitra dininin insanlığın “ilk tek tanrılı dini” olduğunun kesin olduğunu belirtiyoruz.

Bu ünlü peygamber sadece böyle ilahi bir dinin kurucusu değildi ama insan medeniyetinin büyük Abad ve Mehabadıydı. Mehabad, Zerdüşt’ün doğumundan 3593 yıl önce İranoviç’in sofu yöneticisiydi.

Sadece İranlılar değil bütün insanlık, yeryüzünde “tek tanrılı dinin ilk kurucusu” olan ve “Mitradad” olarak bilinen yeryüzünün ilk “Anayasasını”  yazan, kutsanmış İranoviç’te insan medeniyetini kuran ve yayan bu öncü peygamberin heykellerini yer kürenin her yerinde yukarı kaldırmalılar, ona sevgi ve muhabbet göstermelidirler.

Evet, aslında ilahi ibadet hakkında “dört kitap”  yoktur fakat bütün peygamberleri İran coğrafyasına ait ve İran’ın iklim atmosferinde doğmuş, İran çıkışlı olan beşinci kitap vardır. Mehabad ve Zerdüşt adlı İranlı peygamberlerce İranoviç’te kurulmuş Zerdüştlük ve Mihri dinlerine hürmet edilir.
İbrani peygamberi Azer oğlu İbrahim, “ateş” anlamına gelen Hûr ya da Ûr’da peygamber olarak doğduğu onaylanmış bir İran’lıdır. Kökleri Behram ile Brahman’dan gelen İranlılar olan Medyan kavminin bir dalı olan Irak Sümerlilerinden bir Sümerliydi.

Din İbrahim tarafından Sümer’de kuruldu sonra Kenan ve Hicaz’a yayıldığında Yahudi dininin mevcut olmadığı kutsal Kur’an’da Ali İmran Suresinde geçmektedir çünkü Zerdüşt’ün kaldırdığı “kurban ayini”  Yahudi dininde yer almaktadır. Gerçek Mehr/Mihr/Mitra dini, İbrahim tarafından günümüzün Hürremşehr adıyla bilinen yeri olan Ûr’da yaygın olarak tanıtıldı.

Hatta, Hıristiyanlık Mihr dininin bir mezhebidir ve İslamiyet İran’ın bir eyaleti olan Yemen’e bağlı Hicaz’da indi ve İslam’ın peygamberi de doğuştan bir İranlıdır. Bu yüzden “tek tanrıcılık ve peygamberlik” katıksız bir İran inancıdır.

Leonardo Da Vici'nin İsa'nın "Son Yemeği"
 sahnesi (The Last Supper)
Bu manada, Hinduizm ve Brahmanizm ve onlara ait Vedalardan oluşan halen var olan Hint dinlerinin bütün kökenleri İran kültürü ve medeniyetinde yetişmiş ve Hindistan’a göç etmiş İranlılarca propaganda edilmiştir. Göç eden İranlılar arasındaki tek fark, göç edilen yerlerin İran ikliminden farklı iklimlere sahip ülkeler olmalarıdır.

Hindistan’da geçen yüzyıllarda geç keşfedilmiş bir peygamberin öğretileri, peygamber Mehabad’ın gerçek kişiliğinin bilinmemesi nedeniyle, ön yargılı çok sayıda insan tarafından Dessatir inancına dayandırılmıştır. Halbuki Mehabad, Mehr dininin kurucusudur. Bu nedenle Firdevsi Mehabad’ı aşağıdaki dizeleriyle tanıtmaktadır;

“Onun atası soyağacı köklerinde dokuzuncudur,
Doğruyu söyleyen ve peygamber olan Mehabadın.”

Mitra'nın Kutsal Öküzü/ Koca Öküzü yediği yemek ayini, İsanın "Son Yemeği" sahnesinin kökenidir.
En soldaki "Kuzgun" maskeli Sol, Mihr'in haberci meleğidir.
Bu yüzden biz, Kiyani kralı Guştab’ın 40. Saltanat yılında Zerdüşt’ün onaylamasına kadar Pişadi kralı Hûşhang’ın zamanında Mehr dininin İran’ın ilk sevilen milli dini olduğundan eminiz.

Pişdadi ya da Peşdadi terimlerine sahip olmadan önce başlangıçta, Hûşhang’ın doğuştan Acem/ İranlı olduğuna dair belgelerimiz vardır. Hûşhang tahta çıktığında komutanları ve yaşlılarından oluşan Mahistan Senatosunca Mehr Anayasasının veya Mitradat/Mitraizm’in kabulünü görüşmüştür. 

Sonunda eski yasalar ve Mehri dinine ait bütün önerileri kabul edilmiştir.  Bu da “pişdadi” adının neden verildiğini açıklamaktadır, çünkü “piş” yasa- kanun- bilgi” yani“ adalet anlamına gelmektedir. Mihr dininin kutsal kitabı hakkında bilgimiz yoktur ama Ermeni kraliçesinin kız kardeşi Şirin’i “kutsal yemini etmeye”  cesaretlendirmek için çağırmasını anlatan Nizami Gencavi’nin şiirinden yol çıkarak gerçeğe yakın bir hale getirebiliriz;

“Şirin tatlı nasihati ve ipucunu işittiğinde,
onu bir küpe gibi kulağına astı,
İmanı ile uyum içinde olan,
söze kalben inandı.
Tanrının emri ve yasası olan,
Haft Orang’ın parlaklığıyla yemin etti.”

Zerdüştlük ve Hıristiyanlığa dönmeden önce Ermenilerin Mihr dininin sadık, sıkı takipçileri oldukları kabul edilir. Ve Şirin’in “Haft Orang” veya “Yedinci Derecede” olduğunu görüyoruz ve bu kitabın, dinin sütunları olan yedi parlak dereceyi içerdiğinden ilahi bir kitap olduğunu onaylıyoruz.
Mehabad dini, ilk ilahi dinin olarak kurulmasının yanında, dini temelinde peygamber Mehabad’ın ruhsal ilerlemesiyle paralel olarak fiziki ilerlemesi ile tek tanrıya ibadet, gerçekçilik/ doğruluk, hoşgörü, anlaşmaların takip edilmesi, adalet ilkeleri yanında insanlığın ilk anayasasının yapılmasını da içermekteydi.

Bu Anayasa sonraları, , Musa’nın “On emri”, Hammurabi yasaları, Konfiçyus,  ve Mitradat Anayasası ile eski İranoviç hükümetinin Anayasasının kurulmasına kaynaklık etti.

Bu kuralların bileşimi, daha önce yazdığım Vahooman Dergisinde yazdığım makalenin konusuna atfen, ilgilenenlerin öğrenecekleri ilahi muhteşem kitabın değişik zamanlarda tekrar ettiği, İran’ın “Değiştirilemez Bilgileri veya Yasaları” adını taşıyordu. Mehabad ve onun tektanrıcı dini, bütün insanlığa kaynak olarak hizmet edebilecek İranoviç medeniyetinin derlenmesinde çok önemli esas bir rol oynuyordu çünkü devlet ve dinin kurulmasında doğruyu, iyi ahlakı sunuyordu. 

Peygamber, İranoviç’te, Maji/ Sihir/ Büyü rahiplerinin söyledikleri, “yalancılığın" ve hatta edilen yeminle yapılan anlaşmanın bir tek ilkesini bozmanın bile “dine küfretmek, dinden çıkmak” olduğu ilkesini yeni taraftarları eğitmek için kullanıyordu.
Kutsal Ayeş Dağı'nda" Zerdüştleri yıl sonu törenleri. Secde/Namaz olayına dikkat edin.
O başkalarının yaptıkları baskılara karşı direnmenin güç vereceğini öğrencilerine öğretiyordu. Bu nedenle, Pişdadi kralı Cemşid döneminde eski yedi İran kralının yerleşmelerine kadar İranoviç’te hiçbir savaş kaydedilmemişti ve Pencap’a Elam’a göç eden yeni yerleşimcilerin yabancı araştırmacılarca bölgelerin yerlileri olan kıvırcık saçlılar ve  Dravidler ile kıyaslanmalarında, göçmenlerin yerleşik halkı ırkları ve dinlerinin yanlış olduğuna ikna etmişler ve onları asimile ettikleri görülmüştü.

İranlı göçmenleri hareket ettikleri rotada, yerliler başka kıtalardan gelenlerin olmadığı arı bir ortamda ikamet ediyorlardı. Aslında göçmenler, ya kendi ailelerinin istekleriyle ya da hükümet yönlendirmeli olarak göç etmişlerden oluşmaktaydı. Bu nedenle yerliler kendilerinden üstün teknolojiyle gelen göçmenlere bölgelerinde ve ülkelerinde onların koruyucuları gibi davrandılar ve ardından hiç savaş çıkarmadılar. 

İran tarihinde Cemşid dönemini peygamber Mehabad, İran Mitra dini inananları arasında savaşsız ve isyansız olarak tamamladı. Cemşid, peygamber Zerdüşt ve Mehabad’dan sonra peygamber olması tanrı tarafından önerilen tek kişiydi ama o bu rolü oynayacak yeteneğe ve hacme sahip olmadığını söyleyerek bu yoldan döndü.

Aslında tanrı onu dünyanın hükümdarı olarak tayin etmişti ve dünya genişleyip süslenecekti. Cemşid dönemine nazaran İran tarihi bulanıktır. Genç araştırmacılara bu büyük tarihi İran figürünü çalışmalarını tavsiye ederim.

Cemşid’in Mihr dininin yedi derecesini geçmeyi başarmasından sonra aydınlanmış, ilahi gerçekle tanışmış, tanrıyla bütünleşmiş bir aziz olarak görüldü. Agüst’ün kişiliğinde olduğu gibi o asla tanrının varlığını görmezden gelerek kendisini tanrı kişiliğinde görmedi ve kendisini tanrı olarak adlandırmadı.

Farri İzadi veya göksel kuşun Cemşid’den ayrılmasına gelince onu tarih belki bir yanlışlığa bağlı olarak açıklayamamaktadır.
Eski İran platosunda kurulan yedi krallık ile birlikte federatif bir devlet olarak Cemşid imparatorluğunu, madencilik, dokumacılık, eczacılık ve diğer birçok bilim alanında yaptığı yeniliklerle yeni şehirler inşa ederek yönetti. Cemşid çok büyük hizmetler vererek insanlık medeniyetini biçimlendirdi.
Avrupa duvar kabartmasında Mitra
Ağaçta da yaşayabilen "Ağaç Tanrı-ça" dır.
Allah'ın kızları da ağaç tanrıçalardır
 ve Uzza'yı Halid Bin Velid Peygamberin emriyle
öldürmüştür..Bu yüzden
 "Allah'ın Kılıcı" adını almıştır.
Necm Suresi Tefsiri-Elmalılı Hamdi'yi okuyunuz.

Partlar döneminde peygamber Mihr/ Mehr, Mihr dininin mevcut imanını M.Ö. 67’lerden itibaren Avrupa’ya yaymayı başardı ve M.S.356’lara kadar bu din Roma’nın resmi dini olarak kaldı.
Dindeki yedi derecenin dördü, “Müşir, Parsa, Mehrpuya ve Pedar” dereceleri veya katları adlarıyla biliniyordu. Mehr dinini bilmeyen bir çok batılı cahil araştırmacının yazılarına veya kayıtlarına göre artık Mitra ibadeti kaldırılmış ve hiçbir inananı kalmamıştır. Bütün insanlık da şunu bilmelidir ki, Mihr dini, İran halkı tarafından kurulmuş ilk tektanrıcı dindir ve kaldırılmamıştır ama Avrupa ve Amerika’ya yayılarak buraları fethetmektedir.

Evet, Hıristiyanlık, Avrupalıların ona, görkemli ayinler, yasalar ve dinin yedi geçiş derecesini geçmek gibi dinden ayrılmış  “Semitik” bir zemini ile Mihr dininin yeni bir uyarlamasıdır ve inananlarını teslim olmuşlar ve işgalciler/ fatihler olarak sıralamaktadırlar.

Pazar gününün, Hıristiyan çam ağacının, vaftizin, papaya/ pater’e (babaya) uymanın kutsallıkları hep Hıristiyanlık tarafından Mihr dininden emilmiş özelliklerdir.
O kadar korkutucu olan İngilizlerce kurulmuş dehşet “özgür masonluk” mafya çetesinin temel ilkeleri Mihr dinine dayanmaktadır.

Mihr dininin “yedi derecesine” karşılık masonlar “otuz üç derece” oluşturmuşlardır. Bu korkunç mafya çetesi, “Üç yüzler Meclisi”  adı altında, insanlık üzerinde İngiliz hâkimiyetini tesis etmiş, bu aynı çete 2000’li yılların yeni dünya düzenini de tanıtmaya karar vermiştir.

Korkunç mason çetesinin Waşington’da C.I.A ve İngiltere’de Scotland Yard gibi dalları İran milletine onarılmaz yaralar açmışlardır.
Evet, İranoviç’te İngiliz göçmenlerine medeniyeti, doğruyu, bahadırlığı ve ilahi ibadeti içeren “tek tanrıcı” Mihr dinini propagandalarla yayarak bahşeden İranlılardı.

 Şimdi ise, Mitra ibadetinin bu nankör çocuklarının, atalarının dinlerini “özgür masonluk” ile değiştirerek yaptıkları adalet midir?”
Zerdüşt tanrıları Sol Anahita,sağ Ahura Mazda Ortasda Şah Koşro-
Taki Bostan Nakşi Rüstem  İran kaya kabartması.

Yazar, Mitra/ Mihr veya Ahura Mazda’nın sadece “tek tanrı” olması üzerinde durmuştur. Oysa bunca yazı içinde hiçbir yerde, Ahura Mazda/ Mitra/ Mihr adı her ne olursa olsun bu tanrının özünde “su ve topraktan oluşan, ihtiyaçları olan, insan veya başka varlıkların köle olarak bedava emeğine ihtiyaç duyan, onlardan tahıl adakları, hayvan ve insan kurbanı isteyen” göksel sömürgeci yapısı üzerinde hiç durmamıştır. Ardılı olan Grek, Yahudi, Hırisityan ve Yahudi melezi Hicaz Arapları gibi köleciliği kutsallaştırmıştır.

Ataları olan kitle uyutucusu rahipler gibi halkı ninnilerle avutup, milletçiliği körükleyen ve “köleliği özendiren” anlatımı sürdürmüştür. Köüt Ehriman’ın her yaptığını karşılıksız bırakan, yarattığı eserleri bozmasını engelleyemeyen, ama insan kendisini, soyunu korumaya kalktığında “kâfir” ilan edip kavimleri yok eden köleci bir tanrı ne kadar övülürse övülsün kıymetsizdir. 

Çünkü bütün köleci dinler, eskiden var olan ve köleciliği benimsemeyen gerçek dini bozan, köle emeğine ihtiyaç duyan, ırkçı, şoven, özgürlük düşmanı, tabiatı yok eden birkaç sabık bozuk kavimlerden türetilmiştir.

Aslolan bireyin özgürlüğüdür ve insanı “kul/ köle” konumuna sokan bütün dinler özünden saptırılmış dinlerdir ve tümü de “ekvator bölgesinde” yaşayan kavimlerden kaynaklanmaktadır. İran da bu bölgeye ait olduğundan yadırganmamalıdır.

Kuzey kavimlerine baktığımızda tanrılar/ cinler/ şamanlar insana daha yakın, koruyucudurlar ve köle emeğine ihtiyaç duymazlar. Bunları hatırlatan her şey ise “kötü ruh/ kötü cin” olarak nitelendirilmektedir ve dini ayinlerle kovulmaları şarttır. 
İnsan yiyen şeytan/Cin Hint tanrısı
Mahakali boynunda "kafatası" kolyesiyle.
Bütün Hint, İran, Arap, Grek, Sümer,
Yahudi tanrıları göksel cinler ve şeytanlardır.

İnsanları kul/köle olarak çalıştırırlar ve göklere
çıkamasınlar diye savaşlar çıkartarak birbirlerine kıydırırlar.
Bazılarına saltanat, iktidar güç vât ederek yüceltirler,
geliştiklerinde ise onları "iktidar vât ettikleri" bir başka millete kıydırırlar.
İbrahim'in soyunu yüceltmek içi oğlu İsmail/ İshak'ı kurban istemesi ile başlayan
 "Seçilmiş Kavim- Üstün Irk" Yahudi siyasetinin, Hristiyanlık ile Grek Milliyetçiliğine, İslamiyet ile
Hicaz Yahudi melezi Arap Milliyetçiliğine dönüşerek asırlardır süren Türk, Kızılderili, Asya'lı ve "Hıristiyan olmayanlara" karşı sürdürülen "soykırım siyasetlerine" dönüşmesi ve niceleri bunlara örnektir.
 Ya da göksel ordularıyla, doğal felaketlerle kendileri kıyarlar.İncil Yuhanna'ya Vahiyler- Kıyamet bölümünde 320 km.lik bir leğende insanları çiğneyerek şıralarını çıkarıp şarap yapılacağımız anlatılır. Onlara göre şırası sıkılacak "üzümüz"

Örneğin Türk yaratılış destanlarının hiç birisinde “köleci tanrı” imajı bulamazsınız. Hatta köleci kültürün egemen olduğu Çin’de tanrıya inanan bir Lao Szu veya bilinen adıyla Tao bile şöyle demektedir; “Su temelli, topraktan, sudan yaratılmış yiyen, içen, bedeni olan tanrılara tapmayınız. Onlar insanlar için kötüdür. İnsanlar için iyi olan ışık tanrılarıdır” . 

Demektedir. Konfiçyüs ise başlı başına bir özgürlük hayranıdır. Ama o da köleci hanedana karşı koyamaz ve sonunda onu da şövalye yaparlar.
Göçer kavimlerin dinleri bundan uzaktır. Kuzey Amerika Kızılderililerin dinleri de böyledir. Ama ekvatora doğru inip Maya ve İnka dinleriyle tanıştığınızda onların kertenkele ve yılan kökenli tanrılarının tiksindirecek derecede insan ve hayvan kurbanlarına ve insan emeğine ihtiyaç duyduklarına tanık olursunuz. 

Aynen Sümer, Hint, İran, Arap, Mısır, Grek ve Çin’de olduğu gibi. Ancak siyahi Afrika ve göçer Bedevilerden de bazı kabilelerin dinleri gene kölecilik barındırmazlar hatta yamyam olsalar bile.

İran’lı yazar Raşit Keyhüsrevi’nin yazısını buraya koymamın sebebi ise, her konuda daima batı merkezli bilgilerin yanıltıcı yönlerine karşılık, kültürün ülkesinden bir insanın verdiği bilgiler arasındaki farkları ortaya koymak içindir.

Türkçeye çeviren
Alaeddin Yavuz